Makaleler

Diz çökmeyecek, teslim olmayacağız! Cesaret ve cüretle direniş!

16 Nisan referandumunun hileli sonuçlarıyla değiştirilen yeni anayasanın pratikteki uygulamaları bir bir karşımıza çıkmaya başladı. Henüz referandumun sonuçlarına yönelik tartışmalar, yapılan hileye ve halkın siyasi iradesine yönelik gaspa karşı eylemler devam ederken alel acele Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna(HSYK) dair yeni düzenlemeler yürürlüğe sokuldu. Referandumla birlikte değiştirilmesi, yeniden yapılandırılması öngörülen organlardan biri de mâlum HSYK idi. 2002’den bu yana yargı alanında, adım adım etkinliğini artıran ve giderek de kurumsallaşan, AKP’nin gelinen aşamada buna rağmen ihtiyacı karşılamadığı biliniyordu. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak ambalajlanan Başkanlık Sistemini bir ihtiyaç haline getiren toplumsal gerçekliğin bir parçasıydı HSYK değişikliği ve yeni model.

AKP, yargıda önce Gülencilerle akabinde 19-25 Aralık ve devamında 15 Temmuzla onları da tasfiye ederek bu alandaki tek hâkim güç durumuna gelmeyi başardı. Ne var ki toplumsal alandaki adaletsizlikler, hukuksuzlarla her gün biraz daha derinleşen çelişkileri yönetmek için yeni bir modele ihtiyaç duyuldu. Tıpkı yeni anayasa adı altında tekçi bir temelde tüm yetkilerin tek bir organda, kişide toplanması gibi. Gelinen aşamada AKP iktidarının tüm başarı, hizmet, zafer çığırtkanlığına rağmen; Kürt sorunundan, kadın mücadelesine; ekonomiden çevreye pek çok başlıkta korkunç bir tablo ile karşı karşıya bulunuyoruz. Açlık ve yoksulluğun derinleştiği, halkın alım gücünün düştüğü, ekonomide dışarıdan sıcak para akışı ile yapılan pansumanlarla durumun idare edilmeye çalışıldığı, doğanın çok hızlı bir şekilde tahrip edildiği, dış politikada stratejik hayallerin iflas ettiği bir sürece gelmiş bulunuyoruz.

Her seçimde, “bu defa başaracağız” vaatleriyle, tabanının ve yığınların desteğini isteyen AKP, yaşama geçirdiği politikalarla büyük bir çıkmazın, girdabın dibine doğru her gün adım adım gömülmekte. Kuşkusuz bu durum yalnızca AKP’nin değil onun temsilcisi olduğu Türk hâkim sınıflarının ve daha geniş bir yaklaşımla TC devletinin, rejimin tıkanıklığını, çürümüşlüğünü yansıtıyor. Yeni anayasa ve Başkanlık kartı tam da bu lüzum üzerine piyasaya servis edildi. CHP’nin göstermelik muhalefeti bir yana hâkim sınıfların değişik klikleri arasında, rejimin beka sorunu ve önümüzdeki günlerde gelişmesi muhtemel halk direnişleri, isyanları ve toplumsal çelişkilere müdahale adına rejimin yeniden yapılandırılması gündeme getirildi. Başkanlık rejimi; R.T. Erdoğan’ın doğanın siyasi kariyerini de içinde barındıran ama bundan çok daha kapsamlı ve bütünlüklü, merkezinde rejimin beka sorununu taşıyan bir projedir. Temel kaygı rejimin önümüzdeki toplumsal hareketlilik ve değişime uygun bir şekilde re-organize edilmesidir. İşlerinin kolay olmayacağı henüz başkanlık sistemine geçilmeden görüldü. OHAL’e, baskı, engelleme, gözaltı ve siyasi soykırım operasyonlarına karşın geniş yığınların Hayır etrafında güçlü bir duruş sergilediği, önemli bir tepki biriktirdiği ve bunu da yavaş yavaş yansıtmaya başladığı görüldü. Başkanlık rejimi, nasıl düzenin yeni sürece uygun dizaynını yansıtıyorsa, OHAL koşullarında açığa çıkan “Hayır” iradesi de yeni sürecin temel enerjisini ve dipten gelen büyük dalgayı temsil ediyor.

Görünen o ki hâkim sınıfların çokça korktukları yeni sürecin ilk hesaplaşma ve çatışması daha şimdiden hem de kurulmak istenen Başkanlık rejimi etrafında başladı. Önümüzdeki süreçte, dizginsiz teröre, baskı ve gözaltılara; imha, inkâr ve katliamlara rağmen toplumsal muhalefetin temel dinamiklerinin önemli bir sinerjiyle sahneye damgasını daha fazla vuracağı söylenebilir. Elbette bu yolculuk düz bir çizgiden öte, kimi geri çekilmeler, bükülmeler ve atılımlar, sıçramalar şeklinde gelişecektir. Bu bağlamda kısa vadede ortaya çıkabilecek gelişmeler üzerinden yorum yapmak yanıltıcı olabilir.

 

Savaş kongresi

R.T. Erdoğan’ın 998 gün sonra AKP’ye geri dönerek yeniden başkan olması bu tablo içinde anlam kazanıyor. Sonucu bilinen ve kamuoyuna büyük oranda mesaj verme hedefiyle gerçekleştirilen kongrede söylenenler yeni dönemde AKP’nin nasıl bir yol izleyeceği hakkında belli bir fikir veriyor.

Başkanlık sistemiyle sadece devlet kademesinde, yönetim katında yasama, yürütme ve yargı erkleri tek bir elde toplanmakla kalmadı buna paralel bir şekilde devletin aynı zamanda parti devletine dönüştürülmesine dönük adımlarda atılıyor.  Bugüne değin bu konuda karşımıza çıkan örneklerin artacağı dahası bunun kurumsal bir nitelik kazanacağını söylemek yanlış olmaz. R.T. Erdoğan’ın kongrede AKP’nin yeniden genel başkanı olması, rejimin tekçi yapısının daha da gelişeceğinde bir göstergesi.

Erdoğan böylece, hem devletin tüm iktidar organlarının, hem meclisin hem de meclisteki en güçlü partinin başkanı olarak, tüm yetkileri elinde, sarayda toplamış bulunuyor.

Kongrede seçilen yeni yönetimin büyük oranda R.T. Erdoğan’a kayıtsız şartsız hizmet edecek kişilerden seçilmesi, Abdullah Gül ve Davutoğlu gibi isimlerin liste dışında kalması ve “yorulan yol arkadaşlarıyla” araya kalın çizgiler çekileceğine yönelik söylemeler, AKP’de yeni bir “Başkanın adamları” sürecinin de başlayacağına işarete diyor. Kuruculardan neredeyse kimsenin kalmadığı AKP’de, 2019’da yapılacak yerel, genel ve başkanlık seçiminde zafer hedefine uygun bir yapının kurulmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Beraber yola çıktıklarını yemekten ve süreç içinde teker teker kenara fırlatmaktan imtina etmeyen bu yaklaşımın, burjuva siyaset sahnesinde kimi sonular çıkarması muhtemel.

Anlaşılıyor ki AKP’de resmi olarak da ipleri eline alan Erdoğan önce parti içinde devamında Bakanlar Kurulunda ve sonra da 2019 hazırlığı kapsamında yerel yönetimlere müdahale edecek. 2019 seçimlerinde büyük şehirlerde gerileyen durumu toparlamak, bunun yaratacağı enerjiyle genel seçimler ve başkanlık seçimlerine gitmek, temel kaygı olarak görülüyor. Peki, bu yol haritası işçi sınıfı ve emekçiler için ne vaat ediyor?

R.T. Erdoğan’ın OHAL’in kaldırılması talebine yönelik, “huzur ve sükûnet sağlanıncaya kadar”  sözleri yeterince fikir veriyor. Anlaşılıyor ki AKP, önce fiili olarak yaşama geçirdiği sonrasında OHAL ile resmîleştirdiği baskı, gözaltı, şiddet, katliam rejimini kurumsallaştırmak istiyor.  OHAL rejiminin süreklileştirilmesi ve olağanlaşması planlanıyor. Kamuda yaşanan ihraçlara yönelik, “devam edecek” açıklamalarıyla birlikte ele alındığında, önümüzdeki günlerde cadı avlarının süreklileşeceğini tahmin etmek zor değil! Kongrede OHAL şemsiyesi altında Hitler faşizmi uygulamalarının sıradanlaşacağını ve bunun yeni rejimin resmi hali olacağı mesajı verildi demek yanlış olmaz.

İşçi sınıfı ve geniş emekçi yığınların kazanılmış tüm haklarına dönük saldırganlığın, gaspın, daha fazla ve sömürü cenderesinde dişlilerin sıkılacağını öngörmekte öyle.

Kongrede R.T. Erdoğan’ın özellikle özgürlük ve demokrasi talep eden güçlere yönelik demeçleri, 20 Temmuz Suruç katliamıyla başlayan yeni konseptin güncellenerek daha da ağırlaşacağına işaret ediyor. HDP’yi kast ederek “onları daha zor günler bekliyor”  sözleri, TC’nin ve onun sözcüsü AKP’nin Kürt hareketine ve onunla ittifak halinde ki devrimci, ilerici güçlere yönelik diz çöktürme, teslim alma politikasının derinleştirileceğini anlatıyor. Görünen o ki Türk hâkim sınıfları, DAİŞ’le mücadele parantezine sokarak genel kamuyu nezdinde meşru bir alan açmaya çalıştığı yurtsever harekete, Kürt halkına daha fazla saldıracak.  “Yok edilecekler” ve “komşu ülkelerdeki heveslerini kursaklarında bırakacağız”  sözleri TC’nin Kürt halkına yönelik düşmanlığının Misak-ı Milli ile sınırlı kalmayacağını gösteriyor. Açık ki, R.T. Erdoğan’ın kongresinin özetinin; Kürt düşmanlığı, şovenizm ve ırkçılıkta ısrar; imha, inkâr ve katliamlarda derinleşme, emeğe ve kazanılmış haklara yönelik daha şiddetli saldırılar ve bir bütün olarak OHAL’in kurumsallaşması olduğu söylenebilir. Ya da bir başka deyişle diz çöktürme, teslim alma parolasıyla yeniden taarruza çıkılacağı.

 

İdeallerini gerçek kılacağız!

Mayıs ayında toprağa düşerek özgürlük ideallerini bize devreden Mayıs şehitlerinin duruşu bu yüzden bugün daha fazla anlam taşıyor. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın, Haki Karer ve dörtlerin, Armenak Bakır’ın faşist diktatörlük karşısında diz çökmeyen iradesi ve direnişi bugün bizim için birer ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.

71 ve 80 cunta dönemlerine benzer uygulamaların yaşandığı günümüzde, Mayıs şehitlerinin yaşam ölçüleri, halka ve devrime bağlılıkları birer meşale gibi karanlıkları aydınlatıyor. Faşizmin, 18 Mayıs 1973’te Amed zindanlarında 90 günlük vahşetin ardından kurşunlayarak katlettiği komünist önder İbrahim Kaypakkaya korkusu bu yıl bir kez daha görüldü.  İçişleri Bakanlığının ve Çorum Valiliğinin dahası Çorum’dan iki sulh ceza mahkemesinin kararı ile yasaklanan anma ile ablukaya alınan mezarlık gerçeği, İstanbul’da düzenlenen anmada yaşanan devlet terörü, İzmir’de Kaypakkaya gerekçe gösterilerek Partizan ve DHF’ye gerçekleştirilen operasyon ve sıralanabilecek bir dizi tasarruf, devletin korkusunun sürdüğünü ispatıdır. Ne var ki tüm engelleme ve baskılara rağmen Kaypakkaya’nın ve Mayıs ayı şehitlerinin sevdası ve kavgası;  Aliboğazı’nda toprağa düşen 12 TİKKO ve 7 HPG gerillasına, oradan OHAL’e rağmen sokakları zapt eden ve şehitlerine sahip çıkan yoldaşlarına armağan.

And olsun ki onların ideallerine sahip çıkacak ve gerçek kılacağız!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu