Evet artık herkesin bir şekilde dillendirdiği, bu konuda söz söylediği ve hiç kimsenin memnun olmadığı eğitim sisteminin durumu üzerine birkaç şey söyleyerek “akıp giden yaşamın neresinde durmalıyız” sorusunu kendimize sormak istiyoruz.
Bu sistemin içerisinde yer alan ve bir türlü aslında bu sistemin yeniden üreticileri olan öğretmenlerden bahsetmek elzem bir mevzudur. Sayıları yüz binleri bulan eğitim emekçileri sözde güvenceli bir iş alanı olarak görülmesine rağmen içerisinde birçok güvencesizliği barındırmaktadır. Bunlardan en bilineni ise ücret karşılığı çalışan ücretli öğretmenlerdir. Bu alanda sadece Eğitim Fakültelerinden mezun olan öğretmenler değil farklı fakültelerden mezun olan birçok işsiz insan sözde istihdam edilmektedir. Tam bir tüccar kafasıyla hareket eden yönetici konumundakiler bir kadrolu çalışan yerine üç ücretli öğretmen çalıştırıyor. Herhangi bir güvence olmadığı için aba altından sopa göstermek çok daha kolay oluyor.
Yanlış anlaşılmasın sanki kadrolu öğretmenler çok örgütlü onlara dokunulamıyor falan demek istemedim! Bugün manşet manşet verilen öğretmen kadrosuna atanan ama aslında öğretmen olmayan kişilerin diplomaları incelenecek. Toplamda son 18 yıl içinde atanan 650 bin öğretmenin diploması incelenecekmiş. Sahte diplomalarla nasıl oluyor da kadro alıyorlar gibi. Çok da şaşırmadığımızı ifade edelim. Bugün siyasi iktidar kamu personel sisteminde görev tanımı açık, çalışma biçimi ve süresi belli, sosyal ve özlük hakları olan kamu emekçileri ile çalışmak istemediği aşikar. İktidar piyasada rekabet eden şirket gibi hareket ederek performans sistemi uygulamalarıyla çalışanlar arasında rekabet ortamı yaratmayı, çalışma yaşamı içerisinde kalmak istiyorsan diğerini geçeceksin, onun üstüne basarak yükselebilirsin anlayışını oturtma yolunda hızlı adımlarla ilerlemekte.
Bulunulan şehre, okulun büyüklüğüne, yöneticilerle öğretmenlerin uyumuna, okul ile ikamet edilen yerin mesafesine, veli profili ile öğrenci profiline varana kadar çok boyutlu sorun teşkil edebilecek durum söz konusu öğretmenlikte. Bunlardan daha da önemlisi esası teşkil eden bir mesele, bizce malzemesi insan olan bir meslek olması. Eğitim sistemi baştan itibaren çarpık, henüz hiçbir organı yerli yerine oturmamış, hala her yıl müfredatı değişen tam bir yapboz oyununa dönüşmüş yapısıyla ihtiyaca yanıt olması mümkün görünmemektedir. Küçücük çocukları eğitmek, evrensel değerler ile donatmak doğal olarak pek de mümkün olmamakta. Kalabalık sınıflar, devasa bir yük olan müfredat… Şu söylenebilir işte yapboz şeklinde işte müfredat hafifletiliyor, işte çocukları farklı alanlarda kendini geliştirmesinin önünü açacak derslerin saatleri çoğaltılıyor, seçmeli dersler veriliyor vs. denilebilir. Ancak öğretmenler buna hazır mı, okulun fiziki koşulları buna uygun mu, velilere buna dönük herhangi bir anlatım yapılıyor mu? Elbette ki hayır…
Dikkatlerinizi çekiyor mu bilemiyoruz, eğer çekmediyse belki sonra çeker dileriz!
Bu ülkede sürekli bir şeylerin değiştiği, iyileştirildiği, yaşamın kolaylaştırıldığı söyleniyor. Bilmem kaç tane yeni üniversite açılmış, bilmem kaç tane yeni okul yapılmış, akıllı tahtalar, tabletler, bilgisayar sınıfları, kütüphaneler vs. yapıldığı ifade ediliyor. Yani pratikte hiçbir karşılığı olmayan “zavallı reformları” dev projeler olarak halkın gözüne sokmaya çalışıyorlar. Herkesin kendi evinde yaptığı mini hesabı bizde buradan aktaralım eskiden liseyi bitiren genç bir yıl dershaneye gider üniversiteye hazırlanır ve kazanır ise kazanır yoksa yaşamını nasıl devam ettireceğine karar verir ve ona göre hayatına bir yön verirdi. Hani çok fazla ekonomik güçlük yaşamıyorsa bir yıl daha dershaneye giderdi sonrasında yaşamını yönlendirirdi.
Ama bugün korkunç projeler ile gencecik yaşamlar ilkokul sıralarından başlayarak sınavlarla, aynı sırada oturduğu arkadaşını geçmek üzere programlanmış bir sistem içerisinde, çocukluğunu dahi yaşamadan, toplumsal bütün paylaşımlardan uzak, yaşamın hiçbir güçlüğünü tanımayan, hani halk arasında bir deyim vardır ya “bir bardak suyunu dahi alamayan” insanlar olup çıkmaktayız. Ne için bütün bunlar aman çalışsın, bir soru daha fazla yapsın bir soru birçok kişiyi geçmesi demek. Peki tüm bu engelleri aştığımızda ne oluyor kocaman bir geleceksizlik, yaşama yabancı işsizler ordusu!
Geçenlerde tesadüfen bir okula yolum düştü metrelerce yükseklikte kalın duvarlarla çevrili bir okul, bu duvarların üstüne yapım aşamasında kırık cam şişeleri yerleştirilmiş, daha bitmedi üzerine bir de jiletli dikenli teller yerleştirilmiş. Sonra okulun içerisine girdiğimde manzara değişiyor. Atölyeler, akıllı tahtalar, spor sahaları falan… bu ne yaman çelişki diye söylene söylene ziyarete geldiğim sınıfa girdim, bu sınıf 2. Kattaydı sınıfın camları yarıya kadar yani öğrencilerin oturunca ki boy seviyelerinde boyanmıştı. Amaç dışarıyı izlemelerini engellemekmiş. Bu manzaradan sonra artık okullar dikkatimi çekiyordu, yolda yürürken önünden geçtiğim her okulu inceliyordum acaba hepsi mi öyleydi diye, evet neredeyse hepsi jiletli tellerle çevriliydi. Jiletli tellerin en çok kullanıldığı alanlar okullar ve hapishaneler. Evet eğitim yuvaları diye bize ezberletilen ikinci yuvamız olan okullarda, “suçluları cezalandırmak” için yollanan hapishaneler gibi aynı düşünce yapısı ile şekillendiriliyor.
Okullar eğitim kurumları olmaktan çıkmakta,
Çocuklar yarış atına dönmüş durumda,
Öğretmenler düşük ücretle, esnek güvencesiz angarya çalışmaya zorlanmakta,
Siyasal kadrolaşma zirve yapmış durumda,
Sürekli tekrar ve ezbere dayalı olan eğitim sistemi ile uygunsuz fiziki koşullar ve eksik kadrolar ile genç beyinler kullanılamaz hale getirilmeye çalışılmakta.
Bütün bu yaşananlara karşın; Yaşamın her yerinde olan biz eğitim emekçileri herkes şuan neler yapıyor, zamanını nasıl kullanıyor çok bilememekle birlikte olabileceklerin sınırını düşündüğümde benzer şeylerdir sanırım. Koskocaman katliamlarla, ölümle baskıyla şiddetle dolu bir yılı 2015 noktaladık 2016 yağan kar ile birlikte görece gülümseyen umutlarla karşıladık demek isterdim ama çok öyle olmadı/olmayacak. Daha doğrusu öylesi içimizden gelmiyor öyle yapsak insanlığımızdan utanıyoruz. Kürt illerinde yaşanan savaşta çocukların, kadınların insanlığın yaşam hakkı elinden alınıyor, eğitim hakları gasp ediliyor ve öbür yanda bunlar hiç olmuyormuş gibi yaşamı sürdürmeye çalışıyoruz.
Eğitim, yaşam, sağlık, barınma gibi temel hakların ihtiyaçların dahi görmezden gelindiği bir ülkede yaşamayı reddediyoruz. Çocuklara soru sormayı öğretmeye çalışan biz eğitim emekçileri kendimiz soru sormayı unutmamalıyız. Soru sormak, eleştirmek kendimizin de yapması gereken şeyler.
Bir Partizan okuru