Türk devletinin güçlü bir geleneğinin olduğu sürekli söylenir. Hele hele yağma ve talanda. Öyle ki bu yağmanın sınırı yalnızca sınır ötesi işgalle gerçekleşmez. Kendi ekonomisi bile hırsızlık ve gasp üzerine kuruludur. 1915’te Ermenilerin başına gelenleri hatırlamaya gerek var mı?
“Bir gece ansızın gelebiliriz” tehditleriyle 20 Ocak tarihinde havadan bombalanarak başlayan Efrîn’i işgal hareketi, faşist Türk ordusu ve tekfirci devşirme çetelerden oluşan ÖSO’nun katliamlarıyla 2 ay boyunca devam etti. YPG’nin daha büyük sivil katliamların önüne geçmek adına şehri boşaltmasının ardından bölgeye yerleşen işgalci güçler için ilk yapılması gereken şehrin yağmalanması, bölgenin maddi zenginliğinin çapul edilmesi, tarihinin arasına bir makas atarak geçmişinden koparılması, yok edilmesi oldu. Fetih hutbeleri camilerin içerisinde diyanetin fetvası olarak yankılanırken şehrin düşürülmesinin ardından başka türlü bir gelişmenin olması da zaten beklenemezdi. Tüm dünyanın gözleri önünde sergilenen bu gelişmeler, köklü bir geleneğin yerine getirilmesi tarih sayfalarının içerisinde ayrıntı olarak yerini alacaktır. Yağmacılık, İslam için bir gelenek olurken, aslında özünde işgali taşıyan saldırılarda tüm sömürgeci güçler için ortak bir paydadır.
İslamiyet’e göre savaş sonrasında elde edilen “ganimet” helaldir. Hatta bu, devletler için sınırlarını genişletmek, siyasi ve ekonomik olarak bölgeyi sömürmek nasıl bir amaç ediliyorsa, işgal hareketinde yerini alan askerler içinde yağma savaş için teşvik edici bir unsur olmaktadır.
Nitekim Konstantin (İstanbul)’in fethinde bile II. Mehmet askerlere şehir ele geçirildikten sonra yağmalanacağına dair söz vermiştir. Ki birçok tarihçiye göre 50 bine yakın insan burada köleleştirilmiş ve 5 bini şehir ele geçirildikten sonra sokak ortalarında kılıçtan geçirilerek öldürülmüştür. Yağma emrini veren II. Mehmet (artık Fatih Sultan Mehmet) şehrin ele geçirilmesinin ikinci gününde şehirdeki vahşeti gördükten sonra yağma emrini verdiğine pişman olmuş! Ancak bu zamana kadar köleleştirilen köleleştirilmiş, şehirde yaşayanlardan çalınanlar fetihçilerin mal varlığına geri dönüşsüz bir biçimde kaydedilmiştir. Bugünün Tayyip Erdoğan’ı geleneği yerine getirirmiş gibi tıpkı Fatih’te olana benzer “Afrin harekâtı ÖSO ile birlikte düzenlendi. Afrin’e ÖSO ile birlikte girildi. Ancak bazı gruplarda ganimet gibi bir anlayış var. Hemen müdahale edildi. Onlara karşı tedbir alındı. Onlarla konuşularak düzeltildi” demektedir. Adına ganimet denilen, işgal sonrası bölgede yaşayan halkın malını yağmalama süresi zaten belirli bir zamanla sınırlıdır. Bu zaman geride kaldıktan sonra ne bir tedbir almaya gerek vardır ne de bir şeyleri düzeltmeye. Burada bir şeylerin düzeltildiği sahtekarlığına başvurmak yerine Erdoğan’ın referandum sonrası söylediği halk deyişini yeniden tekrar etmesi daha dürüstçe bir davranış olurdu.
İşgalciler için yağma, o kadar sıradan o kadar anlaşılır o kadar haklı o kadar normaldir ki kucaklarında çaldıkları malzemeleri taşırken kendilerini görüntüleyen AFP’nin objektiflerine şöyle, göz ucuyla bakma gereksinimini bile hissetmemişlerdir. Hırsızlık yapar, yağma ederken kameralar çetecilere odaklanmış ve çete elemanı kameraya bakmıyor, onu görmüyor bile o sıra özgürleştirmek isterken, kendi toprağından yüzlerce kilometre uzağa göçmek zorunda bıraktığı halkın malını yağmalamakla meşgul. Efrîn’de yağma o kadar yaygın ki kendinin yaptığı o yaygınlığın içerisinde bir hiç, eriyip gidiyor.
Ezen ezilen ilişkisinde ezen, iktidar ile kendini yönetme hakkı ellerinden alınanlar arasında iktidarda olan, işgal eden fetheden için ganimet bir haktır! İnsanların köleleştirilmesi, kadınların alınıp satılması ve cariye olarak görüldüğü bir zihniyet için birkaç eşyanın sırtlanması da neymiş! Yağmanın, Erdoğan’ın deyimiyle ganimetin nasıl paylaşılacağı konusu yağma edenlerin sınıf karakteri, kültürü üretim araçları ile ilintilerine bağlıdır. Kimisi eşeği sırtına yükler götürür, kimisi de ülkenin dört bir yanını demir ağlarla örer, tren yolları yapar yeraltında bir damla maden kalmayana kadar emer götürür. Bunlardan biri barbar diğeri ise medeni olanıdır. İşte işgal edenleri birbirinden ayıran fark bu kadardır yoksa işgalcilerin hepsi yoksulların malını çalıp kendi zenginliğine katmada bir beis görmez. Şimdi birilerinin; çekirge sürüsünün davranışsal özellikleri ile hareket ederken, gerisinde hiçbir şey bırakmadan ilerleyen, yağmacı, talancı TSK ve ÖSO’cuların Efrîn’de yaptıklarını kaygıyla izlemeleri kötü bir hikayeden ibarettir.
Tayyip Erdoğan bir taraftan kendi milletvekilleri ile görüştüğü toplantı da Efrîn’e başta vali olmak üzere yerel yönetime ilişkin diğer atamaların yapılacağını belirtirken bir taraftan da ÖSO’cularda ganimet anlayışı var diye yakınması sergilenen oyunun kötü bir sahnesidir yalnızca. Siz üç beş inek, biraz at, biraz motosiklet, traktör, araba ile niye uğraşıyorsunuz biz şehri toptan alıyoruz, baksanıza valisini bile atadık!!! Hem atayacağız hem de yereldeki güçlerin arasından seçeceğiz!!! Uğraşmaya bile değmeyecek işleri hedeflemiş bu çeteciler!!! Baksanıza fotoğraflara önce bir traktör çalmış sonra bu çaldığı traktörün arkasına bir arabayı zincirle bağlamış onu da çalıyor! Bu ne zahmet!!! Zaten Kürt halkına düşman bir valiyi görevlendirdikten sonra hepsi Türk devletinin olmayacak mı?
Türk devletinin güçlü bir geleneğinin olduğu sürekli söylenir. Hele hele yağma ve talanda. Öyle ki bu yağmanın sınırı yalnızca sınır ötesi işgalle gerçekleşmez. Kendi ekonomisi bile hırsızlık ve gasp üzerine kuruludur. 1915’te Ermenilerin başına gelenleri hatırlamaya gerek var mı? Yağma ve gaspın vergi adı altında yasallaştığı ender ülkelerden biridir Türkiye! Şükrü Saraçoğu’nun başbakan olduğu 1942’de Varlık Vergisi çıkarılarak, Rum, Ermeni ve Musevi’lerden yüzde 87 oranında haraç alınmıştır. İşte yağmanın resmileşmiş hali budur nitekim vergi borçlarını ödeyemeyenler değerli eşyalarını sokak ortalarına dökerek yok pahasına satmışlardır. Bu uygulamalar Rum, Ermeni ve Musevileri o kadar derinden etkilemiştir ki Şükrü Saraçoğlu’nun lakabı Şükrü Haraçoğlu olmuştur.
Şimdi Efrîn vesilesiyle bir geleneği yeniden canlandıranlar, işgal ettikleri bölgeden hiç ayrılmayacakmış ki kolları sıvayan, ilk iş olarak vali atamayı planlayanlar er geç işgal ettikleri tüm topraklardan def edilecektir. Kendi topraklarından kilometrelerce ötelere sürülenlerin o yolları yalnızca yürüdükleri sanılmasın doğru zaman ve yerde patlamasını bekleyen büyük bir öfke binlerin içinde büyümektedir. O gün geldiğinde bugün çalınan hiçbir şeyin bir işe yaramayacağı da görülecektir.