Çelişkileri en keskin olanlar kimler?
Lenin, “Proletarya Diktatörlüğüne Derhal ve Her Yerde Nasıl Hazırlanmalı?” sorusuna yanıt olurken bir paragrafta şöyle diyordu; “…Komünist Enternasyonal’e bağlı tüm partiler, ‘kitlelerin daha derinlerine!’, ‘kitlelerle daha sıkı temas!’ şiarlarını ne pahasına olursa olsun pratiğe geçirmelidirler; kitleler sözünden anlaşılması gereken emekçilerin ve sermaye tarafından sömürülenlerin, özellikle de en örgütsüz ve en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanların tümüdür.”(8) Şimdi Lenin’den yola çıkarak çalışma yürüttüğümüz alan ve kitleleri değerlendirmeye çalışalım.
Ülkemizi düşünerek cevaplamak gerekirse kimdir bu “en örgütsüz, en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanlar?” Lenin’in ortaya koyduğu kıstaslarla hareket ettiğimizde bu kitleyi somutlayabiliriz. Ve bunların içinde en ağırlıklı kitleyi yine yoksul Kürt kitlelerin oluşturduğunu görürüz.
Semt faaliyetlerinde olduğu gibi işçi sınıfı içerisindeki faaliyetlerimizde de en zor koşullarda, en düşük ücretlerle çalışan işçileri hedeflememiz gerekir. Yine işportacılık, seyyar satıcılık, kâğıt ve çöp toplayıcılığı gibi kayıt dışı işlerde çalışan, “en alttakileri” tespit etmek önemlidir. Bu durumda da karşımıza Kürt emekçilerin çıkması şaşırtıcı değildir. Bu kitlenin örgütlenmesini zorlaştıran birçok neden vardır. Ama burada önemli olan bunların “en örgütsüz, kapsanması en zor olanlar” olması değil toplumsal düzen içindeki konumlarıyla “en alttakileri”, “en özgür kitleleri” oluşturmalarıdır. Onları “en özgür” kılan düzenle ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel vb. ilişkilerinin en alt düzeyde olması, dolayısıyla düzenin ve devletin köleleştirici mekanizmalarının en dışındaki kitleyi oluşturmalarıdır.
T. Kürdistanı dışındaki hemen tüm büyük şehirlerde Kürt yoksullarını ve işçileri, kırsal alanlardan kopup gelmiş her kökenden yoksul emekçileri bulmak mümkündür.
Bugün ülkemizin kırsal alanlarındaki yoksulluk, göç ve çarpık bir kentleşme sonucu kendine özgü bir yapı arz ettiğini biliyoruz. Kırsal alanlardaki en yoksullar ve ezilenlerle büyük şehirlerdeki en yoksullar ve ezilenler türdeş bir özellik taşımaktadır. Hatta türdeşlikten öte hemşeri ve akrabalık ilişkileri mevcuttur. Doğal olarak büyük şehirlerde tanımladığımız kitlelerin “eşdeğeri” yoğunlukla T. Kürdistanı’nda bulunmaktadır. Yoksul ve ulusal baskı altındaki Kürt köylüleri ve yine köyünden kopup bölge şehirlerinde yığılmış açlık ve sefalet altındaki kitleler, sınıfsal ve ulusal çelişkileriyle tam da devrimin gerçek ve tartışmasız öznelerini oluşturmaktadır. Elbette ki, bu kesimleri örgütlemedeki zorluklar hesaba katılmalıdır. Ama zaten tam da burada KP’nin rolü, çalışmadaki yöntem ve araçları önem kazanmaktadır.
Lenin’in “en örgütsüz ve en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanlar” şeklindeki tanımlamasından yola çıkarak tartıştığımız konu özgülünde kendi tarihimizden iki örneğe yer verelim. Tarihimizi az çok bilen herkes, deri işçileri içindeki ve 1 Mayıs Mahallesi’ndeki çalışmalarımızın birçok dersi içerdiğini hatırlar. Deri atölyelerinde çalışan işçilerin özellikle 80’li yıllarda işçi sınıfı içinde en zor çalışma şartlarına sahip ve en yoğun sömürüye tabi tutulan gruplardan birini oluşturduğu biliniyor. Bu işçiler karşılaştıkları sömürü kadar bilinçsiz, dağınık ve örgütsüzdürler. O yıllarda çok doğru bir tercihle, içlerinde Süleyman Cihan’ın da olduğu birçok faaliyetçi Kazlıçeşme’de deri işçileri içinde çalışmada ısrar etmiş ve sağlam bir örgütlenmeyi başarabilmiştir.
1 Mayıs Mahallesi deneyiminde de kırdan kopmuş, yoksullukları yanında acil olarak barınma ihtiyacı bulunan emekçi kitlelerle birlikte hem taleplerine yanıt olunmuş (gecekondu yapımı, kamulaştırmalar vb.) hem de kitleler içerisinde geniş ve kalıcı ilişkiler yaratılabilmiştir.
İki örneğimizden de anlaşılacağı gibi kitlelerin çelişkileri en keskin kesimleri içerisinde sabırlı bir mücadele örülebildiğinde güçlü ve kalıcı örgütlenmeler yaratılabilmektedir. Bu konuda Kürt ulusal hareketi tarihi de örneklerle doludur. İlk oluşum yıllarından itibaren T. Kürdistanı’nda –ve diğer Kürt parçalarında- dini inançların, tarikatların da güçlü olduğu en geri bölgelerinde örgütlenmeyi başaran ulusal hareket, on yıllar sonra da aynı bölgelerde asıl güç sahibi konumunu sürdürebilmiştir.
Benzer bir durumu Hindistan ve Nepal halk savaşlarının gelişmesi açısından da gözlemleyebiliriz. Diğer birçok halk savaşı deneyiminde ve gerilla savaşlarında da benzer veriler bulunabilecektir. Ancak bizim gözlemimiz bu iki halk savaşına ilişkin daha yoğun olduğu için bunları tercih ettik. Hindistan’da HKP(M)’nin kırsal alanlarda en güçlü olduğu bölgelerin, henüz “kabile” özellikleri gösteren, kast sisteminin dahi dışına itilmiş, en aşağı tabakaların yaşadığı bölgeler olduğunu biliyoruz. İlkel üretim koşullarında özellikle beslenme ve sağlık konusunda taleplerin yakıcı olduğu koşullarda HKP(M)’nin bu konularda önderliğiyle beraber, bu en geri kitlelerin orak çekiçli bayrakla özdeşleşmeleri işlenmeye değerdir. Aynı şey Nepal toplumu ve Nepalli Maoistlerin faaliyetleri için de geçerlidir. Dünyanın en geri kalmış ülkesinde çeşitli ulus ve azınlıkların yaşadığı Nepal’in daha geri kalmış bölgeleri halk savaşı stratejisinde ilk ve önemli bir yere sahiptir.
Görüldüğü gibi, toplumun en geri bıraktırılmış kesimleri dünyada ve ülkemizde en ileri mücadelelerin (silahlı mücadelenin) öznesi olabilmiş, en bilinçsiz kitleler en ileri ideolojinin bilinçli neferleri haline gelebilmiştir. Bu en gerinin en ileri olabileceği diyalektik yasalarıyla da uygunluk taşımaktadır. Ülkemizin bugünkü koşulları, deneyimlerimiz, Kürt ulusal hareketi ve gelişen halk savaşları özgülünde anlatmaya çalıştığımız gibi hemen her yerde komünistlerin yoğunlaşacağı kitleler benzer özellikler göstermektedir.
(Devam edecek)