İşçi sınıfının iktidar mücadelesinin, yol göstericisi ve öncüleri, sınıfları tahlil ederken, üretim araçlarını ve iktidar gücünü elinde toplayan tüm kurum ve kuruluşlarıyla birlikte, devletin niteliğini ve temsil ettiği sınıfı çok berrak bir şekilde ortaya koymuşlardır.
Sınıflar arasındaki mücadelenin yol ve yöntemlerini de bu perspektifle ele alıp ona göre bir rota çizmişlerdir. Elbette Marksizm-Leninizm-Maoizm bir dogma değil her tarihsel sürecin kendi koşulları içerisinde değerlendirilerek “somut koşulların somut tahlili” ilkesine uygun olarak her ülkedeki sınıf mücadelesi yol ve yöntemleri bakımından kendi koşulları içerisinde değerlendirilerek bu değerlendirme neticesinde de sınıf mücadelesinin yürütüleceği yol ve yöntemlerin ana çerçevesi oluşturularak buradan doğru bir mücadele hattı üzerinden ilerler. Ezen ve ezilenler arasındaki iktidar mücadelesinin kaçınılmazlığı bu kadar açık bir biçimde orta yerde duruyorken, sınıf mücadelesini devrimci şiddetten ayrı ele almak, salt reformlar düzeyine indirgemek hakim olan sömürücü sınıfın çizdiği sınırlar içerisinde top koşturmak anlamına gelmektedir.
Anaerkil dönemden günümüz emperyalist-kapitalist sisteme kadar toplumlar tarihine baktığımızda dahi hiç bir iktidar kansız ve şiddetsiz kendi saltanatını bırakmamıştır. Her dönem kendi koşulları içerisinde değerlendirildiğinde çok çetin mücadeleler ve ağır bedeller ödenerek bir sonraki aşamaya geçiş gerçekleşmiştir.
Bugün ise; gerek Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, gerekse dünyanın bir çok ülkesinde üretim araçlarını ve iktidarı elinde bulunduran burjuva sömürücü sınıfın yükselen toplumsal hak arayışı mücadelelerine dönük tutumlarının çok sert olduğuna her gün tanıklık etmekteyiz.
İrili, ufaklı tüm gösterileri ve tepkileri devlet şiddetiyle bastırmaktan bir an dahi geri durmamaktadırlar. Durum bu kadar açık bir şekilde orta yerde duruyorken mücadeleyi salt demokratik tepkileri ve hak arayışları üzerinden örgütlemek devrim iddiası, irademizin de zayıfladığının bir işareti olarak okumak gerekmekte. Sömürünün, savaşların, zulmün ve talanın son bulmasının yegane yolunun işçi sınıfının iktidar mücadelesini örgütlemekten geçtiğini her sınıf bilinçli proleter farkındadır.
Devrim iddiası taşıyan hareketlerin dayanağı devrimci şiddeti örgütlemek ve merkezi otoriteyi yıkacak darbeleri vurmak gibi bir zorunluluğa ve sorumluluğa sahip olduğunu unutmamak ve bu bilinci ve iradeyi her daim diri tutmak gerekmekte. Elbette ki toplumun tüm kesimlerini yaşadıkları en can alıcı özgün sorunları üzerinden örgütlemek sınıf çalışması yürüten her kadro ve faaliyetçinin asli görevi olmalıdır. Demokratik mücadele yol ve yöntemleri devrim mücadelesini besleyecek tarzda ele alınırken, devrimin sistem içi reformlarla ve iyileştirmelerle değişebileceği hastalığına karşı uyanık olmayı ve yasalcı çalışmayla kendini sınırlayan tarza karşıda mücadelede tavizsiz olunmalı.
Tüm alanlardaki çalışmalarımızı devrim mücadelesinin gelişmesi ve büyümesi perspektifiyle ele almak ve aynı hedefe doğru yöneltmek gibi bir görevle karşı karşıya olduğumuzu görmek zorundayız. Bu bağlamda baktığımızda dahi ezen ve ezilen sınıflar arasındaki iktidar mücadelesi devrimci yıkıcılık ve devrimci şiddetten bağımsız ele alınamayacağının bilincinde olmak ve bu bilinç ve iradeyle faaliyetleri yoğunlaştırmak gerekmekte.
Eğer bugün her kesimden geniş halk yığınları devletin niteliğine dair belli kafa karışıklığı taşıyorsa bu kafa karışıklığının bir yönünü bizim dışımızdaki etkenler oluştururken, bir diğer yönünü de elbette bizlerin yani sınıf mücadelesi yürüten sınıf bilinçli proleterlerin yetmezlikleri ve eksikliklerinden kaynaklandığını kabul etmek gerekir.
Sorunu biraz daha açmak ve somutlamak gerekirse bugün başta T.Kürdistan’ında yaşanan katliamlar olmak üzere yükselen ekolojik, ekonomik, kültürel, inançsal, demokratik, akademik ve kadın mücadelesinin parçalı bir hatta yürümesi ve bu mücadelelerin lokal düzeyde seyretmesinin arka planında da yukarıda bahsini ettiğimiz algının yattığını belirtmek gerekir.
Tarihsel olarak dahi bakıldığında hakim sınıfların kendi iktidarlarını sürdürebilmeleri için türlü entrikalarla farklı inanç ve etnik kimlikleri kaşıyarak ezilen ve sömürülenleri ayrıştırıp, böl-parçala-yönet politikasını uyguladığını tespit edip belirtmemize rağmen, ne yazık ki bu duruma dair farklı inançlar ve etnik kimlikler arasındaki çelişkileri çözecek ve ortak payda da aynı hedefe yöneltecek ciddi bir çözüm olamadığımızı da gerek Gezi İsyanında gerekse Kürdistan’da yaşanan son gelişmelerde bir kez daha görüyoruz.
Gezi’de yüzbinler olup sokaklara akan ve ortak payda da buluşan ezilenler, söz konusu Kürtler ve farklı inanç ve milliyetler olduğunda ırkçı ve şovenist politikaların etkisine takıldıklarına şahitlik ediyoruz. Tabii ki burada sorunu oradaki halkın geriliğine ve devletin politikalarının etkisinde kaldığını belirtebiliriz. Soruna bu şekilde yaklaşmak işin kolaycı yanını oluşturmakta. Sınıf bilinçli işçi ve emekçiler bu durumun yalnız bir nedenden ötürü kaynaklanmadığının bilincindedirler.
Burada altını çizmek istediğimiz yön hakim sınıfların ezilenleri ve sömürülenleri bu kadar ayrıştırırken, sınıf bilinçli proleterlerin bu bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı bir araya getirmede ve ortak payda da buluşturmada görevinin bulunduğunu bir an dahi akıldan çıkarmamak gerektiğine vurgu yapmak ihtiyacı duyduğumuzdandır. Hakim sınıfların işçi ve emekçiler üzerindeki böl-parçala-yönet politikalarını boşa çıkarmanın en can alıcı yanını devlet şiddetinin yöneldiği kesimlerin haklı ve meşru mücadelesini daha geniş halk kesimlerine taşıyarak, yürütülen mücadelenin haklılığını ve meşruluğunu anlatırken, bir diğer yanıylada devletin tüm muhalif kesimler üzerindeki şiddetini ve hizmet ettiği sınıfında teşhiri üzerinden kampanyalar vb çalışmalar örgütlenerek merkezden yerellere doğru tüm alanlara yayılmalıdır.
En somut örneği ise Özgür Gelecek gazetemizin Kürt halkının haklı direnişiyle dayanışmak ve direnişi büyütmek için başlatmış olduğu kampanyada bunu çok iyi bir şekilde kendi alanımızda gördük ve kendi eksikliklerimizi ve yetmezliklerimizide daha iyi farkına varmış olduk.
Son olarak şunu belirtmek gerekiyor. Hakim sınıfların ezilen ve sömürülenlerin birlikteliğine karşı vurduğu darbelerin etkisini azaltmanın yolu ve yöntemi sınıf bilinçli proleterlerinin sorumluluğunda ve yükümlülüğünde olduğunu unutmadan farklı inanç ve kimlikler arasındaki köprüleri kurma, farklı alanlardaki hak arayış ve mücadeleleri aynı rotaya oturtarak ortak hareketi güçlendirme görevlerine daha sıkı sarılalım ezinlerin ortak haykırışını güçlendirelim…
(Gemlik’ten bir Ö-G okuru)