EmekGüncel

EMEK | İklim Krizi, Köylüyü Kuraklık Olarak Vuruyor

Tarım alanında yaşanan her sorun, bir bütün toplumun tüm kesimlerini etkilediği için bu alanda iklim krizi ve sonuçlarına yönelik alınacak önlemler bireylerin veya özel şirketlerin inisiyatifine bağlı kalmayacak ölçüde kıymetlidir.

Sanayi devriminden bu yana geçen zaman diliminde hava sıcaklığının ortalama 1-2 derece yükselmiş olması, ekstrem doğa olaylarını (kuraklık, aşırı yağış, sel, don, yangın vb.) sıradanlaştırmış, tarım üzerinde bölgesel boyutlara varan düzeyde ağır bir tahribat yaratmıştır.

Bilim insanları, küresel ısınmanın mevcut haliyle devam etmesi durumunda 2050 yılına gelindiğinde ortalama sıcaklık artışının 1.5 dereceye yükseleceği ve yüzyıl sonuna kadar da 2 dereceyi bulacağını öngörüyor. Hava sıcaklığının yüzyıl sonuna kadar bir buçuk derecede tutulmasının öngörülebilir zararlara yol açacağı hesaplanırken 2 derece veya üzerine çıkması halinde neredeyse bilim kurgu filmlerindeki kıyamet sahnelerini aratmayacak senaryolarla karşılaşacağı herkes tarafından kabul edilen genel görüş haline gelmiştir.

İnsan faaliyeti sonucu ortaya çıkan sera gazı emisyonları, küresel iklim değişimini tetikliyor. Bilindiği gibi güneş ışınları arz yüzeyine ulaştığında ısıya dönüşüyor ve bu uzaya tekrar uzun dalga radyasyonu olarak kızıl ötesi formunda gönderilir, işte bu kızıl ötesi radyasyonun bir kısmı sera gazları tarafından tutuluyor, bu oluşuma sera etkisi deniyor. Aslında sera etkisi insan katkısı dışında tamamen doğal bir olay ve gezegenimizin sıcaklığının 33 derece daha fazla olmasına sebep oluyor. Yani sera etkisi olmasaydı arzın ortalama sıcaklığı -20 derece olacaktı, sera etkisi nedeniyle arz ortalama sıcaklığı 14 derece oluyor.” (Kıyamete Çeyrek Kala, S.Özbudun, C.Sarı, T.Demirel, Ütopya Yayınları)

Dünya, milyarlarca yılda doğal evrimsel döngüsünü oluşturmuş ve bu döngü içinde kendi yaşam habitat formunu geliştirmiş ve muhafaza etmiştir. Sanayi devrimi sonrası makineleşmenin etki gücüyle fosil (kömür, petrol, doğalgaz gibi) yakıtların enerji olarak kullanımı, atmosferdeki karbondioksit oranını doğal olmayan bir biçimde yükseltmeye başlamıştır.

Dünyanın evrim sürecinin milyarlarca yıl içinde oluşturduğu ve oluşturmaya devam ettiği doğal sera gazı oranının/doğal dengenin bozulmaya başlamasının etkileri ile karşılaşıyoruz. Kapitalist sanayileşme, fosil yakıtlı enerji amaçlı kullanımı doğayı vahşi bir şekilde yok ediyor. Ormanlık alanların tahrip edilmesi vb. sonuçlar da atmosferdeki sera gazı miktarını hızla yükseltiyor.

Güneş ışınları atmosferdeki yoğun gazın etkisiyle uzaya çıkamıyor, bu da dünyanın daha fazla ısınmasına neden oluyor.

 Bitki ve hayvan yaşamı gitgide bozuluyor

Son yıllarda etki gücü artan iklim değişimi ve sonuçları, kendiliğinden yerkürenin evrimsel döngüsü içerisinde gelişen olaylar değildir. Kapitalist sermaye birikim rejiminin sosyo-ekonomik paylaşım-bölüşüm politikalarının yaratmış olduğu sonuçlardır.

