Makaleler

Direnişi büyütme, cesareti katlama zamanı!

Referandum virajında son bir aya girilmiş bulunuyoruz. Süre kısaldıkça öngörüldüğü, tahmin edildiği üzere, siyasi iktidar cephesinden hamaset ve milliyetçilikte dozajın artırıldığına tanık oluyoruz. Uzun süredir, yaratılan düşman karşısında birarada ve güçlü durma, vatanı koruma, milletin iradesine sahip çıkma buradan hareketle dünyaya meydan okuma, AKP tarz-ı siyasetin temel omurgasıydı. Gelinen aşamada, bu zeminde söz konusu argümanların daha güçlü ve üst perdeden üretildiği günleri yaşıyoruz.

Toplumu kutuplaştırma ve kamplara ayırma, yanında tutabildiği kesimleri diğerlerine karşı düşmanlaştırma, iktidarın temel siyaset yapma biçimi olageldi. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında yaşananlarla birlikte kitle faktörü AKP açısından daha da önem kazanmış ve öne çıkmış durumda. Kitlenin gerektiğinde mobilize edilebildiği 15 Temmuz’da ispatlanmıştı. Şimdi sıra safları sıklaştıracak ve MHP tabanını da ikna edecek söylem ve argümanların devreye sokulmasındaydı. Nitekim, referandum kampanyası kapsamında başta HDP/BDP olmak üzere tüm muhalif, ilerici ve devrimci güçlerin hedef tahtasına konulması bu politikanın bir ürünüydü. AKP, referandum kampanyasını, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi değişilikliği”ni maddelerin neler getireceğini anlatarak değil buna kimin karşı çıktığını öne çıkararak yürüttü/yürütüyor. Tabanındaki ve MHP kitlesindeki kararsızları, paketin içeriğiyle değil, hangi düşmanların bunu red ettiği, “Hayır” dediğiyle iknaya çalışıyor. Milliyetçi ve ırkçı söylemler ve şovenizm zehiri ile yığınların bilinci zehirleniyor.

 

Dış mihrak retoriği!

Siyasi iktidar, istikrar, vatanın bölünmezliği, tek millet ve tek bayrak üzerinden yığınları “Evet”e iknaya çalışıyor. Milliyetçilikle örülen bu zeminde düşmanlık üretti, üretiyor. Ne var ki, kendisinin çabasıyla ve oylarıyla, “millet karar versin” söylemleri eşliğinde başlatılan referandum sürecinde anayasa değişiklik paketini reddederek “Hayır” diyenleri terörist, vatan haini ve bölücü ilan ediyor. Ancak bu politikanın da belli bir sınıra dayandığı ve işlevini kaybettiği anlaşılıyor. Tam da iç düşman retoriğinin işe yaramadığı anda mızrağın sivri ucu dışa yöneltildi. Almanya ve Hollanda ile planlı bir şekilde yürürlüğe sokulan bir politika ile gerilim tırmandırıldı ve kriz adım adım büyütüldü.

AB ve ABD emperyalizminin sömürü ve tahakküm politikalarına emekçi yığınların duyduğu öfke, “Evet” gemilerinin yelkenlerini şişirecek yeni rüzgar için birer fırsata dönüştürüldü. Bir yandan üst perdeden nutuk atanlar diğer yandan siyasi ve ekonomik anlaşmalarla bağımlılık ilişkisini derinleştirmekten de geri durmuyor.

Gelişmiş, refah seviyesi yüksek, istikrarını sağlamış bir Türkiye istemeyen dış güçler/mihraklar retoriği, siyasi iktidar tarafından yaratılan ve adım adım derinleştirilen kriz ile tabandaki ve MHP kitlesindeki kararsızların ikna edilmesi adına işlevselleştiriliyor. Avrupa’ya demokrasi, insan hakları ve özgürlük dersi veriliyor. İlerici, devrimci ve yurtsever güçlere yönelik AB ülkelerinde yaşanan engelleme, gözaltı ve tutuklamalar olmamış farz edilerek AB’nin çifte standardına dikkat çekiliyor.

Artık iyice ustalaştıkları iki yüzlülük ve sahtekarlıkta sınırlar bir kez daha zorlanıyor. Tıpkı anayasa referandumu için mecliste yapılan oylamada olduğu gibi, kendi yasalarını çiğnemekten imtina etmiyorlar. Hatırlanacağı üzere, değişiklik paketinin referanduma götürülmesi için yapılan oylamanın anayasaya göre gizli yapılması gerekiyordu ancak AKP bunu açıkça ihlal ederek açık oylama yaptı. Şimdi benzer bir durumu yaşıyoruz. 2008 yılında yurtdışında -“Yurt dışı seçmenler, milletvekili genel seçimi, Cumhurbaşkanı seçimi ve halkoylamasında oy verebilirler. Yurt dışında ve yurt dışı temsilciliklerde seçim propagandası yapılamaz” (5749 sy. Ve 13/3//2008 sy.lı K. md. 94/A)- propaganda yasağını yasalaştıran AKP, bunu yine kendisi hem de büyük bir kriz eşliğinde, mağduriyet üreterek yapıyor. Bakan tam da kriz çıkarılacak şekilde ve zamanda Hollanda’ya arz-ı endam ediyor!

“Hayır” diyenlere terörist yaftası yapıştırmak için yarışanlar, “Hayır” çalışmalarına türlü engeller çıkaranlar, devletin tüm gücünü “hayır” çalışmasını engellemek uğrunda seferber edenler, kendilerine yabancı bir ülkede yasak gelince, seyahat, ifade ve toplanma özgürlüklerinin erdemlerini hatırladı.

Oysa siyasi iktidar bugün referandum kampanyaları devam ederken Mardin Nusaybin örneğinde yaşandığı gibi, abluka ve yasaklarla, yargısız infazlarla, köyleri yakıp yıkmayı sürdürüyor, meclisi baypas ederek ülkeyi KHK’larla yönetiyor, hukuku ayaklar altına alıyor; gazetecilere, yazarlara yönelik cadı avı sürdürülüyor; binlerce memur, akademisyen sokağa atılarak bütün özlük hakları ellerinden alınmakla yetinilmiyor, hapishaneleri yeterli görmeyip, ülke de hapishaneye çevriliyor.

Avrupa’ya demokrasi dersleri veriliyor, Nazi benzetmeleri yapılıyor. Ancak, Ermeni, Rum ve Süryanilere yönelik soykırım; Kürtlere, Alevilere yönelik vahşi katliamlar, zorla göç ettirmeler ve sınırsız şiddet nedense hatırlanmıyor! Avrupa’ya ikiyüzlü diyenler; meclise ait yasama yetkilerinin önemli bir kısmının bir kişiye devredileceğini buna karşılık, yürütme görev ve yetkisine sahip kişinin, bu sıfatı nedeniyle hiçbir biçimde meclis önünde sorumlu olmayacağını, yasama yetkisi de kullanabileceğini vb. bir dizi değişikliği halktan bilinçli bir şekilde gizliyor!

Aslında buna da şaşırmamak gerekiyor. Toplumsal gerçekliği gizlemek, yapamadığında ters yüz etmek, çarpıtmak AKP’nin iktidara tutunma yaklaşımının temel parolaları olageldi.

 

İşsizlik ve yoksulluk ‘sınır’ları aşıyor!

Miting meydanlarında başarılarından söz etmekten, icraatlarını sıralamaktan pek bir memnun olan AKP’li yetkililer,  bugün evet için oy isterken sanki ülkeyi 15 yıldır kendileri yönetmiyormuş gibi davranmaktan utanmıyor. Gelinen aşamada başta ekonomik olmak üzere çok sayıda başlıkta birikmiş devasa sorun siyasi iktidarın, istikrar adı altında başarısızlığının birer göstergesi aynı zamanda. Kitlelere anlatılan başarı hikayesinin sürdürülebilmesi için ayak bağlarından kurtulmak gerektiği salık veriliyor. Bunun içinde açıkça yalana başvuruyor.

Sözgelimi, güya işsizlik gümbür gümbür azalacaktı. Referanduma bir ay kala İşsizler Partisi’nin üye sayısı 4 milyona yaklaşmış bulunuyor. Aralık 2016’da işsiz sayısı bir evvelki seneye nazaran 668 bin kişi arttı, yüzde 12.7’ye çıktı ve 3 milyon 872 bin’e ulaştı. Ancak işsizlikten, TÜİK 15 yaş ve üzerinde olan kişilerden son dört hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek halde olanlarını kastediyor. Diğerleri hesaba dahil edilmediği için oran sokaktaki reel işsizliği birebir vermiyor. Türkiye genç işsizler (yüzde 31.3) itibarıyla Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) içinde ilk sırada yer alıyor. Krizdeki Yunanistan’da bile gençler arasında işsizlik Türkiye’den daha az (yüzde 28,5).

Son dört senede ise mütemadiyen artan işsizliği görmezden gelip, ‘İşsizlik geçici’ diyen Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in referandum uğrunda sarf ettiği bu kaçıncı yalan? Şimşek’in referandumdan ‘evet’ sonucu çıktığında 17 Nisan sabahı iktisadî buhranın biteceğine dâir sözleri de hakikaten ibretlik. Uluslararası derecelendirme kuruluşu Moody’s Türkiye’nin kredi notu görünümünü ‘durağan’dan ‘negatif’e düşürdüğü (18Mart 2017-Basın) koşullarda Şimşek’in bir mucize vaat ettiği açık değil mi?

“Hayır” çalışması tam da bu bağlamda, her gün biraz daha artan ve derinleşen işsizlik ve yoksulluk sarmalına karşı güçlü bir karşı koyuş ve fiili mücadele anlamına geliyor. Meşru mücadelenin, sokağın gücünün yeniden ve daha güçlü bir şekilde örgütlenmesinin bir parçası demek oluyor “Hayır!” Çıkardıkları kriz ne kadar sıkıştıklarının da bir itirafı aynı zamanda. Krizi ezilenler lehine derinleştirmek için direnişi büyütme cesareti katlama zamanı!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu