Yaz aylarının gelmesiyle birlikte mevsimlik tarım işçileri daha fazla “görünür” olmaya başlamış olsa da coğrafyamızın iklim özelliklerinin vermiş olduğu avantaj, dört mevsim tarımsal üretim faaliyetinin yapılmasına olanak sağlıyor. Bu da tarım işçilerinin sadece yaz aylarında değil ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış mevsiminde de tarlada, bahçede çalışmaya devam ettiği anlamına yani sömürünün dört mevsim acımasız bir şekilde sürdüğü anlamına geliyor.
Sayıları yüz binlerle ifade edilen mevsimlik tarım işçiliği sorunu hiçbir dönem hak ettiği değeri görmemiş, emekçilerin yaşadığı sorunlar köylü/küçük aile işletmesi üreticisinin yaşadığı sorunların gölgesinde kalmış ve ciddi bir şekilde ihmal edilmiş bir sorun olarak kalmıştır. (Mevsimlik tarım işçiliği sorunu özü itibariyle toprak sorununun, köylü/küçük üretici sorununun bir uzantısı sonucu oluşmuş bir sorundur.) Emperyalist-kapitalist, çok uluslu gıda ve ilaç şirketlerinin yarı-sömürge ülkelerde uyguladığı neo-liberal serbest pazar ekonomisi politikası, siyasi iktidar partileri tarafından 1980’lerden sonra parça parça uygulanarak iç pazarda hakim hale getirilmiştir.
Bu da beraberinde coğrafyamızda tarımsal faaliyette metalaşmanın hız kazanımını, endüstriyel tarım ile birlikte kırsal alan işgücünde de nitelik değiştirme sürecini başlamıştır. Ve birçok ürün çeşidinde (çay, şeker pancarı, üzüm, kayısı, narenciye, tütün, fındık, pamuk vb…) meyve, sebze bahçelerinde mevsimlik tarım işçilerin kullanımı tercih edilen bir emek türü olmuştur. Çiftliklerden tutalım da fabrikalar için, hal’ler için, zincir marketleri için, tüccarlar için sözleşmeli üretim yapılan her yerde ürün verimini artırmak ve korumak için tarım işçileri tercih edilmektedir.
Tarımsal üretim faaliyetinde uzmanlaşmaya başlayan işçiler, nitelikli emek gücü haline geliyor. Bunun yanısıra düşük ücretlerle çalıştırılmaları, patronların işçilerle doğrudan iletişim kurma zorunluluğunun olmaması, “aracı”, “elçi”, “çavuş”, “dayıbaşı” (bu isimler bölgelere göre değişmektedir) vb. kişiler üzerinden mahsullerini toplatması, tarlada-bahçede çalışanlara karşı hiçbir ekonomik-sosyal sorumluluk taşımamaları, sigorta vb. şeylerin yükümlülüğünü almamaları tercih nedeni oluyor.
Toprakları siyasi iktidarların politikaları nedeniyle yok olan 100 binlerce köylü, yazın 40 dereceyi aşan sıcaklarda gün doğumundan gün batımına kadar çalışarak kışın soğukta, ayazda, yağmur çamur dinlemeden alınteri akıtmakta ve de karın tokluğuna çalışmak zorunda bırakılmaktadır.
İŞKUR’un tarım işçileri için belirlediği -Mayıs 2019- günlük yevmiye 90 TL, buna karşılık tarım işçilerinin büyük bir bölümü 50 ile 70 TL’nin altında yevmiyelerle çalıştırılmakta. Dört kişilik bir ailenin bir ayda sağlıklı beslenebilmesi için gıdaya 2.150 lira harcaması gerektiği şartta İŞKUR’un belirlediği yevmiyede açlık sınırının altında kalıyor.
Yevmiyelerin düşük olması emekçiler için sadece sağlıklı gıdaya ulaşma hakkında sorun oluşturmuyor aynı zamanda barınma/yaşam alanı koşullarında da sorunlara neden oluyor. Elektrik, su, mazot vb. şeylere her ay düzenli zam geliyor oluşu sadece köylü-küçük aile işletmesi-üreticiyi vurmuyor, mevsimlik tarım işçilerinin yaşamlarını da doğrudan etkiliyor. İşçilerin aileleri ile birlikte barınmaları için patronlar tarafından “ayrılan alan” genellikle yerleşim yerlerinden uzak, suyun, elektriğin, kanalizasyon vb. temel ihtiyaçların karşılanabileceği altyapının olmadığı yerler oluşundan kaynaklı su, elektrik gibi temel ihtiyaçlar da işçiler tarafından karşılanmakta.
İşçiler günde 12-14 saat gibi uzun saatler çalışmalarının yanı sıra yevmiyelerinin bir bölümünü “elçi”, “aracı”, “çavuş” adlı kişilere kaptırıyor. Bölgelere ve iş çeşidine göre bu aracıların aldıkları pay “sorumlulukları” değişiklik gösterse de sömürünün-baskının bir parçası olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Çukurovalı bir işçinin; “günümüz tarlada geçiyor. Aşırı sıcakta çalışmak insanı mahfediyor. Günlük 70 lira alıyoruz. Bunun 7.5 lirasını elçi alıyor. Yevmiye bize yetmiyor. Sabahtan akşama kadar çalışıyoruz. Bazen paramızı alamıyoruz…” (04.06.19, Evrensel) sözleri yaşanan emek sömürüsünün sadece patron ayağı olmadığını aracıların da emek gaspına ortak olduğunu gösteriyor.
Tarım işçilerinin yaşam koşullarını anlamak için Bursa Tabip Odası’nın 2010 tarihli raporuna bakmak yeterli olacaktır (rapor 2010 tarihli olsa da o tarihten günümüze hiçbir olumlu gelişmenin yaşanmadığı, aksine şartların daha da kötüye gittiği bir gerçektir); Burada yaşayan insanların neredeyse hiçbir temel ihtiyacı karşılanmamaktadır. 250-300 civarında olan hanenin çok ilkel barınma koşullarına sahip olduğu gözlenmiştir. Barınma toprak üzerine yerleştirilmiş el yapımı çadırlarla sağlanmaktadır.
Barınma alanında temiz içme veya kullanmaya suyu yoktur… Orada yaşayanlar tarafından suların bakteriyojik ve biyokimyassal analizlerinin hiç yaptırılmadığı söylenmiştir. Çadırların toprak zemin üzerine oturtulması nedeniyle yağışlı havalarda su baskını olduğu ifade edilmektedir. Çadırlara elektrik sağlanmamıştır. Kanalizasyon bulunmamaktadır…
İşçilerin etnik kimlikleri ve düşük vasıflı işçi olmaları, ağır emek sömürüsünün yanı sıra sosyal olarak da bulundukları çevreden dışlanmalarına neden olmakta. İşçilerin çoğunluğun Kürt ve Suriyeli olduğu görülüyor. Bu koşullarda sınıfsal sömürü ulusal baskı ile iç içe geçmektedir.
Sonuç olarak, genel sorunları sıralarsak, çalışma şartlarının ağır ve kötü koşullar altında olduğu, 12-14 saat gibi uzun çalışma sürelerine karşı asgari ücretin dahi altında maaş, kadın ve çocukların yevmiyeleri kölelik koşullarından farksız karın tokluğu düzeyinde, sosyal güvencesiz, hakların olmadığı, ırkçı baskılara maruz kalmaları, kadınların cins kimliklerinin baskı altında olması, aynı işi birlikte yaptıkları erkeklerden daha düşük yevmiye almaları, şiddete varan sosyal baskı…
Her türlü güvenceden, sigorta, iş ve işçi sağlığı, barınma ve ücret garantisinden uzak bu çalışma biçiminin sözleşmeli işçilik kapsamında bile görülmemesi konunun bir devlet politikası olarak gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. İşçiler “elçi, aracı, çavuş” aracılığıyla iş sürecine dahil olmakta bu sürecin şartları için haklarını koruyacak bir sözleşme dahi yapamamaktadır, barınma sorunu için, ödeme planı için, iş ekipmanları, iş sağlığı, sigorta hakları, devlet destekleme sisteminden yararlanmak vs. için adres elçiler, çavuşlar, dayılar olduğu için burada tek geçerli hukuk feodal hukuk oluyor.
Mevsimlik tarım işçiliğini katmerli bir sömürü alanı olmaktan çıkarmak için tek yol mücadeleden geçmektedir, temel çalışma haklarının sağlanmasının tek koşulu buradadır. Bu feodal sömürü düzeninin atılması ancak böyle mümkün hale gelir. Sendikasız çalışma koşullarının her türlü sömürüyü katmerleştirdiği de unutulmamalı.