İklim krizinden tüm dünya olduğu gibi ülkemiz de etkileniyor ama Türkiye, Akdeniz havzası içinde olduğundan dünyada iklim krizinden/değişiminden en fazla etkilenen ve etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor. Kapitalizmin doğal sonuçlarından biri olan iklim krizi etkileri ekolojik dengeyi bozmaya devam ediyor. Kimi bölgeler aşırı yağış nedeniyle oluşan sorunlarla boğuşurken kimi bölgeler ise kuraklıkla mücadele ediyor.

Ekosistemdeki değişim, habitatın oluşturmuş olduğu bitki örgüsünün zaman içinde değişime uğrattığı gibi buna insan eliyle müdahale de eklendiğinde bitki ve hayvan canlı yaşamı bozulmaya başlıyor.

Burada kısa bir parantez açalım; insan eliyle doğrudan doğaya müdahaleden kastımız binlerce yıldır insan ile doğa arasındaki yaşam için gerekli olan zorunlu mücadele değil; sermaye sınıfının daha fazla kâr amacıyla yapmış olduğu eylemler; insan topluluklarının gelecekte yaşayacağı şeyleri hesaplamadan kurulan çevre ve şehir yapılarının ekosisteme vereceği zararın biliniyor olmasına rağmen yapılan enerji santralleri (HES, JES, Nükleer Santraller vs.), madenler, tarım arazilerine yapılan Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) vb.dir.

Yukarda da belirttiğimiz gibi dünyada iklim krizinin olası etkilerinden en fazla etkilenenlerin başında Akdeniz havzası geldiğinden ve biz de bu coğrafya içinde yer aldığımız için çölleşme riski olan ülkelerdeniz. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, iklim sezonu için tarlaya girmesi gereken çiftçilerin kuraklık sorunuyla mücadele etmekle karşı karşıya kaldığını belirtiyor.

TZOB verilerine göre bu yıl yağışlar, Türkiye genelinde % 38 azaldı. “Akdeniz hariç tüm bölgelerde normalin altında yağış kaydedildi. Toplam 60 ilde hububat ve diğer kışlık ekimler için yeterli yağış gerçekleşmedi. Birçok üreticimiz ekimlerini erteledi, çiftçilerimiz çoğu ilde toprak tava gelmeden kuruya ekim yaptı. Sulama imkanı olan ise sulama yaptı. Hububat ekiminin yapıldığı tarım alanlarında önümüzdeki günlerde beklenen yağışların gelmemesi durumunda tohumlarda çürüme riski oluşacaktır… Kuraklık verim sigortasında devlet desteği devam etmeli ve prim miktarı azaltılmalıdır. Çiftçimizin kuraklık verim sigortasında olan talebini arttırmak için hasar tespitleri hassasiyetle yapılmalıdır. Çiftçimizin kuraklık afeti ile karşılaştığında aldığı tazminat, zararını karşılamalıdır.” (Şemsi Bayraktar, 07.11.2022, Karar) Ekstrem doğa olayları olarak tanımlanan sel, don, yangın, kuraklık, aşırı yağış, soğuk vb. gibi şeyler tabiatın iç döngüsünde belli periyodik zaman çizelgesi içinde yaşanan şeylerin kapitalizmin doğayı yok eden kâr hırsından kaynaklı sıradanlaşmış ve tekrar aralığı daralmıştır.

Dünyadaki ekolojik yaşam dengesinin bozulmasıyla geçmişte ekstrem olarak karşılaşılan bu aşırı çevre olayları, artık coğrafyamız için ekstrem olma özelliğini yitirip normal yaşamın “sıradan” bir parçası haline gelmiştir. Ve kimi bölgelerde birbirine tezat iklim olayları cereyaneder hale gelmiştir.

“Bu aşırı doğa olayları” tanımladığımız şeylere karşı çiftçilerin üretim devamlılığını sürdürebilmesi için de tarım sigortası geçmişe oranla daha fazla önem kazanmıştır.

Günümüz koşullarında tarım sigortası…

AKP iktidarının uygulayıcısı olduğu neo-liberal serbest piyasa tarım politikası, köylüleri uzun yıllardır varlık yokluk arasında sıkıştırmıştır. Küçük üretici, üretim araçlarının pahalılığı gibi birçok gelişme mücadele ederken bu sorunlara kuraklık gibi çevresel afetler de eklenince sorunlar iyice büyümüştür.

Tarım sigortası, çevresel risklerin yüksek olduğu durumda bir sonraki üretim sezonu için “sigorta” işlemi görürse, çiftçiler açısından anlamlı olur. Aksi takdirde, çiftçi, üretimden kopar ya da bankalara, Tarım Kredi Kooperatiflerine, tüccara-tefeciye yüksek faizle borçlanır. Bu da ayrıca yük anlamına geliyor.

Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin yapmış olduğu açıklamaya göre Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) kayıtlı çiftçilerin yaklaşık % 20 civarı sigorta yaptırmış. Tarımsal üretim faaliyeti başından itibaren dışsal etkilerin egemen olduğu, çevresel etkenlerin belirleyici pozisyonunu koruduğu bir üretim süreci olduğundan, çiftçi tarlaya girdikten sonra (ve öncesi) sürecin nasıl ilerleyeceği bilinmezliklerle dolu olabiliyor.

Hele ki iklim krizinin etkilerinin bu denli belirgin yaşandığı günümüz koşullarında tarım sigortası daha da değer kazanıyorken, üreticinin sigortaya mesafeli olması oradan istediğini alamamasındandır.

Tarımsal güvence olması gereken bir şey ekstra yük olmaya başlamış ve afet durumundaki zararı dahi karşılamıyor. Sigorta, afet durumunda çiftçiyle yapılan anlaşmanın imza tarihini baz alıyor, afet anını değil. Tarımsal girdi kalemlerine neredeyse günlük zam geldiğinden maliyetin aşırı yükseltilmesi, sigortanın yapıldığı tarihteki fiyatları çöp haline getiriyor. Hal böyle olunca da sigorta güvenceden çok ayak bağı oluyor.

Tarımsal üretimi planlama ve organize etmekle görevli Tarım Bakanlığı, bu alanın “kendiliğindenci” bir tarzda gelişen üretim biçimine karşı küçük üreticilerin lehine olacak hiçbir şeyi yapmıyor.

Kendiliğindenci tarzı tarım şirketlerinin çıkarı yönünde kullanarak kuraklık ve benzeri gibi halleri fırsata çevirip ülkede tarımın daha da çok endüstrileşmesine hizmet ediyor.

Coğrafyamızdaki köylülerin yaşadığı sorunlara hangi açıdan bakarsak bakalım karşımıza kırsal alanın üretim biçiminin endüstriyel sanayi tarımına entegre edilmesi yönünde siyasi iktidarın uygulamış olduğu tarım politikası çıkmaktadır. Bu politikaların özünü en anlaşılır şekliyle şöyle ifade edebiliriz; yerel desen bazlı küçük aile üretim tarzının mümkün olduğunca en geniş biçimiyle endüstriyel tarıma adaptasyonunun sağlanması ve köylünün kendi için üretim yapan üretim gücü olma vasfından çıkarıp tarım gıda şirketleri için üretim yapan işçiler haline getirilmesidir.

AKP’nin 20 yıllık tarım politikasının özü budur.

Tarım alanında yaşanan her sorun, bir bütün toplumun tüm kesimlerini etkilediği için bu alanda iklim krizi ve sonuçlarına yönelik alınacak önlemler bireylerin veya özel şirketlerin inisiyatifine bağlı kalmayacak ölçüde kıymetlidir. Tarım sigortası da bu açıdan ele alınıp bireysel önlem tarzından çıkartılıp kamunun sorumluluğunda ÇKK kayıtlı mı kayıtsız mı bakılmadan üreticilerin tümünü kapsayan bir tarım sigorta sistemi geliştirilmelidir.

Tarımsal üretim gıda sorunuyla da ilgili olduğundan tarım sigortası ücretsiz olmalıdır.

Gıda egemenliği, gıda güvencesi için bu şarttır. Mesele sigorta yaptırmayan üreticinin iflasından daha kapsamlı, toplumun gıda egemenliği, güvenli gıdaya erişimi ile ilgilidir. Gıda egemenliğinin tekellerin eline bırakılmaması için köylüler güvence altına alınmalıdır. Kapitalist sermaye birikim rejimi altında buna imkan yoktur. Bunun yolu demokratik halk devrimi güzergahıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu