Özyönetim direnişleri başladığı günden bu yana neredeyse 10 aya yakın bir süre geçti. Tüm bu süreç içerisinde, Sûr, Silopiya, Cizîr, Şirnex, Gever, Nisêbîn vb. birçok yerleşim yerinde özyönetim ilanları gerçekleştirildi. 10 aya yakın bir süre T. Kürdistanı’nın dört bir yanında süren direnişte devlet Osmanlı’dan aldığı katliamcı yüzünü bir kez daha göstererek yüzlerce insanı katletmiş, mahalleleri tanklarla toplarla ve kimyasal silahlarla ağır bir şekilde tahrip etmiştir. Yaklaşık 10 aydır süren direnişin yavaş yavaş son bulması, bugün devlet tarafından “zafer” gibi gösterilmek isteniyor.
Özyönetim ilanlarını incelerken bütünlüklü değerlendirmek gerekiyor. Bunun için önce direnişin başladığı tarihe gitmek gerekir. Özyönetim direnişlerinin ilk nüveleri adına “barış” denen sürecin 2015’in Temmuz sonu ile bitmesiyle beraber atıldı. Devlet güçleri mahallelerde yaşayan yurtsever güçlere operasyon gerçekleştirmek istemiş, bunun karşılığında ise başta gençlik olmak üzere halkın direnişi ile karşılaşmıştır. Haftalarca mahallelere giremeyen devlet, ağır silahlarla mahallelere saldırmaya çalışınca, özyönetim ilan edilmeye başlanmış ve bugüne kadar olan sürece girilmiş oldu.
Bir başka açıdan değerlendirmek gerekirse, ulusal hareket Rojava’da şehir savaşında büyük deneyimler elde etti. Edinilen bu deneyimle birlikte bunu Türkiye sahasında nasıl uygulanacağı gibi bir soru ile karşı karşıya kaldı. Çünkü Rojava’da büyük oranda DAİŞ, El-Nusra ve ÖSO gibi dağınık savaş yürüten çetelerle savaşmış, buna karşı düzenli bir ordu ile savaşa girilmemiştir. Türkiye’ye geldiğimizde ise ulusal hareketin karşısında düzenli bir ordu vardı. İşte özyönetim direnişleri aslında büyük oranda, gelecekte patlayabilecek daha büyük bir savaşın, denemesi gibiydi. Rojava’da deneyim kazanan ulusal hareket, bu savaşın Türkiye’de nasıl yürütüleceğine, ordunun ve polisin nasıl bir strateji izleyeceği konusunda büyük bir deneyim sahibi oldu. Yani kısaca direnişin başlatılmasındaki bir sebebin de büyük oranda gelecekteki savaşın ön hazırlıklarını yapmak olduğunu diyebiliriz.
Nisêbîn’deki direnişin de büyük oranda bitmesiyle tartışılan önemli bir konuya geldik. Savaşı kim kazandı? Devlet nezdinde mahallelerin “temizlendiği” bunun da devletin bir zaferi olduğu gibi açıklamalar gelse de gerçek bundan çok uzakta durmaktadır.
Birincisi, devletin 10 aydır en önemli gündemi özyönetim direnişleri oldu. Özyönetim direnişlerinin başladığı tarihlerde MGK toplantısında alınan “çökertme” planı büyük oranda başarısız oldu. Devlet aldığı darbeyle büyük oranda krize girdi. Bunun en önemli kanıtı AKP içerisinde başlayan çatlağın son süreçte iyice açılması ve bunun sonucunda Ahmet Davutoğlu’nun R. T. Erdoğan tarafından saf dışı bırakılması oldu. İkincisi, Ulusal Hareket Rojava’da kazandığı şehir çatışmalarında kazandığı deneyimi, Türkiye’ye uyarlayarak büyük bir deneyim kazandı. Bunu devletin verdiği kayıplarda görmekteyiz. Devlet Kıbrıs işgalinde verdiğinden daha fazla kaybı, son 10 ayda verdi. Devletin verdiği kayıp resmi rakamlara göre 500 civarında ise de gerçekte çok daha fazladır. Ayrıca ekonomik olarak da ciddi darbeler aldı. Üçüncüsü, devletin son 1 yıl içerisinde gerillaya karşı düzenlemek istediği kapsamlı operasyonlarında önüne geçilmiş oldu. 2 cephede birden uğraşan devlet gerillaya karşı kapsamlı operasyon düzenleyemedi. Bu da gerillanın bugün yaptığı eylemlerle karşımıza çıkmaktadır. Dördüncüsü, hem şehir hem de kır olmak üzere iki cephede savaşmakta zorlanan devlet, Rojava üzerindeki planlarını da gerçekleştirememiş oldu. YPG ve Demokratik Suriye Güçleri Rakka’ya kapsamlı bir operasyon düzenledi, ayrıca kırmızı çizgimiz denilen Fırat’ın batısına da geçilmiş oldu. Beşincisi ve son olarak da devlet gerçekleştirdiği katliam ve saldırılarla kamuoyuna bir kez daha katliamcı yüzünü göstermiş, Kürt ulusuna ise savaş ve katliamdan başka bir şey vermeyeceğini de gözler önüne sermiş oldu.
Tüm bu gerçeklikler değerlendirildiğinde devletin hem iç hem de dış politikada büyük bir hezimete uğradığını görmekteyiz.