GüncelMakaleler

EMEK | Gıda Krizi Sistemin Ürünüdür

"Ekonomik parametrelerle tarımsal üretim arasındaki doğrusal ilişki bu nedenlerle ezilen-sömürülen tüm kesimlerin çıkarlarıyla uyumlu bu politikalara geçit vermemektedir."

Türkiye’de tarımsal üretim AKP iktidarının uygulamış olduğu neo-liberal politikalar nedeniyle uzun yıllardır yapısal bir kriz sarmalı içinde her aşamada yeni kriz anaforları üretiyor. Tarım alanında yaşanan sorunlar başta kırsal bölgeleri-köyleri etkiliyor olsa da tüm ülkede gıda krizi şeklinde yansıma buluyor.

Daha önce defalarca dile getirdik; gıda krizinin anlamı, gıda fiyatlarının yükselmesi nedeniyle emekçi halk sınıflarının gıda ürünlerine (sağlıklı, güvenli ve ucuz gıdaya) ulaşamaması ve erişiminde yaşadığı zorluk anlamına gelmektedir. Gıda krizi sınıfsal bir sorundur. Zenginlerin, parası olan patronların gıdaya erişim diye bir sorunu olmadığından gıda krizi sadece emekçi halk sınıflarını tanımlayan bir sorundur. Özcesi, üreten, emeğiyle geçinen milyonların en temel gıda/besin ürünlerine ulaşmada yaşadığı zorluğun adıdır gıda krizi.

Bundan kaynaklı gıda krizi dendiğinde akla gelmesi gereken ilk şey, gıda ürünlerinin yokluğu değil var olana yoksul halkın ulaşamamasıdır. Türkiye “tarım ülkesi” olarak adlandırılır ve bu alanda dünya genel ortalamasının üzerinde verimli tarım arazilerine sahiptir. Dünyada tarımın ilk yapıldığı yerleşim alanlarından biri olan Anadolu-Mezopotamya coğrafyası, ekosistemin iklimsel özelliklerinden kaynaklı birçok değişken bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yapar. Zengin bitki örtüsüne sahip olması ekosistemin, topraklarının özelliklerinden kaynaklıdır.

Anadolu-Mezopotamya toprakları, zengin bitki ve hayvan varlığı çeşitliliğine sahip olmasına rağmen yoksul halkın hayvan kaynaklı ürünlere erişememesi tamamen siyasi iktidarın tercihlerindendir, uygulayıcısı olduğu neo-liberal endüstriyel tarım politikalarındandır.

Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 2022 yılı raporuna göre, dünya genelinde et ve et ürünlerinin fiyatı yüzde 2.5 arttı. Türkiye’de ise resmi verilere göre bu ürünler yüzde 90 zamlandı! Aynı şekilde; “BM-FAO’nun derlediği, tahıllar, yağlı tohumlar, süt ürünleri, et ve şeker fiyatlarındaki aylık değişimleri izleyen dünya gıda fiyatlarının endeksi Ocak ayındaki 130.6 seviyesinden Şubat ayında 129.8’e düştü.” (03.03.2023, Sözcü)

Fiyat belirleme gücü şirketlerin elinde

Tarım ve hayvancılık, neo-liberal piyasa koşullarında endüstriyelleştikçe gıda üzerindeki ürün çeşit motifinin oluşumu şirketlerin çıkarı doğrultusunda belirlenen şeyler haline geliyor. Tarımın yani gıdanın geleceği endüstriyel tarımın yaygınlaşmasına paralel biçimde şirketlerin elinde sıradan metalara dönüşüyor. Gıda, tüm canlıların besin elementiyken pazarda alınıp satılan şirket malı haline geliyor. Tarımın metalaşması, çevresiyle olan etkileşimini de değişime uğratıyor. Pazarda metalaşan tarım ürünlerinin fiyatını belirleme gücü şirketlerin elinde toplanıyor.

Endüstriyel üretim tarzı eko-sistemin yapısında sorunlara neden olduğu gibi tek tip üretimin yaygınlaşması (endüstriyel üretim aynı zamanda tek tip üretimin hakim üretim tarzı olmasıdır) kriz sarmalı içinde yeni yeni sorunlar yaratıyor.

Bu sebeplere dayalı olarak AKP’nin uygulamış olduğu tarım politikasından kaynaklı üretiminde sorun yaşanmayan birçok temel gıda ürününün fiyatı lüks tüketim mallarıyla yarışıyor. (Örneğin kuru soğanın kilosu 19 lira!) TÜİK verilerine göre şu an üretilen domates oranı ülke ihtiyacının yüzde 20 üzerinde olmasına rağmen pazarda, markette domates fiyatı çok pahalı. Bu fiyata göre bir menemenin maliyeti 70 lira! Bu durum birçok ürün çeşidi için geçerli. Ürün var ama fiyatı çok pahalı olduğundan emekçiler alırken zorluk yaşıyor.

Durum buyken temel gıda ürünlerinin fiyatı halkın alım gücünü zorluyor. Bu yıl yaşanmakta olan kuraklık nedeniyle özellikle de kuru tarımın yapıldığı bölgelerde kimi ürün (arpa, buğday, mercimek vb. gibi) çeşidinde rekolte kaybı bekleniyor. İlkbaharda da yağması beklenen yağışlar gerçekleşmez ise tarımsal anlamda ciddi sorunların yaşanacağı biliniyor. Örneğin Ege, Türkiye’nin önemli tarım bölgelerinden ve diğer bölgelerde yağışların azalış oranı aynı şekilde düştü ve tarımsal kuraklık yaşanıyor.

Tarımsal üretimde köylüler geçmişten bu yana her üretim sezonunda kâr elde etmez, kimisinde zarar eder. Bu tarımsal üretimin birçok dışsal etkenle içiçe geçmesinden kaynaklıdır. Tarımsal faaliyet her şeyden önce çevresel koşullara, ekosistemin doğal döngü devinimine göbekten bağlıdır. İklim koşulları ve bitki türlerinin evrimsel gelişimi, tabiat ile kurduğu (zorunlu) ilişki onun verimliliğini, üretkenliğini vs’yi belirler. Kuraklık (ve ekstrem diğer doğa olayları) yerkürenin içsel döngüsünü içerisinde belli periyotlarla gerçekleşen bir şey, bu dünyanın oluşumundan bu yana böyledir. Köylüler buna belli yönleriyle de hazırdır. Hazır olmadıkları zaman da her yılın kendi içinde riskler barındırdığını bilir, önlem alabiliyorsa önlemini almaya çalışır.

Depremin etkisi

2018 yılında Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişle birlikte ekonomik kriz girdabı her yıl biraz daha boyutlanarak derinleşiyor. Tarımsal girdi maliyeti enflasyonu katlanarak artıyor. Üretim maliyetinin sürekli yükseliyor oluşu köylüleri içinden çıkılmaz bir duruma sürüklüyor. Küçük üretici maliyetin ağırlığıyla başa çıkmaya çalışırken buna bir de tarımsal kuraklık gibi dışsal etkenler eklenince üretimde kalmakta zorlanan köylüler daha da güç şartlarla başa çıkmaya çalışıyor.

Önümüzdeki üretim sezonu ve bunun tarımsal alana yansımasını üç temel başlık altında ele alabiliriz;

1- Tarımsal girdi maliyeti enflasyonu (TÜİK’in resmi verilerine göre bile enflasyon yüzde yüzün üzerinde) ve maliyet yükü nedeniyle köylünün üretimden kopma eğiliminin güçlenmesi veya belli ürünlere yönelmesi. Bu da ürün çeşit deseninin bozulması ya da azalmasına yol açacağı için kimi tarım-gıda çeşidinde aksamalar yaşanması. Arz talep formülasyonunun halkın aleyhine, tarım şirketlerinin lehine oluşması, ithalatın önünün açılması (varolanın artması).

2- Kuraklıktan kaynaklı (tarımsal kuraklık aynı zamanda üretim maliyet yükünü artırır. Sulama, enerji, gübre ihtiyacı vs. gibi) özellikle kuru tarım yapılan bölgelerde arpa, buğday, mercimek vs. gibi gıda öğelerinde rekolte kaybı yaşanması. (Bunlar aynı zamanda hayvan yeminin de malzemeleridir.) Yağışların mevsim normallerinin altında gerçekleşmesi çayırlıklarda-meralıklarda otlanmamasına neden olur, hayvanlar buralardan yeteri oranda yararlanamaz. Üretici daha fazla para ile yem almak zorunda kalır.

3- Depremin yıktığı 10 il Türkiye’nin bitki ve hayvan üretiminde önemli yerler. “Türkiye’de tarım yapılabilen alan 238.5 milyon dekar. Bu alanın yüzde 16.2’si yani 35.8 milyon dekarlık bölümü depremde zarar gören 10 il de bulunuyor.” Deprem bölgesinde 2 bin 800 ahır yıkıldı, on binlerce büyükbaş ve küçükbaş hayvan öldü. Köylünün elinde yem yok, üretici kalan hayvanlara da ölmeyecekleri kadar yem (bulabilirse) veriyor. Tarım araçları zarar gördü, seralar yıkıldı, evleri yıkılan köylü göç etti. Tarlada, bahçede, serada çalışacak iş gücü sekteye uğradı…

Ezilen kesimlerin çıkarlarıyla uyumlu tarım politikaları

Bu sorunlar çözümü olmayan sorunlar değil bizzat AKP iktidarının neo-liberal tarım programının ürünü endüstriyel tarım sanayi sermayesinin çıkarlarını önceleyen politikaların sonucudur. Bu üç başlığa baktığımız zaman tarımsal alanda ciddi sorunların olduğunu görebiliyoruz. Buradaki esas mesele, tarımsal üretim örgütlenmesinin oldukça siyasi ve elbette sınıfsal çıkarlar ekseninde şekillendirildiğini görmek, tespit etmektir. Bu tespitin üzerine olan ve olması gereken ayrımının ortaya çıkması gerçekleşecektir. Mevcut politikalar ve tarımsal üretim, tüketim, dağıtım ilişkileriyle ülke tarımının düze çıkması, gıda krizinin engellenmesi mümkün değildir.

Tüm üretim araçlarında kamusal mülkiyet politikasıyla üretim araçları üzerindeki egemenlik ilişkileri çözülmeli, tüm üreticiler ihtiyaç duydukları üretim araçlarına ücretsiz erişebilmeliler. Tarımsal sulama, gübreleme, ilaçlama, aşılama yöntem ve sistemlerinin kurulumunda kamu yüklenici olmalı, ekosistemin bütünlüğünü tanıyan, doğa-toplum uyumuna uygun projelerle üretim yapılanmaları oluşturularak risk faktörleri minimalize edilmelidir.

Tarımsal üretimde bütün üreticilerin endüstriyel tarım şirketlerinin baskısından, vahşi sulama, gübreleme, ilaçlama, aşılama yöntemlerinden ancak böyle kurtulabilir. Ekonomik parametrelerle tarımsal üretim arasındaki doğrusal ilişki bu nedenlerle ezilen-sömürülen tüm kesimlerin çıkarlarıyla uyumlu bu politikalara geçit vermemektedir. Tüm sanayi ve tarım proletaryasının ve tüm üreticilerin, köylülerin son derece net olması ve bunu değiştirmek için mücadele etmesi gereken nokta burasıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu