Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen 4. Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Sempozyumu Antalya’da büyük bir “başarıyla” gerçekleştirildi. Türkiye’nin en lüks otellerinden birinde, Spice Otel’de gerçekleşen sempozyumda, “kırk kere söylersen olur” sözüne istinaden “terörü bitirmekten” dem vuran cümleler havada uçuştu.
Tabii onların terör dediğine bizim ne dediğimiz, bizim terör dediğimize onların ne dediği, kimin sözlerini kırk kere söyleyip söylememesine bakılmaksızın, daha ciddi tartışılması gereken bir meseledir. Ki içişlerinden sorumlu Bakan İdris Naim Şahin’in “Terörizm sorunu artık hiçbir ülkenin benim böyle sorunum olamaz diyemeyeceği sorun haline gelmiştir” sözlerini de bu meseleye yaptığı bir gönderme olarak düşünüyoruz.
Evet, hiçbir ülke benim “terör” diye bir sorunum yok diyemiyorsa, bu yaratılan baskı-sömürü düzenin sonucudur.
Sizin terör dediğiniz, yani hem size hem de taptığınız sizden daha büyüklere hem de büyüklerinizle birlikte taptığınız emperyalist devletlere karşı geliştirilen bağımsızlık-özgürlük-kurtuluş mücadeleleriyse ve de terörist dediğiniz de sizin ve büyükleriniz gibi tapılmayı ve tapmayı reddeden, zulmü kabul etmeyip halkların kurtuluşu için bütün ömrünü bu mücadeleye veren insanlarsa şayet, asıl terörün ve teröristlerin kimler olduğunu tekrar sormak gerekiyor!
Asıl terörü devletler uygular!
Evet, birilerine terör, terörist gibi sıfatları yakıştırırken onların ne yaptıklarını incelemek gerekiyor. Terör insanları baskı altında tutmak, onlara silahıyla, bombasıyla saldırmak; onları açlıkla, yoksullukla sınamaksa şayet bunları başta TC olmak üzere bütün devletler iyi bilir. Bu cumhuriyet kurulduğundan beri kaç bin insan TC onaylı kurşunlarla, göz göre göre katledildi.
Kaç bebek elleri yüreğinde, başı anasının karnında canlı canlı katledildi! Kaç çocuk, kaç işçi! Kaç, kaç… demek de yanlış. Kim, kim görmedi ki bu zulmü… Evet, zulüm eden devlet, devletler ve onların bakanları, milletvekilleri, polisleri, askerleri, yargıçları yani devlet mekanizmasındaki herkesken, teröristin de kim olacağı gizli bir gerçek değildir.
Terör konusunda egemenlerin yaptığı bütün etkinlikleri buradan okumak gerekiyor. Gerçekleştirilen 4. Sempozyum da bundan farklı bir şey öğretmiyor. Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Remzi Fındıklı sempozyumda şunları söylüyor; “Nasıl ki tıptaki kanser hastalığını tedavi etmek kolay değil, sosyal bir kanser olan terörün de bir çırpıda önlenmesi mümkün değildir. Ancak bugüne kadar yapılan etkinliklerle kanserin teşhisi yapıldı, inşallah el birliği, güç birliği ve fikir birliği ile bu kanseri tedavi edeceğiz”.
Evet onlar, kendi deyimleriyle terör, bizim deyimimizle halkların haklı mücadelesini kansere benzetiyorlar. Çünkü onlar meselenin ciddiyetinin farkındalar ve bu sebeple bitirilmesinin kolay olmayacağını iyi biliyorlar.
Çünkü haklılığını halkların ezilmişliğinden alıyor bu mücadeleler. Yoksa devletlerin savaş bütçelerinin; eğitim, sağlık bütçelerinden katbekat fazla olmasının nedeni ne olabilir? Yine sempozyumda “ünlü” bakan İdris Naim Şahin kendisine yöneltilen “Güvenlik güçlerinin dağdaki teröristlere karşı insani yaklaşımları, teröristleri teslim olma noktasında nasıl yönlendiriyor?” sorusuna sazı eline alarak şu sözlerle cevap vermeye çalışıyor;
“… Sonuçta ne kadar kötü niyetli olursa olsun, ne kadar beyni yıkanmış olursa olsun, ne kadar yanlışlara inandırılmış olursa olsun terör örgütü bünyesinde yer alan talihsiz insanlar, o militanlar da nihayetinde ve başlangıcında birer insandır. Onların da insani açıdan bir kırılma noktası vardır. Zayıf anı ve zayıf halkası vardır…”, “…Güvenlik güçleri, psikolojik olarak insani değerler bakımından kuşkusuz terör örgütü militanlarına göre çok daha gelişmiş durumdadır. Mücadelede silahlı enstrümanları kullanma yeteneğine sahip oldukları kadar, insani yaklaşımları, psikolojik taktikleri de içtenlikle benimseyerek daha iyi uygulama yeteneğine sahiptirler…”, “…Bomba atan, elinde en ağır silahlarla güvenlik güçlerine ve masum halka karşı ateş eden insanlara bir anda ‘Teslim ol’ çağrısı yapan, ‘Hukuka adalete teslim olun, pişmanlık gösterin, hayata yeniden başlayın’ çağrısını yapan güvenlik güçleri zoru başarmaktadır…”
Evet, ne kadar kötü niyetli olursa olsun, ne kadar beyni yıkanmış olursa olsun o da bu devlet içerisinde doğdu, bu devletin eğitimini gördü, ekmeğini yedi. Tabii anlayamadık nasıl bu hale geldi ama o da insan yani diyor İdris Naim Şahin.
Bir de “güvenlik güçleri”nin insani değerlerinin terörist diye aslında kastettikleri devrimcilerden, gerillalardan daha gelişmiş olduğunu söylüyor. Kimin ne kadar insan olup olmadığı bizi ilgilendirmiyor ama “terörist” olarak nitelediğimiz kavramın insanlıktan nasiplenilmemiş bir kavram olduğunu biz de düşünüyoruz.
Tabii asıl teröristin kim olduğunu unutmadan. Bu sebeple de Sayın Bakan’a bir on gün şöyle kendisinin seçeceği yüksek bir dağda on gün dolanmasını önerip, biraz insanlıktan nasiplenmesini öneriyoruz.
Dünyanın fabrikalarında, tarlalarında, sokaklarında, okullarında ve yüksek rakımlı dağlarındaki bütün o güzel insanlar, bir umudun peşindeler… İnsan olmanın getirdiği o onurla bizlere çok şey öğretiyorlar ve de en başta insanlığımızı hatırlatıyorlar.