“Tarihte ilk kez yeni tip bir devlet iktidarı, dünya çapındaki her türlü sömürü, baskı ve köleliği silip süpürmek üzere devrimin iradesinin görev başına çağrıldığı bir iktidar yaratılmakta… Bundan böyle bilimin mucizeleri ve kültürün kazanımları bütün ulusa aittir; insan beyni ve dehası bir daha asla baskı ve sömürü yararına kullanmayacaktır.” (Lenin’den aktaran Liebmain M., Lenin Döneminde Leninizm, c. 2, s. 7)
Lenin, iktidara geldikten kısa süre sonra devrimin amacına ve bunun başarılacağına dair inancını yansıtan bu sözleri kullanmıştır. Bu sözlerin söylenmesinin üzerinden yaklaşık 100 yıl geçmiş bulunuyor. Bu yüzyıl içinde Lenin’in kurulmasına öncülük ettiği Sovyet devriminin yanısıra Mao önderliğindeki Çin Devrimi ve dünyanın pek çok yerinde ilan edilen devrimlerin hiçbiri yaşayamadı. Özellikle Sovyet revizyonizminin çöküşünü simgeleyen Berlin Duvarı’nın da yıkılmasıyla sosyalist devrime olan inançta önemli kırılmalar yaşandı. “Tarihin sonu” ilan edildi. Burjuvazi, zaferini ilan etti… Marksizm’i rehber edinmiş devrimciler ve devrimci örgütler içinse bu yenilgiler birer sınav niteliğindeydi. Tarihi ve sınıf mücadelelerini, Marksizm’in tarihsel ve diyalektik materyalizmini baz alarak yorumlayabilecekler miydi yoksa burjuvazinin özellikle de liberal teorilerinin etkisinde kalarak uzlaşmayı, birlikte yaşamayı mı temel alacaklardı?
Bu sorular aslında yeni değildir. Lenin’in “Ne Yapmalı?”sı bu soruların sorulmasıyla başlar. Uzlaşma ve beyaz bayrağı çekmek mi yoksa mücadele ve kızıl bayrağı seçmek mi? Mücadele ve kızıl bayrağı çekmek demek; halkların tarihinden ve dolayısıyla Ekim Devrimlerinden (1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti ilan edilmiştir) öğrenmek demektir. Bizim de yapmamız gereken budur!
Devrimi devrimlerle sürdürmek!
Sınıf mücadelesi, sınıfların ortaya çıkışıyla başlamıştır. Ezilenlerin, baskıya, sömürüye, yokluğa karşı mücadeleleri hiçbir zaman bitmemiş ve sınıflar var olduğu müddetçe de bitmeyecektir. Dönemindeki egemenlerin sesi olan Selçuklu Veziri Nizammülk’te bu gerçeği Siyasetnamesinde, “Adem’den bu yana her asır ve çağda dünyanın her yöresinde isyancılar olagelmiş”tir demişti. Üstelik kendisi de bu isyancılardan birinin (Nizari İsmaililerden) saldırısı sonucu hayatını kaybetmiştir. (Egemenler tarafından halen “küfür” olarak “Haşhaşiler” denmesi onlara verdirilen büyük kayıplardan olmalıdır.)
Ezilenler, Spartaküs’ten Babek’lere, Karmati’lerden İsmaili’lere, Şeyh Bedrettin’e, Celalilere, Paris Komünü’ne, Sovyetler’e ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne kadar pek çok zaferin yanısıra pek çok yenilgiyi de yaşadılar. Fakat tarihin hiçbir döneminde yaşanan yenilgiler, onları tekrar ayağa kalkma ve tekrar mücadeleye sarılıp yeni yenilgiler ve yeni zaferler yaşamaktan alıkoymamıştır. Egemenlerin manipülasyonu ideolojik hegemonyası ne kadar güçlü olursa olsun asla ezilenlerin yalın gerçeğinden yani baskı altında olmalarından, ezilmelerinden, sömürülmelerinden daha baskın olamaz. İşte bu yalın gerçeklik, tarihin her döneminde yani Nizammülk’ün ifadesiyle “Adem’den bu yana” isyanların olmasına yol açmıştır. Bu isyancıların “rüyası” hep “her türlü sömürü”, baskı ve köleliği süpürmek olmuştur.
Ezilenlerin ve isyancıların tarihinden öğreneceğiz. Kaypakkaya yoldaşın dediği gibi “tarihi devrimci mücadelede bir silah haline getirmeyi” bileceğiz. Ezilenlerin tarihinden öğrendiğimiz ilk şey de egemenlerle uzlaşmamak, ne kadar “ilerici”, ne kadar “uzlaşmacı”, “hümanist” vs. olurlarsa olsunlar, onları “tarihimizin bir parçası” değil “düşman olarak” görmektir. Düşman olarak görmek, mücadelenin hedefinin-ana doğrultusunun onların iktidarını ve onun her türlü sonucunun silinip süpürülmesi demektir. Leninizm’in Rusya’daki deriminde Nisan tezlerinde gösterdiği budur. Komünist Parti içerisinde devrimin önderliğinin burjuvaziye bırakılması olduğunu bilen Lenin yoldaşlarını ikna ederek Ekim Devriminin hazırlıklarına başlamış ve zaferle taçlandırmıştır.
Ezilenlerin devrimci mücadelesinin ana hedefi, devrimin sorunu çok net, devlet iktidarının ele geçirilmesi ve eski iktidarı kurulmasıdır. Bunun vurgulanması ve kavranması ezilenlerin mücadelesinin nihai olarak zafere ulaşması için gereklidir. Çünkü son on yıllarda post modernist teorilerin de etkisiyle “her türlü iktidar” reddedilmekte ve aslında bunun ezilen kesimleri nasıl bir zaafiyete mahkum kıldığı görülmemektedir. Devlet, egemen sınıfların “stratejik örgütlenme yeri” (Poulantzas) olarak mücadelenin başarısı için hedef alınmak zorunda olunan bir aygıttır.
Lenin’in “yeni tip bir devlet iktidarı” terimi bizler için yol gösterici olmalıdır. SSCB’nin de Çin’in de yıkılışında burjuva devletten kopuşamamamın ve belli bir aşamadan sonra sosyalizmin “devlet kapitalizmine” dönüştürülmesinin etkisi belirleyicidir. “Yeni tip devlet iktidarı” ezilenlerin kendi öz çıkarlarını gerçekleştirmesini sağlayacak ve temel hedefi kendisini güçlendirmek değil, gün geçtikçe sönümlendirmek ve yok etmek olacaktır! Bu “yeni tip devlet”in tam da hedefine uygun olarak yeni bir tarzda komünler ve meclisler üzerinden yükselen bir yönetime sahip olması, bürokrasiyi yok etmesi ve tüm halkın silahlanmasını (özel bir askeri gücün olmaması) temel alması gereklidir. Bu kendini yönetme ve kendi çıkarlarını gerçekleştirip/korumada ezilenlerin elindeki en güçlü silahtır. Dolayısıyla “sosyalist devlet”ten veya “sosyalist devlet iktidarından” bahsedildiğinde, mevcut devlet aygıtının benzerinin akla gelmesi ve bunun üzerinden eleştiri yapılıp iktidar kavramının reddedilerek tüm sınıfların bir arada yaşamasına veya egemen sınıfların “çıkarlarını” gerçekleştirmeyecek bir duruma getirilmesine itiraz etmek yapılacak en büyük yanlışlardandır.
Lenin’in devrimden hemen sonra partisinin programına koyduğu aşağıdaki formülasyon yazdıklarımızı en net haliyle ifadelendirmektedir: “Parti, polisin ve daimi ordunun tamamen kaldırıldığı ve yerine halkın genel silahlanmasının, genel milisin konduğu daha demokratik bir cumhuriyet için, bir proleter-köylü cumhuriyeti için mücadele eder; bütün görevli kişiler yalnızca seçilmekle kalmaz, seçmenlerinin çoğunluğunun isteği üzerine her zaman görevden alınabilirler; istisnasız tüm görevli kişilerin ücreti, kalifiye bir işçinin ortalama ücretini geçmeyecek bir yükseklikte saptanır; parlamenter temsili organların yerine yavaş yavaş, aynı anda hem yasam ve hem de yürütme görevini yürüten Halk (çeşitli sınıf ve mesleklerin ya da çeşitli yörelerin) Temsilcileri Sovyetleri konur.” (Lenin, SE, c. 6, s. 118)
“Yeni tip devlet iktidarı”nın SSCB’de -nedeni başka yazıların konusu olmak üzere- bir aşamadan sonra oluşturulamadığını görüyoruz. Bu konuda Maoizm ve büyük proleter kültür devriminin anlaşılması büyük önem taşımaktadır. Hata yapmayan, her şeyi bilen ve merkezileşmeyi esas alan bir komünist parti ve devlet iktidarı yerine halkın gücüne, eleştirisine ve öz yönetimine dayanan bunu lafla değil pratikle “Kültür Devrimi”yle gerçekleştiren Maoist tarzın kavranması önemlidir. Rusya’daki Ekim Devrimi’ni anlamak ve çözümlemek tam da bu nedenle Maoizm’i anlamadan ve kavramadan gerçekleştirilemez. Büyük Proleter Kültür Devrimi iktidarın ele geçirilmesinin sadece bir ilk adım olduğunu, esas işin sonrasında bizleri beklediğini ortaya koymuştur! Bu iş de devrimi devrimlerle sürdürmekten başka bir şey değildir. Bu durduğu zaman devrim gerilemeye başlamış demektir.
Lenin’in yazımızın başındaki sözünün vurguladığı “dünya çapındaki her türlü sömürü, baskı ve köleliği silip süpürmek” görevini gerçekleştirmek bizi bekliyor. Tüm ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan sınıf ve katmanların birleştirilmesi ve oluşan bu yenilmez gücün başta devlet olmak üzere mevcut sistemin tüm aygıtlarına yönetilmesini gereklidir. Bu da yine ekimlerin gösterdiği gibi örgütlü öncü bir KP’nin varlığıyla gerçekleşecektir. Ekim’ler bize ol göstermeye devam ediyor.