Makaleler

Efrîn’de direniş, AKP’de acizlik ve çıkmaz!

“Üç günde gireriz”, “ezeriz”, “yıkar geçeriz” söylemleri geride kalan süre içinde kum tanesi gibi erimişe benziyor. Efrîn seferine 20 Ocak’ta, Mehteran Marşı ve savaş naraları atarak doludizgin çıkan TC ordusunun burnu sürtmüşe benziyor. 40 güne yaklaşan işgal operasyonunda 7 ile 10 km civarında bir ilerleme kaydedildiği belirtiliyor. Anadolu Ajansı’nın 16 Şubat tarihli haberine göre, “bir belde merkezi, 44’ü köy, 3’ü köy altı yerleşim ve 17’si stratejik dağ veya tepe olmak üzere 65 nokta” ele geçirildi. Yani Efrîn bölgesinde 7’si ilçe 372 yerleşimden sadece 48’ine girilmiş durumda.

Bu durum “şanlı” Türk ordusunun nasıl bir hezimetle karşı karşıya kaldığının da bir göstergesi aynı zamanda. 372 köyün bulunduğu Efrîn’de 1000 bin köyün temizlendiğini iddia ederek (R.T. Erdoğan AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı.24 Şubat 2018) “kahramanlık” destanı yazmak, içinde bulunan acizliği örtmeye yetmiyor. Efrîn halkının TC devletinin planlarının aksine yerleşim merkezlerinin yoğun bir şekilde bombalanmasına ve yüzlerce sivil can kaybına rağmen bölgeyi terk etmemesi ve işgal saldırılarına karşı fiili direnişe geçmesi büyük bir şaşkınlık yaratmışa benziyor.

TC devleti, gelinen aşamada değişik milliyetlerden Efrîn halkının işgale karşı geliştirdiği yurt savunması, direnme savaşı ile karşı karşıya. Dahası bu direniş kısa sürede Efrîn sınırlarını da aşarak Rojava’nın diğer bölgeleri ile dört parça Kürdistan’da ulusal bilincin gelişmesini de tetikledi. R.T. Erdoğan’ın liderliğinde TC devletinin Efrîn’e yönelik işgal operasyonu, Rojava’da Kürt ulusunun dayanışmasının, birlikteliğinin ve ulusal bilincinin, savaşın acı gerçekliği içinde yoğrulmasını da beraberinde getirdi. Bombardımana tutulan Efrîn’e Rojava ve diğer bölgelerden destek için halkın akın etmesi de bu bilincin geldiği aşamaya işaret ediyor. Türk ordusunun Efrîn’e doğru yol alan sivil konvoyu vurması da ortaya çıkan bu tablodan duyduğu rahatsızlığın bir ürünüdür.

 

Milliyetçi-Irkçı Histeri Eşliğinde İşgal Operasyonu

Efrîn’de büyük bir hezimete uğrayan TC devletinin yine de birkaç noktada başarılı olduğunu teslim etmek gerekir.

Operasyona başlamadan önce OHAL’in sağladığı avantajları ve adeta AKP halkla ilişkiler bürosu gibi hizmet gören ana akım medyayı etkin bir şekilde harekete geçiren AKP iktidarının, cephe gerisini sağlama almada önemli bir mesafe kat ettiğini söylemek yanlış olmaz. MHP ile kurulan milliyetçi-ırkçı mutabakata sırtını dayayan AKP iktidarının, Kürt düşmanlığı üzerinden ırkçı- şovenist bir histeriyi topluma güçlü bir şekilde enjekte ettiği ve bu konuda da belli bir başarı yakaladığı söylenebilir. “Vatan-millet-Sakarya” edebiyatı, “kahraman Mehmetçik”, “şanlı Türk ordusu” söylemleriyle bezeli hamaset dolu propagandanın, devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin zayıflığının da etkisiyle toplumun geniş kesimleri üzerinde önemli oranda etkili olduğu görülüyor. AKP iktidarı, Efrîn başlığında tüm düzen partilerini ırkçı-milliyetçi çizgide peşine takmayı başarmış durumda. İçerde zaten uzun bir süredir OHAL adı altında süreklileşmiş bir korku, baskı, şiddet; gözaltı ve tutuklama furyasını yaşama geçiren, bu bağlamda toplumsal muhalefeti de ciddi biçimde baskı altına almayı ve geriletmeyi başaran AKP iktidarı, bu saldırganlığın dozunu Efrîn işgal harekâtıyla bir üst seviyeye çıkardı.

AKP’nin medya sorumlusu Abdulkadir Selvi’nin, “Afrin operasyonuyla birlikte uzun bir süre sonra AK Parti’ye oy verebilirim diyenlerin oranı yüzde 55’e çıktı.” (Hürriyet Gazetesi.19 Şubat 2018) tespiti de buna işaret ediyor. Selvi’nin deyimiyle “15 Temmuz kadar olmasa da Afrin, siyaseti etkilemiş”, daha doğrusu AKP’ye yaramış diyebiliriz. Görünen o ki Türk hâkim sınıfları, AKP ile yaşama geçirdikleri politikalara büyük bir kitle desteği yakalamış durumda. Bu durum, AKP açısından iktidarda kalma süresinin uzatılması, içerde, devlet katında da pazarlık gücünün artırılması anlamına gelmektedir. Açık ki bugün özelde Efrîn’e ama daha genel bir perspektifle Rojava’ya, Kürtlerin buradaki kazanımlarına yönelik düşmanlık, Türk egemen sınıflarının stratejik bir yaklaşımını ifade ediyor. Başka bir deyimle, Kürtlerin Rojava’da bir statü elde etmesi TC devleti açısından bir beka sorunu olarak görülüyor. Nitekim böyle anlaşıldığı içinde Efrîn’e yönelik işgal harekâtına Saadet Partisi’nden İYİ Parti’ye; CHP’den BBP’ye tüm düzen güçleri büyük bir şevkle destek verip sahip çıkıyor.

Efrîn operasyonu bağlamında AKP’nin dış politikada, uluslararası alanda pazarlık gücünü ve belli bir süreliğine de olsa manevra kabiliyetini artırdığı da söylenebilir. AKP’nin Efrîn operasyonu öncesi gerek AB ülkeleri gerek Rusya ve gerekse de ABD ile yoğun diplomatik ilişkiler kurduğu bir sır değil. Emperyalistler arası çelişkilerden faydalanarak Ortadoğu ve daha özelde Suriye’deki stratejik pozisyonunu pazarlayan AKP’nin, Efrîn operasyonuyla bu konuda belli bir mesafe kat ettiği de açık. AKP, içeriye dönük “terörü imha” propagandasını yükseltirken, dışarıya dönük olarak ABD ve AB’ye, toplamda NATO’daki müttefiklerine “zeytin dalı” uzattı.

AKP iktidarı, Efrîn işgal operasyonunu dış siyaset açısından da “dengeleri değiştiren-yeniden kuran aktör olma fırsatı” olarak kurguladı. Rusya’ya karşı Suriye’de özellikle kontrolündeki cihatçı çeteler üzerinden yakaladığı manevra kabiliyeti ve ABD kozunu; ABD’ye karşı da Rusya ile girdiği pazarlığı kullanmaya çalıştı. Hala da bu politikasını sürdürüyor. TC, Suriye denkleminde her ilişkiyi bölgedeki pozisyonunu güçlendirmek ve stratejik düşmanı Kürtlerin önünü kesmek için kullanıyor.

AKP iktidarının bu diplomatik atağının “bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlayışla karşılamak gerekir” sözleri ve Efrîn işgal operasyonuna yönelik pratik olarak onay veren duruşla karşılık bulduğu da görülüyor. AB ülkeleri açısından en önemli kozun ise cihatçı çeteler ve bu yaşlı kıtaya akabilecek mülteci şantajı olduğunu söylemek mümkün. Münih Güvenlik Konferansı’nda (17 Şubat 2018) konuşma yapan Binali Yıldırım’ın, Afrîn operasyonunu “terörle mücadele” olarak anlatırken IŞİD’den söz etmesi, TC’nin özellikle NATO’nun güney sahasını ve Avrupa’yı terör tehditlerine karşı koruduğunu iddia etmesi ve “Avrupa ülkelerinden gelen ve geri dönüşleri Türkiye tarafından engellenen” IŞİD militanlarına dair detaylı rakamlar da vermesi de bu yaklaşımın bir ürünüdür.

Efrîn işgal harekâtına başlarken gerek içerde gerekse de dışarda AKP iktidarının önemli oranda destek kazanmayı başardığını söylemek mümkün. Ne var ki tüm bu görüşmeler trafiği, yapılan pazarlıklar, verilen sözler ve yapılan planlar Efrîn halkının direnişi, Rojava’nın diğer bölgelerinin güçlü dayanışması ve PYD/YPG’nin politik manevralarıyla çamura saplanmış görünüyor.

 

Esad-YPG Mutabakatı Dengeleri Değiştirecek!

Bu bağlamda YPG’nin Esad rejimi ile görüşmelerinin bir mutabakatla sonuçlanması sonrası rejime bağlı “Halk Güçleri”nin Efrîn’e girmesi dengeleri değiştiren en önemli gelişme durumunda.

Anlaşmanın içeriği henüz bir bütün açıklanmamış olsa da basına yansıyan bilgilere bakılırsa, Afrîn’in yönetim yapısının ve politik statüsünün yeniden tanımlanması gündeme gelmişe benziyor. Görünen o ki Afrîn’in ortak yönetimli özel statülü bir kantonal bölge olarak kalması üzerinde bir anlaşmaya varılmış durumda. Diğer yandan Afrîn’de yeni ortak bir savunma gücü oluşturulması önemli oradan netleşmiş görünüyor. Esad’a bağlı askeri birliklerin tank, top, füze bataryaları gibi ağır silahlarla Afrîn’e gelip koşullanmaları kurulan ittifakın bir sonucu olacaktır. Söz konusu gelişme ile TC devletinin Efrîn’e yönelik işgal operasyonuna hesapta olmayan yeni bir aktör eklenmiş oldu: Esad rejimi!

Bundan sonra TC devletinin Efrîn’e yönelik işgal harekâtında yüz yüze geleceği bir başka güçte Esad olacaktır. Rejimin 20 Şubat’ta Afrin’e Halk Güçleri’ni göndermesinin ardından Britanya’nın eski Şam Büyükelçisi Peter Ford’un “Suriye hükümetinin Suriye’nin toprakları üzerindeki egemenliğini son kilometresine kadar yeniden kazanma kararlılığı açık bir şey; bu gerçek bir hikâye” sözleri bu adımın uluslararası alandaki yansımaları ve TC açısından olası sonuçları hakkında da bir fikir veriyor olmalı.

Bu bağlamda QSD (Demokratik Suriye Güçleri) -Esad görüşmesini ve anlaşmasının arka planına bakmak yararlı olacaktır. İlk olarak söylemek gerekir ki:; bu anlaşmada, Esad’ın hamisi durumundaki Rus emperyalizminin tavrı belirleyicidir. Rusya’nın önce TC’nin operasyonuna, bugün ise QSD-Esad ittifakına onay vermesi çok yönlü planların bir parçası gibi görünmektedir. Rus emperyalizminin TC devletine 3 hafta süre ile 15 km’lik bir derinlik için izin verdiği ve hava sahasını açtığı Rus basınına sızdırılan ve böylece kamuoyuna yansıyan bilgiler arasındaydı. Nitekim Putin’in Erdoğan’a verdiği süre dolmuş oldu. Bununla birlikte geçen süre içinde Tük ordusunun YPG ve onunla birlikte savaşan Enternasyonalist Özgürlük Güçleri’nin direnişi karşısında istediği sonucu alamadığı bir gerçek.

Rusya, Türk devletinin askeri operasyonuna onay vererek YPG’nin Efrîn’i Esad rejimine teslim etmesini sağlamaya çalıştı. Rusya’nın geri adım atmasını sağlayan diğer bir faktör de, YPG’nin gösterdiği büyük direniş ve halkın Kobanê’de olanın tersine bölgeyi terk etmemesidir. Diğer yandan TC’nin, Efrîn’in sınır bölgelerine girmekle yetinmeyip Tel Rıfat üzerinden Cerablus-El Bab-Azez cebini İdlib cephesi ile birleştirme planının, Esad rejimi açısından alarm zillerinin çalmasına neden olduğu da söylenebilir.

Esad-QSD ittifakı da verilen sürenin dolduğunun ilanıdır. Önümüzdeki süreçte Rus emperyalizminin TC ile yapacağı pazarlıklara göre işgal harekâtının yavaşlayacağını, belli bir süre sonrada duracağını öngörmek mümkün. Kuşkusuz bunu belirleyecek olan ifade ettiğimiz gibi yapılacak pazarlıklar olacaktır. Öte yandan Şam-QSD’nin Efrîn ittifakından sonra Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un “Türkiye’nin güvenlik çıkarları, Şam’la doğrudan diyalog yoluyla tamamen korunabilir” (20 Şubat, Sputnik) sözleri bu pazarlığın Rus emperyalizmi açısından zeminini ve amacını da göstermektedir.

Rusya’nın TC’ye “Esad yönetimiyle doğrudan diplomatik ilişkiye geçmesi” çağrısı her şeyden önce AKP iktidarının bugünkü pozisyonunu koruyabilmesi için Esad’ı tanıyarak ortak adımlar atmasını sağlamaya dönüktür. Bu olmadığı, Şam ile doğrudan diplomatik ilişki kurmadığı ve Efrin’e yönelik operasyonlara devam ettiği takdirde, önümüzdeki birkaç gün içinde Rusya’nın hava sahasını kapamayı gündeme alması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin toplanması için yeni bir çağrı yapması şaşırtıcı olmayacaktır. Diğer yandan Efrîn işgal operasyonunun askeri sonuçlarına bağlı olarak, Esad-QSD ittifakıyla Bab’a ve İdlip’e yönelik bir kısım operasyonların gündeme gelmesi yüksek bir ihtimaldir. Efrîn işgal operasyonu, bu kez tersten Şam-QSD güçleri tarafından önce İdlip’e sonra Bab’a taşınacaktır. Efrîn’i ele geçirmek isteyen TC’nin Bab’ı kaybetmesi gündemdedir. Yani Türk devleti Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Suriye açısından ise durum şudur: Kürtlerle daha sert bir sürece hazırlanırken TC’nin Efrîn’e yönelik işgal operasyonu beklenmedik hızda yakınlaşmanın önünü açtı. Ayrıca YPG’nin Efrîn’e güç kaydırması nedeniyle güçsüz kaldığı Halep’teki mahalleler de Esad’ın kontrolüne geçti. 2016’da cihatçı çeteler Doğu Halep’ten çıkartılırken YPG’nin kontrolü ele aldığı Hulluk, Ayn el Tel, Haydariye ve Bustan el Paşa Kürt bölgesi, Şeyh Maksud da hükümet güçlerine devredildi. Bu da Suriye yönetiminin ummadığı bir ödül sayılır.

Fotoğrafında tamamında ise sessizleşen ABD ile aktif görünen Moskova, Fırat’ın doğusu ve batısı üzerindeki pazarlığa ise aralıksız devam etmektedir. Çatışmanın ana halkası, Münbiç-Bab-Efrîn hattının kontrolüdür. ABD, Efrîn konusunda sessiz kalarak taviz verdiği görüntüsü çizse de kendi planlarını uygulamaya devam ediyor. “Münbiç’i müttefiklerimizle koruyacağız” diyerek QSD’yi kast eden ABD emperyalizmi, orta vadede Efrîn’i de kapsayan planlarından vazgeçmiş değil. Mevcut gelişmeler dikkate alındığında TC devletinin askeri ve politik hamle gücü giderek daralmaktadır.

 

İşgalci Yenilecek, Efrîn Halkı Kazanacak!

İşgal operasyonuyla Efrîn’de inşa edilen demokratik özerk yapıyı yıkarak yok etmeyi ve Rojava’nın diğer bölgelerine yönelmeyi hedefleyen TC devleti, büyük oranda başarısızlığa uğramıştır. Efrîn içinde ele geçirdiği bölgelere konuşlanması ve buradaki mevzileri tahkim ederek sınırlarını genişletmesi kazanımı karşılığında Efrîn’de halkın yekvücut olmasını, Rojava’nın ulusal bilincinin gelişmesini, Kürtlerin savaş ve diplomatik kabiliyetlerinin derinleşmesini sağlamıştır. TC devleti, tıpkı tarihin diğer dönemlerinde olduğu gibi, Kürtleri yok etmek adına harekete geçerken, Kürtlerin daha önemli kazanımlarını tetiklemiştir. Kuşkusuz bunu sağlayan başlıca faktör direniş olmuştur!

2011’den bugüne yurtları, gelecekleri, kimlikleri, dilleri ve siyasi statüleri için direnişe geçen Kürtler, her türlü saldırganlığa rağmen kazanan olmuştur. Tarih bir kez daha direnen halkların her türlü güç karşısında kazanacağına tanıklık etmiştir. Efrîn’de de olan ve olacak olanda budur!; İşgalciler yenilecek direnen Efrîn halkı kazanacak!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu