Irkçılık üzerine yazılan tezler ve yapılan tartışmaların ortak paydası, ırkçılığın ideolojik kökeninin sömürgeciliğe dayandığı ve kapitalizmin son aşaması olan emperyalizmle birlikte faşizme dönüşerek insanlık için büyük bir tehlike olduğudur.
1920’lerin İtalya’sında Mussolini’yle başlayan bu “düşünce akımı”, İspanya’da Franko ve Almanya’da Hitler’le doruk noktasına çıkmıştır. Hitler, 1933’te hükümete geldikten sonra adım adım ırkçılığın propagandasını yaparak II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Alman ırkının “en üstün ırk” olduğunu öne sürmüş ve en az 20 milyon Yahudi olmak üzere, engelliler, Çingeneler vb. vb. “aşağı ırk”tan olduğu sürülen insanlar soykırıma tabi tutulmuştur.
Irkçılık ya da günümüz açısından daha doğru bir ifade ile faşist parti ve örgütler, mensup oldukları ulusu diğer tüm uluslardan üstün tutarak “arı ırk” olduklarını ileri sürüp tüm diğer insanları ve inanç kesimlerini dışlayarak fırsat bulduklarında ise katlediyorlar.
Faşizm her ülkede farklı şekil ve biçimlerde ortaya çıkar. Her faşist hareket öz olarak aynı ideolojik tezlere sahip olmakla birlikte kitleleri etkilemeleri farklılık gösterebilir. Hitler, Yahudileri hedef göstererek Alman ulusunu kendi etrafında toparlarken ileri sürdüğü düşünce “Üstün Alman Irkı”nın korunması üzerine geliştirdiği tezlere dayanıyordu.
Faşizm bir iktidar biçimidir. Emperyalist ülkelerde faşizm, iş başındaki hükümetin artık toplumu yönetemediği ya da bir savaş döneminde toplumu şiddet ve baskıyla yönetmek için tekelci burjuvazinin en gerici, en şoven ve en bağnaz kesiminin iktidara gelmesiyle ortaya çıkan açık terörcü diktatörlüğüdür.
Avrupa’da gelişen faşist partilerin yükselişi tesadüfü değildir.
1980’lerde ortaya çıkan faşist hareketlerin önemli bir bölümü, günümüzde kurdukları legal partiler vasıtasıyla ya doğrudan hükümete gelmekte ya da hükümet ortakları olarak toplumu yönetmektedirler.
Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ), Almanya İçin Alternatif (AfD), İsveç Demokratlar Partisi (SD), Fransa’da Ulusal Cephe (FN), Hollanda’da Özgürlük Partisi (PVV), İtalya’da Beş Yıldız Hareketi ve Lega Nord, Macaristan’da Viktor Orban’ın partisi FİDESZ, Danimarka Halk Partisi, İngiltere’de Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi, İspanya’da Katalonya Platformu, Yunanistan’da Altın Şafak, Norveç’te İlerici Parti bu partilere örnek olarak verilebilir. Bu partiler bulundukları ülkelerde ya doğrudan hükümet ya koalisyon ortağı ya da muhalefette kalarak varlıklarını hala sürdürmektedirler.
Avrupa’da ırkçılık ve ırkçı söylemler sözde “yasak” olmasına rağmen pratik bunun tersidir. Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda ve tüm diğer Avrupa ülkelerinde legal ırkçı-faşist partiler hiçbir yasal engelle karşılaşmadan, yerel ve genel seçim dönemlerde ve diğer zamanlarda rahatlıkla çalışmalarını sürdürmeye devam ediyorlar. Belli bir oy oranına ulaşan bu faşist partiler, devlet bütçesinden önemli meblağda para alarak finansal olarak da desteklenmektedirler.
Avrupa’daki tüm ırkçı faşist partilerin her birinin propaganda ve söylemleri toplumun en geri kesimleri hedeflenerek belirlenmiştir. Irkçı-faşist partiler (legal ya da illegal), göçmenleri ve Müslümanları topluma en büyük sorun olarak gösterip taban bulmaya çalışıyorlar.
Neo Naziler örgütleniyor!
Almanya’da 2014 yılında kurulan Almanya İçin Alternatif (AfD), ilk kurulduğu dönem söylemlerini Avrupa Birliği’ne karşı geliştirdi. “Avrupa Birliği’nin Almanlar için bir yük olduğunu, her yıl genel bütçeden önemli bir miktarın Avrupa Birliği’ne aktarıldığını” öne sürerek AB’den çıkılmasını savunuyordu.
Zamanla buna İslam ve göçmen karşıtı propagandayı da ekleyerek kitlelerin karşısına çıktı. 2015 yılında Merkel hükümetinin 1 milyon göçmeni Almanya’ya kabul etmesinden sonra göçmen karşıtı propagandaya hız vererek daha da güçlendi.
2017 yılında girdiği genel seçimde oyların %13,3’ünü alarak Federal Meclise girdi ve 90 milletvekiliyle ana muhalefet partisi durumuna yükseldi.
Avusturya’da İslam ve göçmen karşıtı partiler, ÖVP ile FPÖ ortak koalisyon hükümeti kurarak faşist propagandayı yasal hale getirdiler. ÖVP’nin seçim vaatleri arasında “AB’nin göçmenlere yardımlarının sınırlandırılması, 5 yıl Avusturya’da yaşamamış olan yabancıların yardımlardan yararlandırılmaması” yer alıyordu.
Müslümanlara karşı söylemleri ile tanınan Avusturya Halk Partisi (ÖVP) 2017’de girdiği genel seçimde oyların %31,5’ini alarak birinci parti oldu. Yine İslam karşıtı faşist FPÖ ile oyların %27,1’ini alarak ortak koalisyon hükümeti kurdu.
Fransa’da Ulusal Cephe, legal faşist bir parti olarak İslam ve göçmen karşı söylemlerini gizlemeden hükümet olmaları durumunda “Fransa’da her şeyin değişerek göçmenlerin ülkeden gönderileceği” vaadini parti programına koydu. Bu propaganda üzerinden seçimlere giren Ulusal Cephe, 2015 yerel seçimlerinde oyların yüzde 27,7’sini alırken 2017 yılının Mayıs ayında cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda Emmanuel Macron’a karşı oyların yüzde 33.9’unu alarak önemli bir güç olduğunu göstermiş oldu.
Macaristan’da Viktor Orban’ın partisi FİDESZ, Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte Avrupa’ya doğru da yönelen göçmen akınından sonra bunu seçim propagandasının temel söylemi haline getirerek “Göçmenlerin Avrupa’da yeri olmadığı” propagandasını yaptı. Bu propaganda karşılığını bulmuş ve Viktor Orban’ı hükümete taşımıştı.
İtalya’da 2018 yılında eski adı Kuzey Ligi olan faşist partinin kuruluşunun temelinde İtalya’nın kuzeyinde ayrı bir ülke oluşturma hedefi vardı. Seçimle birlikte bu fikirden vazgeçip, Beş Yıldız Hareketi’yle koalisyon ortaklarından biri oldu.
Koalisyonun programında yer almayan ancak sözlü bir anlaşmayla göçmenlerin kitlesel olarak sınır dışı edilmesini savunan Lig Hareketi’nin lideri ve dönemin İçişleri Bakanı Matteo Salvini, Sicilya Adası’na gerçekleştirdiği ziyarette Sicilya’nın “Avrupa’nın mülteci kampı olmaktan çıkarılması gerektiğini” ifade etmişti. 2018 yılında hükümet ortağı olan Lig ve Beş Yıldız Hareketi diğer birçok faşist parti gibi Avrupa Birliği’nden çıkılmasını savunmaktadırlar.
Hollanda’da “Yaşanabilir Hollanda Partisi”nin (daha sonra Özgürlük Partisi adına alan) faşist partinin lideri Pim Fortuyn, 1997’de yazdığı “Kültürümüzün İslamlaşmasına Karşı: Temel Olarak Hollanda Kimliği” kitabında “İslam’ın dünya barışı için büyük bir tehlike olduğunu” savunarak “ülkesinin ancak 16 milyon Hollandalıya yettiğini, hukuken mümkün olsa ülkeye tek bir Müslüman bile sokmak istemediğini” söylemişti.
Fortuyn iktidara gelmeleri halinde “yabancıların ve özellikle Müslümanların ülkeye girişini engelleyeceklerini”, “Schengen Anlaşması’na uymayacaklarını” savunmuş, partisinden ihraç edilmesinin ardından kendi adına bir listeyle (Lijst Pim Fortuyn) seçimlere girmişti. Fortuyn’un Mayıs 2002’de çevreci bir Hollandalı tarafından öldürülmesinin ardından İslam karşıtı söylemleriyle gündeme gelen aşırı sağcı Özgürlükler Partisi’nin (PVV) lideri Geert Wilders de onun izinden giderek faşist propagandaya devam etmiştir.
İdeolojik olarak Neo-Nazileri savunan İsveç Demokratları (SD), göçmen karşıtı politikaların sertleştirmesini savunarak 2018 yılında girdikleri genel seçimde oyların yüzde 17,6’sını aldı.
Almanya ısrarla Neo-Nazi hareketini koruyor!
Irkçı partiler açıktan suç işlemelerine rağmen hiçbiri kapatılmamaktadır. Almanya’da Nasyonal Demokrat Parti adıyla örgütlenen faşist partiye bağlı olarak kurulan yer altı örgütü NSU’nun işlediği cinayetler ortada olmasına rağmen Alman devleti, NPD’yi kapatmaya yanaşmamaktadır. Almanya, Neo-Nazi hareketinin en gelişkin olduğu ülkelerin başında gelmektedir.
Almanya’daki Neo-Naziler Avrupa’da bir köprü görevi de üstlenmiş bulunuyor. Avrupa’daki birçok ırkçı faşist hareketle ilişkisi olan NPD, en tehlikeli faşist parti olarak bir dizi seri cinayetlere imza atmıştır.
23 Kasım 1992-Mölln, 29 Mayıs 1993-Solingen, 24 Şubat 2004-Rostock’ta ev ve iltica yurtlarında onlarca insan diri diri yakılmıştır. 2000 ile 2006 yılları arasında NPD’ye bağlı olarak kurulan yer altı örgütü NSU sekizi Türkiyeli, bir Yunan ve bir Alman polisini silahlı saldırı sonucu öldürmelerine rağmen NPD hala kapatılmak istenmemektedir. Almanya Anayasayı Koruma Örgütü’nün bizzat içinde yer aldığı bu seri cinayetlerin açığa çıkmasıyla NPD’nin neden kapatılmak istenmediği daha iyi anlaşılmaktadır.
Kassel valisi Lübcke’nin ırkçı bir Neo-Nazi tarafından öldürülmesinin ardından, bu saldırıyı gerçekleştiren kişinin “Combat 18” adlı faşist bir örgüte mensup olduğunun ortaya çıkmasından sonra aylar sonra yasaklandığı söylenen Combat 18’in üyeleri kendilerini ve silahlarını garantiye aldıklarından hiçbir delil ele geçirilememiş oldu.
Alman devleti tüm bunlara rağmen hala en tehlikeli olanların solcular olduğunun propagandasını yapıp durmaktadır. Alman devletinin sağ gözü hiçbir zaman kendi işlevini görmemiştir.
Almanya’nın sol dediğinin yerli ve göçmen devrimciler, ilericiler ve anti-faşist kesimler olduğu açıktır. 1990 yılından bu yana “sol” denilen kesimin hiçbir silahlı eylemi olmamasına karşın, iki Almanya’nın birleşmesinden bu yana 200 kişinin Neo-Nazilerce öldürüldüğü bizzat Alman gizli servisince ortaya çıkartılmasına rağmen Alman hükümeti ısrarla Neo-Nazi hareketini korumaya devam ediyor.
Avrupa’da gelişen ve giderek tırmanışa geçen ırkçılığın bir diğer nedeni de büyüyen işsizlik ve yoksulluktur. Krizlerin ortaya çıktığı yıllar, ırkçı-faşist hareketlerin kitleleri daha kolay etkilediği ve örgütlediği dönemlerdir.
Avrupa’daki ekonomik krizle birlikte işten çıkartmaları, ücretlerdeki düşüşü, sosyal hakların kısıtlanmasını iyi kullanan faşist partiler, tüm bunların nedeni olarak göçmenleri göstererek taban buluyorlar. Bu propagandaya inanan insanlar ırkçıların saflarında örgütlenmekte, ırkçı propagandayla donatılıp saldırganlaştırılmaktadır.
Son yaşanan virüs salgını da bu faşist partiler tarafından kullanılacaktır. Nitekim Macaristan’da faşist Orban parlamentoyu feshetmiş, yetkiyi tek elde toplamıştır. Virüs salgının ortaya çıkardığı korku ve panik havası, faşist partiler tarafından kendi çıkarları için kullanılarak, başta göçmenler olmak üzere “ötekiler” şeytanlaştırılacaktır.
İnsanlık düşmanı bu ideolojiye karşı yerli anti-faşist örgütlerle birlikte hareket etmek göçmen örgütlerin en başta gelen görevleri arasındadır. Faşist hareketler bugün göçmenleri hedeflerine koymuş olsalar da ileride tüm ilericilere ve demokrasi güçlerine saldıracakları kesindir. Mussolini, Franko ve Hitler bunun en iyi örnekleridir.