GüncelMakaleler

DÜNYA | ENTERNASYONAL’LE KURTULUR İNSANLIK!-I-

"Kardeş Tarafları ilgilendiren ortak sorunlarla başa çıkmanın tek yolu, istişare ilkesine uygun olarak müzakereler yapmak ve oybirliğiyle anlaşmaya varmaktır.” Ancak, bu konudaki tutumu ne olursa olsun, onun bu görüşleri fiilen uluslararası bir merkez olarak kabul edildi"

Açıklama: Proletaryanın ve de mücadelesinin özünde enternasyonalist olduğu bir gerçekliktir. Diğer yandan, proletaryanın öncü kurmayları, komünist partiler bir yandan ülkelerindeki devrim mücadelesini geliştirerek dünya devriminin bir parçası olurken diğer yandan Marks ve Engels’ten bu yana kurdukları enternasyonal örgütlerle ortak mücadeleyi örgütlemeye çalışmışlardır.

Bugün açısından ise, uzun bir zamandır komünistlerin birliği olarak ifade edilebilecek enternasyonal bir örgütlenmenin olmayışı ve ona duyulan ihtiyaç tüm MLM parti ve örgütler tarafından ortaya konulmaktadır. Uluslararası proletaryanın bu konuda oldukça zengin bir tarihi bulunmaktadır ve bu tarihin doğru bir şekilde analiz edilerek, ortak deneyimler çıkartmak son derece önemlidir.

Biz de ÖG olarak, okurlarımızı ve devrimci kamuoyunu yakından ilgilendiren bu konuya dair bir çalışma yaparak, çeşitli ülkelerin MLM parti ve örgütlerinin enternasyonal faaliyete ilişkin görüşlerinin yer aldığı belgeleri çevirileri yayımlamaya başlıyoruz. Bunların yanı sıra, yine konuya katkıda bulunabilecek çeşitli materyaller de Türkçeye çevrilerek bu sayfalarda yer alacaktır.

İlk olarak Hindistan Komünist Partisi (Maoist) tarafından proletaryanın enternasyonal örgütünü oluşturma noktasında bir taslak önergesi olarak Şubat 2017’de yayımlanan makale ile başlıyoruz.

 Proletaryanın Enternasyonal Örgütünü Oluşturma noktasındaki duruşumuz -1-

(Hindistan Komünist Partisi (Maoist) Merkez Komite, Şubat 2017)

Proletarya enternasyonal ve en devrimci bir sınıftır. Kendisini özgürleştirmesinin tek yolu bütün insanlığı özgürleştirme mücadelesinden geçer. Bu görevi de bütün dünyada sosyalizm mücadelesine önderlik ederek emperyalist sistemi ve her türlü gericiliği yıkıp komünizme kadar yürümesi ile gerçekleştirecektir. Bu, proletaryanın enternasyonal örgütünün gerekliliğinin temelini oluşturur.

Bunu kabul eden Marksizm’in kurucuları da böyle bir örgütü inşa etmeyi önemsemişlerdir. Marks ve Engels 1. Enternasyonal’in kurulmasında esas rol oynamış ve işçi partilerine kılavuzluk ederek çeşitli ülkelerin işçilerine enternasyonal bir bakış sunmuşlar ve şu yoldaşlık çağrısını yapmışlardır: “Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin!” 1. Enternasyonal’de Marks ve Engels, esas olarak küçük burjuva ideolojilerine karşı savaşmak, işçi hareketlerini desteklemek, proletaryanın bilimsel ideolojisini oluşturmak, işçilerin ve onların örgütlerinin birliğini yaratmak ve işçi ve devrimci hareketlerin deneyimlerini özetlemek görevleriyle karşı karşıya kalmışlardır.

Onlar aynı zamanda farklı ülkelerdeki sorunlara ve koşullara dair çalışmalar yapıp önerilerini sunmuşlardır. Engels bizzat Alman devrimine katılmıştır. Paris Komünü devrim bayrağını yükselttiğinde ise onlar dayanışmayı inşa etmek için ellerinden geleni yapmışlar ve destek örgütlemişlerdir. Böylece Marks ve Engels proletaryayı, sermayeye karşı devrimci saldırısını devam ettirebilmesi için teorik, politik ve örgütsel olarak hazırlamak ve sosyalizmi uluslararası düzeyde başarıya ulaştırmak için 1. Enternasyonal’i kurarak ona önderlik etmişlerdir.

2.Enternasyonal, Marksizm’in proletaryanın ve Avrupa’nın birçok bölgesinde kurulmuş olan Marksist partilerin (daha sonra Sosyal Demokrat olarak tanımlanan) ve örgütlerin ideolojisi olarak geniş çapta kabul gördüğü bir dönemde inşa edildi. Engels’in 2. Enternasyonal’in kurulmasında son derece önemli katkıları vardır. Bu örgüt, sosyalizmin uluslararası düzeyde kurulması amacıyla Marksizm’in geniş çapta yayılmasında, proleter parti ve örgütlerin kurulmasında ve proleter hareketin inşasında önemli bir rol oynamıştır. Fakat sağcı eğilim, bu örgütün hiçbir resmi uluslararası merkezinin kurulmamasını sağlamayı başardı. Bu on iki yıl boyunca devam etti ve böylece üye partilerdeki sağcı eğilimlerin kontrolsüz bir şekilde devam etmesine neden oldu. Engels, ölümüne kadar, düzenli yazışmalar sürdürerek, dünyanın dört bir yanındaki partilere rehberlik ederek bu boşluğu doldurmaya çalıştı. Bu partilerde devrimci kampın liderleri ve belli güçleri olmasına karşın, oportünist ve revizyonist önderlik egemendi. Bu şekilde 2. Enternasyonal’in önde gelen partilerinin ve önemli teorisyenlerinin Marksizm’den sapması derinleşti.

Ve en önemli sınav emperyalistler arası 1. Dünya Savaşı başladığında yaşandı ve bu partilerin hemen hepsi Marksizm’i terk etti. Oportünizmin ve revizyonizmin en kötü biçimlerine battılar. Proleter enternasyonalizmi, “kendi ülkesinin burjuvazisine hizmet” ile değiştirildi.

Bu sapmanın objektif ve subjektif nedenleri Lenin tarafından analiz edilerek keskin bir şekilde ortaya çıkarıldı. Lenin, 2. Enternasyonal’deki revizyonizm ve oportünizmin büyümesini, kapitalizmin emperyalizme geçişi, sömürgelerden ve yarı-sömürgelerden elde ettiği süper kârlarla kapitalist ülkelerde, işçi sınıfının bir kesimine rüşvet verme yeteneğinin gelişmesiyle işçi aristokrasisi oluşturularak işçi sınıfının bölünmesiyle ilişkilendirdi. Lenin ayrıca, 2. Enternasyonal’in emperyalizm öncesi dönemin çerçevesine nasıl takılıp kaldığına ve emperyalizmin ortaya çıkışından kaynaklanan yeni durumun stratejik ve taktiksel sonuçlarını kavrayamadığına dikkat çekti.

  1. Enternasyonal, Komünist Enternasyonal (Komintern) kuruldu. Rusya devriminden sonra Lenin’in önderliğinde kurulan 3. Komünist Enternasyonal’in ilk maddesi ve görev tanımı şöyleydi -Komünist Enternasyonal- farklı ülkelerdeki Komünist Partilerinin oluşturduğu Enternasyonal İşçilerin Birliğidir; Dünya Komünist Partisinin öncüsüdür, proletaryanın Dünya Devrimci Hareketinin aktivistidir ve komünizmin prensiplerinin ve amacının yol göstericisidir. Komünist Enternasyonal işçi sınıfına ve mülksüz köylülüğün geniş katmanlarına önderlik ederek Dünya Proleter Diktatörlüğünün ve Dünya Sovyet Sosyalist Birliğinin oluşmasını ve komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmin kurulmasını hedefler.

Sovyet Rus Devrimi tekelci kapitalizmin emperyalizm kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçtiği koşullarda gerçekleşti. Bununla birlikte dünya tarihinde yeni bir dönem -ücretli kölelikten kurtuluşunun ve gerçek bir özgürlüğe dönüşümünün yaşandığı devrimler dönemi- başladı. Bu koşullarda oluşan Komintern’in temel ideolojik ve siyasi yönelimi, Lenin liderliğindeki Bolşevik parti tarafından ortaya atılmıştı. Rus devriminin zaferiyle bu yönelim yaygın bir kabul gördü ve Komintern’in kuruluşunun yolunu açtı. Komintern, Marksizm’i dünyanın dört bir yanına çeşitli biçimlerde taşıdı. Proleter hareket gerçekten uluslararası bir hareket haline geldi. Sömürge ve yarı-sömürgelerde komünist partiler kuruldu.

Komintern’deki partiler kitleleri örgütlediler ve hem emperyalist hem de ezilen ülkelerde mücadelelerin öncüsü oldular. Devrimleri örgütlediler ve yönettiler. Böylece Komintern, proletarya hareketlerine ve anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketlerine doğru teorik perspektifi ve siyasi rehberliği sağladı. Bu hareketlere çeşitli biçimlerde yardım ve işbirliği sağladı ve destek topladı.

  1. Enternasyonal’in çöküşü göz önüne alınarak, Komintern’in örgütsel yapısı, bir Parti’ninki gibi sağlam ideolojik, siyasi konumların somutlaştırılması olarak görülüyordu. “Dünya proletaryasının dünya partisi” olarak tasarlanmıştı. Komintern Yürütme Komitesi (YK) bir Merkez Komitesinin yetkilerine sahipti ve farklı partiler ona bağlıydı. YK, farklı ülkelerde devrimin strateji ve taktiklerini formüle etme yetkisini üstlendi ve partileri uygulama konusunda yönlendirmek için temsilcilerini gönderdi. Bu, kaçınılmaz olarak kötü sonuçlara, hatta bazen feci sonuçlara yol açtı. Çin devrimi sırasındaki bu tür deneyimler nedeniyle, Çin komünist partisi, 2. Dünya Savaşı sırasında Komintern’in dağılmasını memnuniyetle karşıladı. Bazıları (ÇKP’nin –ÇN) bu yaklaşımın altında yatan gerçek nedenleri göremedi ve yanlış bir şekilde “milliyetçilik” olarak eleştirdi.

ÇKP, dış müdahalelerin neden olduğu sorunların oldukça bilincindeydi. Daha sonra bu tür yanlış tavsiyelerde bulunduklarını özeleştiri yaparak kabul eden Stalin liderliğindeki SBKP’nin bu tür eğilimlerine karşı direndi. Kruşçev döneminde SBKP’nin uluslararası bir merkez olarak perspektifi uç noktalara götürüldü ve diğer partilerle ilişkiler çok bürokratik ve patronlaştırıcı bir şekilde ele alındı. Giderek artan revizyonist çizgisine ayak uydurmayı reddeden partiler tecrit edilmeye çalışıldı.

Partiler arası ilişkilere yönelik bu zararlı yaklaşım, Mao önderliğindeki ÇKP’nin Kruşçev’in revizyonizmine karşı yürüttüğü polemiklerde eleştiri konusu oldu. ÇKP, uluslararası komünist hareketi, “baba partisi” gibi yanlış kavramlara karşı uyardı. Diğer partilerle ilişkilerinde ÇKP, görüşlerini empoze etmemeye son derece özen göstermiştir. Tecrübelerini kriter olarak değil referans materyali olarak sunmayı tercih etmiş ve her partinin kendi anlayışını, analizini ve ilgili ülkelerdeki uygulamalardan edindiği dersleri temel alması gerektiğini vurgulamıştır.

Komintern’in 1943’te dağılmasından sonra komünist partiler ikili ve çok taraflı ilişkiler ve girişimler yoluyla enternasyonalist rollerini oynamaya devam ettiler. Kominform, 2. Dünya Savaşı’nın ardından, Doğu Avrupa’nın yeni sosyalist devletlerinden partilerin ve SBKP’nin katılımıyla kuruldu. 1957 ve 1960’da komünist partilerin iki önemli uluslararası konferansı toplandı. Ancak uluslararası proletarya, son yetmiş yıldır enternasyonal bir örgütten yoksundu. Buna rağmen, sosyalist ülkeler varlığını sürdürürken, bir ya da birkaç parti aslında lider bir merkez rolünü oynamıştır. SSCB ve daha sonra ÇHC bu konuma sahipti. Görüşleri diğer partiler tarafından otorite olarak kabul edilmişti.

Uluslararası komünist hareketin tüm gidişatını incelersek, resmi olarak kabul edilip edilmediğine bakılmaksızın, farklı dönemlerde bir veya birkaç partinin liderlik pozisyonunda olduğunu görebiliriz. Nitekim Birinci Enternasyonal’de İngiltere ve Fransa’nın Sendika liderleri önemli bir rol oynadılar.

  1. Enternasyonal’de bile, Alman partisinin görüşleri, örgütsel olarak tüm proletarya partileri ve örgütleri eşit olmasına rağmen, daha fazla ağırlık ve etkiye sahipti. Aynı şey Komintern’deki SBKP (B) için de geçerliydi. Bu, uluslararası komünist hareketin şu ya da bu ülkede devrimin ilerlemesine ya da bir partinin revizyonizme ya da tasfiyeciliğe sapmasına göre eşitsiz gelişiminin bir yansımasıdır. ÇKP’nin Kruşçev’in revizyonizmine karşı polemiklerinde işaret ettiği gibi, “… öncü pozisyon… uzun süre değişmeden kalmaz, değişen koşullara göre değişir. Bu değişime herhangi bir bireyin veya partinin öznel istekleri değil, tarihin şekillendirdiği koşullar karar verir. Şartlar değişirse, hareketin arabasına başka partiler gelebilir. Daha önce öncü konumunda olan bir parti, revizyonizm yoluna girdiğinde, en büyük parti olmasına ve en büyük etkiyi yapmasına rağmen bu konumu kaybetmeye mahkumdur.

ICM’deki bir ya da başka partinin lider konumu, bu partilerin belirli zamanlarda teori ve pratiklerinde en ileri düzeyde oldukları ve bu nedenle hareketin geri kalanı için rehber olarak hizmet etme nesnel gerçeğinden ortaya çıkmıştır. Bu kendi başına kötü bir şey değil. Aksine, ileri olan öncülük etmelidir. Sorun, uluslararası komünist hareketin gelişiminin belirli bir döneminde veya belirli bir noktasında uluslararası komünist hareketin bir birliğinin sunduğu bir hizmet olarak değil, mutlak bir şekilde, değişmeyen bir statü olarak alındığında ortaya çıkar.

Engels çok doğru bir şekilde bu tehlikeye dikkat çekmişti – “… şimdiki dönemde Alman işçileri proletaryanın mücadelesinde öncülük misyonunu yerine getirdi. Olayların bu onur makamını ne kadar süre işgal etmelerine izin vereceği önceden kestirilemez. Ama içinde bulundukları süreçte, görevlerini layıkıyla yerine getireceklerini umalım… Ancak her şeyden önce şovenizme izin vermeyen gerçek bir uluslararası ruhu korumak, hangi ulustan olursa olsun proleter hareketin her yeni adımını selamlamak gerekir. Alman işçileri bu şekilde ilerlerse, tam olarak hareketin önderliğini yapmış olmazlar –bir ülkenin işçilerinin sürekli olarak diğerlerinin başında yürümesi hareketin çıkarına değildir- onlar bu onurlu görevi savaş meydanlarında ve daha yüksek cesaret istenen yerde oldukları sürece esas amaç için hareket etmiş olurlar.”

Bir başka sorun daha var. Bildiğimiz gibi, Mao liderliğindeki ÇKP’nin farklı yaklaşımına rağmen her zaman şunda ısrarcıydı, “Mevcut enternasyonal komünist harekette, kimin kime liderlik etme hakkına sahip olduğu sorusu basitçe ortaya çıkmamaktadır. Kardeş partiler bağımsız ve tamamen eşit olmalı ve aynı zamanda birlik içinde olmalıdır. Ortak ilgi alanlarındaki konularda istişare yoluyla görüş birliğine varmalı ve ortak amaç için mücadelede eylemlerini birleştirmelidirler.” ÇKP’nin bu görüş ve tutumu, 1960’larda ortaya çıkan yeni Marksist-Leninist partilerin çoğu tarafından son söz olarak kabul edildi. Bu bize bu sorunun diğer tarafını gösteriyor.

Tek tek partiler, ülkelerinde devrime önderlik etme görevini üstlenirken kendi adımlarını atmanın hayati önemini kavramadıkça, kaçınılmaz olarak bir ya da diğer partiyi körü körüne takip etme tuzağına düşeceklerdir. Sadece olumlu başarıları görme ve dezavantajları ve sınırlamaları görmeme, başarıların elde edildiği belirli koşulları ve bunun yeni koşullarda mümkün olup olmadığını akılda tutmama şeklindeki metafizik bir yaklaşım, başka bir deyişle başarılı partilere karşı eleştirel olmayan bir tutum, bu durumun temelinde yatar. Bu da kendi ülkesinin somut koşullarında öğrendiği dersleri yaratıcı bir şekilde uygulamasını engeller.

Bu genel bir durum haline gelirse, bir örgüt olmasa bile, gayri resmi bir merkezileşme ortaya çıkacaktır. Bu, bir partinin ICM’de doğru ideolojik ve politik konumlar ve uygulamalar temelinde elde edilen öncü rolünü yansıtıyor olabilir. Ama yine de, bir örgüt olmadan da fikir alışverişi ve fikir mücadelesiyle örgütsel merkezileşme etkisine ortaya çıkar. Aslında Büyük Tartışma yoluyla ortaya çıkan uluslararası komünist harekette var olan durum buydu.

ÇKP, tüm ülkelerdeki devrimci Marksist-Leninistleri destekledi, onlara yardım etti ve dünya devrimine mümkün olan her hizmeti verdi. Ancak enternasyonalist görevlerini yerine getirirken bile yeni bir Enternasyonal kurma görevini üstlenmeye karşı çıkmıştı. “Karşılıklı ilişkilerinde her bir kardeş taraf bağımsızlığını korumalı ve aynı zamanda diğerleriyle birleşmelidir. Burada, azınlığın çoğunluğa boyun eğmesi gereken bir ilişki yoktur ve daha düşük bir Parti örgütünün daha yüksek bir partiye boyun eğmesi gereken ilişki daha da azdır. Kardeş Tarafları ilgilendiren ortak sorunlarla başa çıkmanın tek yolu, istişare ilkesine uygun olarak müzakereler yapmak ve oybirliğiyle anlaşmaya varmaktır.” Ancak, bu konudaki tutumu ne olursa olsun, onun bu görüşleri fiilen uluslararası bir merkez olarak kabul edildi.  (Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu