Kapitalist sermaye birikiminin, vahşi kâr hırsının yol açtığı iklim krizi, küresel gıda krizini uzak bir gelecekteki sorun olmaktan çıkartıp güncel bir sorun haline getirmiştir. Covid-19 pandemisiyle birlikte dünya tedarik piyasalarında yaşanan kopma ve aksama, sistemi tıkamış, yeni sorunların oluşmasına neden olmuştur.
Bu da gıda krizini tetiklemiştir. Gıda tedarik zincirinde yaşanan sorun ve iklim değişikliği neticesinde dünya genelinde kimi tarım ürün çeşitlerinde yaşanan azalma, stoklamaya vb. yoksul halklar için ucuz gıdaya ulaşmakta sorunlar oluşturmaya (daha fazla) başlamıştır.
Dünya ilk defa gıda kriziyle karşı karşıya kalmıyor. Yerküremizde değişik zaman dilimlerinde yaşanan doğa olayları ve savaşlar nedeniyle birçok kez lokal ölçeklerde, gıda krizi/kıtlık yaşanmış ve binlerce insan kitleler halinde açlıktan ölmüştür. Günümüzde yaşanan ve de yaşanacak olan gıda krizleri ise kapitalist tekellerin tarım ve gıda alanında uygulamış olduğu serbest ticaret ekonomisinin sonucudur.
Yani bugün yaşanmakta olan sorunların nedeni, tarımsal üretimin endüstriyel sanayi tarımına dönüştürülmesidir. Halkın ucuz ve güvenli gıdaya ulaşması için bir zorunluluk olan köylü/küçük aile işletmeciliğinin varlığı (sayısı) eridikçe, gıda fiyatları tekellerin kendi aralarında belirlediği bir oran haline geliyor. Bu da halkların sağlıklı ve yeterli miktarda gıdaya ulaşmasını zorlaştırıyor.
“Gıda krizlerinin tek nedeni fiyat artışlarıdır. Fakat küresel krize neden olan fiyat artışları birçok faktöre bağlıdır. Nedenleri ise çok çeşitlidir. Bunları sekiz ana başlık altında toplayabiliriz.
1- İklimsel felaketler ve kuraklık
2- Tarımsal ürün stoklarının kaldırılması
3- Tarımda şirketleşme ve tekelleşme (tarım işletmelerinin dönüşümü)
4- İhracata dayalı üretim
5- Gıda tüketim alışkanlıklarındaki değişiklikler
6- Gıda üzerine finansal spekülasyon ve vurgunlar yapılması
7- Tarımsal ürünlerin bitkisel yakıt amaçlı kullanılması
8- Toprak ve su gaspı yoluyla ekolojik tahribat (insan eliyle ekolojik tahribat/kıyım.” (Kaynak: Gıda Krizi, Abdullah Aysu)
Kapitalist üretim sonucu ortaya çıkan bir sorunla karşı karşıyayız. Sanayi Devrimi sonrası yaşanan gelişmeler bugün küresel iklim krizini daha yakıcı bir şekilde hissettirmektedir. Sistemin doğaya müdahale etmesinin neden olduğu ekstrem doğa olayları sadece Türkiye’de sorun değildir. Dünyayı etkisi altına almaya başlayan bir sorundur. İnsanlık tarihinin göreceği en büyük iklim krizi/kuraklık önlem alınmadığı, müdahale edilmediği takdirde çok da uzak olmayan bir gelecekte tüm dünyayı kasıp kavuracaktır.
Özellikle fosil yakıtlardan elde edilen enerjinin açığa çıkmasıyla atmosfere salınan emisyon hava sıcaklığını doğrudan etkilemektedir. 1800’lerden bu yana dünya sıcaklığı ortalama 1.2 derece artmıştır. Atmosfere salınan emisyonların 2050 yılına kadar dünyanın ortalama ısı artışını 1.5 derece artıracağı tahmin ediliyordu.
Ama bilim insanlarının son yıllarda yaptıkları çalışmalar, mevcut emisyon salımının devam etmesi halinde 1.5 derecelik ısı artışının beklenenden çok daha önce 2030’ların başında olacağını söylüyor. Bu da aşırı yağışların neden olduğu sel taşkınlarının, meteorolojik ve tarımsal kuraklığın, dolu, fırtına, orman yangınları vb.lerinin daha sık yaşanacağını gösteriyor.
Karbon emisyonunun sera gazı etkisini artırması durumu, dünyanın milyonlarca yılda yarattığı etkiden çok daha fazla. Küresel ısınma denen olgu, atmosfer ve biyosfer arasındaki Ozon Tabakası’nı etkiliyor. Ozon Tabakası bölgesindeki gaz çeşitleri olmasa dünya sıcaklığı aşırı düşük veya aşırı yüksek derecelerde olurdu yani gelişmiş canlı türlerinin yaşamasına elverişli olmazdı. Günümüzde doğal sera gazı etkisinin sınırları çok aşılmıştır.
Örnek verecek olursak, bir cam fanus içinde bir tane mum yanması ile 20 tane mum yanması arasındaki fark gibidir.
Kapitalizm, çok büyük ısı artışları yaratıyor. Bir nükleer atom reaktörünün çevrimi için ürettiği sıcaklık ancak deniz suyu ile soğutulabiliyor. Nükleer reaktörün soğutulması için denizden çekilen su, tekrar aşırı ısınmış olarak denize salınıyor. Bu da deniz suyunun normal olmayan bir şekilde ısınmasına yol açıyor. Aşırı ısı, denizde azotik etki yaratıyor, deniz biyoçeşitliliği bundan etkileniyor.
Küresel ısınmaya karşı alınacak tek bir önlem var; o da kapitalist-emperyalist sisteme karşı mücadele etmektir. Bunun dışındaki hiçbir şey, iklim krizini durduramaz, engelleyemez. Kapitalizm zaten nedeni olduğu sorunu çözemez.
Yerküre büyük bir çöp kutusuna çevriliyor!
Hidro karbon yükü sürekli artıyor. Bunun başlıca nedeni fosil yakıtlar, egzoz gazlarıdır. Bu hava kirliliğini artırıyor, yeraltı-yerüstü yaşam kaynaklarını kirletiyor ve zehirliyor. Dünya karbon yükünü azaltmada etkili olan türlerden biri su bitkileri, su yosunlarıdır. Hidro karbonlar bunları da etkiliyor ve öldürüyor. Su bitkilerinin ölmesi de yine sera gazı etkisini artırıyor. Birbirini sürekli olumsuz etkileyen bir döngü oluşuyor.
Bütün paket gıdalar, doğada yüz binlerce yılda erimeyecek, çözülmeyecek plastiklerden yapılıyor. Buna karşı bir şey yapılmıyor ama sorun sadece market-manav poşetleriymiş gibi poşetler para karşılığı veriliyor önlem olarak! Kapitalizmin “ekolojik mücadelesi” dahi sermayeye kazandırmayı amaçlıyor. Sadece İstanbul’da günlük toplanan çöplerin yüzde 3’ü geri dönüşüm tesislerinde işleniyor. Yarısından fazlası çöp toplama alanlarında fermantasyona bırakılıyor. Kalanı Marmara’ya karışıyor.
Kanalizasyon atıkları yüksek oranda hiçbir arıtma olmadan Marmara Denizi’ne dökülüyor. Yarısından fazlası sadece ön arıtma yapılarak Marmara Denizi’ne deşarj ediliyor. Orta ve yüksek arıtma oranı çok düşük. Evsel, sanayisel, tarımsal atıklar sürekli artıyor. Ancak yüksek maliyet gerekçesiyle ileri teknikle oluşturulması gereken tesisler yapılmıyor.
Eko-manyetik kirlilik her geçen gün biraz daha büyüyor. Ulaşım, haberleşme araçlarının kullanımındaki çok yüksek bilişim teknolojisinin yarattığı elektro-manyetik yük çok ciddi boyutlarda. Bunların çöp halinin dönüşümü ayrıca başka sorunlar yaratıyor. Ekosistem hızla bozuluyor. Dünya büyük bir çöp kutusuna çevriliyor.
Bunların hepsi sıcaklık artışını tetikleyen unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Bilim insanları tarafından sıcaklık artışının dünya ortalamasının 3.5 derece üzerine çıkması halinde ekolojik dengenin telafisi mümkün olmayacak şekilde bozulacağı ve dünya üzerindeki biyoçeşitliliğin, canlı yaşam türlerinin % 50 civarında yok olma riski ile yüz yüze kalacağı belirtiliyor.
Yerküredeki canlı yaşam döngüsünün, doğal evrimsel döngüye bir biçimde bağlı olduğu biyoçeşitlilik türleri arasında kopacak her bir halkanın tüm canlı yaşam türünü yakından etkilemektedir. Akdeniz ve Ege bölgesinde çıkan orman yangınları, binlerce hektar orman ve tarımsal alanı yaktı, kül etti.
Bu bölgede yaşayan arıların bir kısmı yangında yok oldu, büyük kısmı ise döneceği bir orman ve yuvanın olmayışı nedeniyle ölecek. Orman yangınlarının olduğu bölgede, arıların yok oluşu doğrudan tarımsal üretimi etkileyen bir döngü halkası içinde yer aldığından tarım ürünü yeterli miktarda olmayacağı için bu da gıda sorununa neden olacaktır.
Kapitalizm sorunu çözemez!
ODTÜ’nün yapmış olduğu iklim araştırması, önümüzdeki yıllarda kuraklığın artacağını, iklim krizinin ve buna bağlı olarak da gıda krizinin sistemin kaçınılmaz bir sonucu olduğuna işaret etmektedir.
Raporda yer alan kimi belirlemeler şu şekilde:
1- Dünyada ve Türkiye’de hava sıcaklığı artmaya devam edecek.
2- Küresel yağış rejimi bozuluyor.
3- Toprak azalıyor.
4- Dünyada kuraklık son 40 yıl içinde % 35 ile 50 arasında arttı.
5- Bu yüzyılın başından yüzyılın sonuna kadar dünya nüfusu 2 kat artacak.
6- Kuraklık yeraltı su kullanımını artırıyor.
8- Konya havzasında yeraltı kuyuları her yıl 1 metre düşüyor.
9- Konya kapalı havzasında göl ve nehirler kuruyor, su akışı azalıyor.
10- Konya havzasında tarım deseni değişime uğramış, kuru tarım yerine daha fazla su tüketimine ihtiyaç duyulan şeker pancarı, mısır, kanola vb. gibi tercih edilmeye başlanmıştır.
Rapordaki önemli noktalardan birisi, kuru tarıma uygun ürün çeşidi yerine daha fazla suya ihtiyaç duyan ürün türlerine yönelim ve sulama yöntemi olarak vahşi sulama/salma sulama yönteminin uygulanışı gösteriliyor. İklim krizinin neden olduğu kuraklıkla birlikte şirketlerin pazar ihtiyaçlarına yönelik yapılan tarımsal üretim göl, baraj ve nehirlerin debisinin düşmesine, kurumasına neden oluyor.
Konya havzası örneğinde olduğu gibi sistem köylüleri geleneksel üretim çeşitlerinden uzaklaştırıp, piyasanın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik üretime yöneltmesi daha fazla su tüketimine, doğal döngünün bozulmasına neden oluyor. Dünya üzerinde bulunan tatlı su kaynaklarının ortalama yüzde 70 civarı tarımsal üretimde kullanılırken Konya havzasında bu oran % 90 civarındadır. Bu dünya ortalamasının dahi üzerindedir.
Köylüler emperyalist tarım tekelleri karşısında piyasada yalnız bırakıldığı ve kendi örgütlerinin olmayışından, tekellere karşı savunmasız, onlarla rekabet etme gücünden mahrum oldukları için şirketlerin istediği ürünleri yetiştiriyorlar.
Her yıl bir önceki yıldan daha kötü duruma gelen küçük işletmeler, yaşamlarına, üretim faaliyetini devam edebilmek için piyasada görece daha fazla para eden ürünlere yöneliyor. Bu da bölgelerin geleneksel üretimden uzaklaşmasına neden oluyor. Bunlarla birlikte tarımda kullanılan kimyasal gübre ve ilaç ihtiyacının artmış olması, endüstriyel tohumların kullanımı su krizinin yanısıra toprağın verimsizleşmesine de neden oluyor.
Toprak kimyasala maruz kalıyor, doğal mineral yapısı bozuluyor. Atalık tohum yerine daha fazla kimyasal gübre, zirai ilaca ihtiyaç duyan endüstriyel tohum kullanımı toprağın yapısını, biyoçeşitliliğini bozduğundan topraktaki kayıp her yıl biraz daha artıyor.
Köylü bir yandan toprak kaybı yaşarken diğer yandan toprak kaybını (ürün verimliliğini düşürecek) artıracak kimyasallara mahkum ediliyor. Kapitalizmin neden olduğu bu kısır döngü, kapitalistlerin ileri sürdüğü yöntemlerle çözülemez. BM, AB, ABD’li kurumlar, iklim krizine, kuraklığa ve gıda krizine dikkat çekerken aynı kuruluşlar çözümü yine kapitalizmin neden olduğu koşullar içinde üretmeye çalışıyorlar.
Rant uğruna ormanları talan edenlerin, tarım arazilerini sınırsızca imara açanların, HES’lerle, RES’lerle, nükleer santrallerle iklim krizini tetikleyenlerin, sınırsız fosil yakıtları ile atmosfere salınan emisyonla doğayı tahrip edip ekolojik yaşamı, alt-üst edenlerin bir çözüm üretmesi mümkün değildir.
Dünyada ve Türkiye’de gıda fiyatları artmaya devam ediyor. TÜİK’in göstermelik verilerinde bile gıda enflasyonu gizlenemiyor ve yüzde 29 olarak açıklanıyor. Gerçekte ise halkın enflasyonu yüzde 29’un çok üzerindedir.
İklim krizine, kuraklığa, gıda krizine karşı çözüm ezilen emekçilerin, kapitalist sermaye birikiminin neden olduğu tüm sorunlara karşı tüm demokratik güçlerle ortaklaşmak ve örgütlenmek gerekmektedir.