(Aşağıdaki yazı elimize e-mail yoluyla ulaşan proletarya partisinin iç yayın organından alınmıştır. Güncelliğinden dolayı olduğu gibi yayımlıyoruz.)
Geride bıraktığımız süreç, proletarya partisi açısından olmazsa olmaz birçok olguyu yıpratmış ve darbelemiştir. Proletarya partisinin ve partililerin güvenliği, birbirine güveni, kurum içi iletişim kanalları ve biçimleri, komitelerin varlığı ve işleyişi bu süreçten en çok zarar gören ve yıpranan yanlarımız olmuştur. Kuşkusuz tek “günah keçisi”, süreç değildir. On yılların biriktirdiği sorunlar ve aşınma halimiz, örgütümüzü bu tür süreçlere açık ve savunmasız hale getirmiştir. Dolayısıyla bu süreçte temel yönelimimiz, yıpranan ve aşınan parti anlayışı ve işleyişini güçlendirmeyi, örgüt içi kurumların yeniden yerli yerine oturtulmasını hedefleyen içe dönük bir süreç örmektir. Demokratik alana dönük çalışmaların daha sınırlı ve seçici olacağı bu yönelimimiz elbette politik süreçlerden kopmayı getirmemeli, kesinlikle bu tür bir kopuştan uzak durulmalıdır.
(…) Bu süreçteki yönelimlerimizden biri de kadro yaratmak olmalıdır. Kadro yaratmak için hedef kitlemiz olması gereken gençliğe yönelmemiz gereklidir. Bu dönemde ve bu durumda iken bir anda geniş kitlelere ulaşmamız gerçekçi olmadığından bize en yakın olan kesimlerden başlayarak kitlemizi örgütlü güce dönüştürmeliyiz. İçe dönük eğitim meselesinde daha güncel bir sıralama yapmamız gerekmektedir ve öne çıkan yoldaşları yeni oluşturacağımız eğitim çalışmaları perspektifiyle yakınlaştırmak ilk amacımız olmalıdır. Bu konuda ciddi bir eksikliğimiz içinde olduğumuz ortadadır.
Devrimci faaliyetimizin, sınıf mücadelesinin değişen gereklerine göre bir biçim ve içerik kazanabilmesinde kadro ve militanlarımızın teorik ve politik seviyesinin ve örgütlenme bilincinin tayin edici bir önem taşıdığına hiç kuşku yoktur.
En doğru siyasal/örgütsel belirlemelerin bile uygulayıcıları tarafından bütünlüklü kavranmıyorlarsa ve yerine getirilmeleri için tüm olanaksızlıkları olanağa çevirme cüreti ve iddiasıyla hareket edilmiyorsa bir anlamı yoktur. Stalin’in “her şeyi kadrolar belirler” sözü tam da bu yakıcı gerçekliği en yalın haliyle vermektedir.
Devrimci faaliyet her zaman koşulları ve anı yakalamak zorundadır. Sistemin, en örgütlü baskı ve sömürü aracı olan devlet aracılığıyla, devrimcilerin faaliyetleri esas itibarıyla zor koşullarda ve olanaksızlıklar içinde yürütülür.
Yani devrimciliğe dair sürekli yapılan yaratıcılık, irade, amaca bağlılık, kararlılık gibi vurguların hepsi aslında bir devrimcinin “olağan” özellikleri olmak zorundadır ki, bütünüyle örgütlü olan sisteme kalıcı ve sağlam darbeler vurulabilsin. Bu kapsamda devrimcilerin verdikleri mücadeleye dair derinlikli bir kavrayışa sahip olmaları, sürekli olarak mevcut yüzeyselliklerden kopmaya çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Eğitim çalışmalarımız burada tayin edici bir rol oynamaktadır/oynamalıdır.
Eğitim çalışmalarının planlanarak amaca odaklı yapılması ve en önemlisi disiplinli bir şekilde ele alınması, verimin üst boyutta olması için temel bir önem taşımaktadır. Eğitim çalışmaları bireysel veya toplu şekilde ele alınabilir.
Faaliyet alanlarında her ikisinin birlikte ele alınması en uygun olandır. Yaşadığımız özgün sürecin somut sonuçlarından birisi de az sayıdaki yoldaşımızın kolektif içi meselelerin yanısıra yaşanan tutuklamalar, mecburi olan değiştirmeler gibi etkenlerden kaynaklı her zamankinden fazla sorumluluk almak zorunda kalmış olmasıdır. Bu sınıf mücadelesinde her zaman yaşanabilecek bir durumdur. Rusya ve Çin devrimlerini anlatan kitaplar okunduğunda bazen tek bir kadronun tüm bir bölgedeki örgütlenme çalışmalarını üstlendiğini, bazen hiçbir kadro kalmadığı için yeni ilişkilerin öne çıkabildiğini veya bir kadro veya milisin birden fazla bölgeye bakabildiğini görürüz.
Bizim tarihimizde de bunun örnekleri çoktur. Bunlar sınıf mücadelesinde olağan dışı değil olağan örneklerdir. Burada belirleyici olan iki yan olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi; örgütlenme bilincinin derinliği; ikincisi ne yapacağını bilmek, tek başına kalsa bile yönünü bulabilmek, çalışmalarını devam ettirebilmektir.
Eğitim çalışmaları açısından bu vurguların hepsi geçerlidir. Eğitim çalışmasının tek kişi de kalsak, işlerimiz başımızdan aşkın olsak bile(!) yürütülmesi gereklidir. Şu ana kadar eğitim faaliyetinde hiç görev almamış, sorumluluk üstlenmemiş, konuları anlatma-açıklama işini yapmamış olabiliriz. Bu, hiçbir şekilde duraksamanın mazereti değildir. Çünkü gelişim pratik içerisine girmekle, sorumluluk üstlenmekle yani kendimizi sürekli zorlamakla sağlanır.
Toplu eğitimlerde, eski tarzda tek taraflı hazırlanma ve sunum yöntemi artık bir kenara bırakılmalıdır. Her çalışmanın konusu bir önceki derste belirlenmeli ve anlatıcı/koordinatör dışında diğer yoldaşlar da hazırlanmalıdır. Çalışmalar, karşılıklı tartışma, derinleştirme şeklinde geçtiği oranda verim artırılmış olur. Elbette ki, her çalışmada anlatıcının, ortama hakim olması, tartışmaları yönlendirebilmesi ortamda ortaya çıkan yeni fikirleri yakalayıp geliştirebilmesi sahip olması gerekir. Bu yoldaşların her çalışma için elde etmek istedikleri sonuç konusunda kafaları net olmalıdır. Çalışma sonrasında konulara dair okunacak makale, dergi veya roman önerebilmek önemlidir.
Eğitim çalışması sürekli olmalıdır dedik. Elbette ki bu “süreklilik” kelimesinin anlamı doğru kavranmalıdır. Faşizm koşullarında toplu çalışmaların anladığımız tarzda “sürekli” ele alınması mümkün değildir. Bu süreklilik kavramı kadro ve militanların partinin stratejisi ve taktiği doğrultusunda kendisini yetiştirmesini, kendisinin de partiyi devamlı ileri taşıma zorunluluğunu koşullara uygun olarak “sürekli” örgütlenmesinden bahsetmiş oluyoruz. Bazen yoğunlaştırılmış çalışmalar almak gereklidir. İçinde bulunduğumuz süreç böyledir. Çalışmaların teori/politika ve örgütlenme ayakları üzerinden yani üç koldan yürümesi gerekir. Şu anda en çok ihtiyacımız olanın “örgütlenme” ayağı olduğuna hiç kuşku yoktur.
(…) Örgüt bilincini yükseltme ve örgütlülüğü güçlendirme hem mevcut kadro ve militanlarımızda yaşanan dezanformasyonu giderme hem de örgütlülüğü yaygınlaştırma şeklinde ele alınmalıdır. Temel amaç her zaman siyasi iktidarı hedefleyen KP’nin örgütlülüğü ve yaygınlığıdır. Son olarak yaşadığımız krizin çok temel bir ayağının örgütsel bir hastalık olarak tanımlanabilecek, bürokratizmle ilişkisi ortadadır. Bürokratizm, şefçilik, örgütü içine kapatan dar kapıcılık gibi konular örgütsel yaşam ve örgütsel güvenlik başlıkları altında ayrıntılı ele alınmalıdır. Bunların hepsi aynı zamanda örgütsel güvenlik meselesidir de… Çünkü bu hastalıklarla mücadele edilmeyince örgütsel yapıyı içten içe kemirmekte, darlaştırmakta, birkaç kişiden oluşan bir hale götürmektedir. Bunun en az düşman saldırıları kadar zarar vereceği açıktır. Örgütlülüğü yaygınlaştırma, her zaman vazgeçilmez bir hedeftir. Bunun için öncelikle bir hedef kitle, hedef alan belirlenmelidir.
Hep vurguladığımız, gidilen birkaç semte, birkaç mahalleye sıkışıp kalmakla hastalıklarımızdan kurtulamayız. Darlaşırız. Emekçi semtleri, mahalleleri belirlemek, oralara dair araştırmalar yapmak ve en uygun olan yöntemle oralar gitmek gereklidir. Yöntemimiz eğer oradaki halk daha demokrat bir kesimse ilk elden yaygın bir yayın dağıtımıyla olabilecekken tamamen illegal tarzda yakalanan tek bir ilişki üzerinden yayılabilecek bir çalışma da olabilir. Örgütsel güvenlik doğru kavrandığı oranda uygun yol ve yöntemler bulunacaktır. Yaratıcılık, gerçek anlamda buralarda ortaya çıkacaktır.
“Gerçekleşmiş imkanlar, zorlanmış imkansızlıkların sonucudur”. Sınıf mücadelesinin çoğu zaman imkansızlıklar, zorluklar içinde yaşanacağını bilmeliyiz. Mesele bu imkansızlıklar, zorluklar içinde yönümüzü doğru belirlemektir. Üzerimize düşen görevleri yerine getirmektir. Nubar yoldaşımızın tüm sınırları zorlayan örnek yaşamı, sınırsız devrimciliği ve inancı hepimize yol gösterecektir.