Makaleler

Dev aynasından boy aynasına muhteşem dönüş

AKP/Erdoğan, Suriye ve Irak’a asker sokmakla, dünyanın en önemli ve büyük ülkeleri arasında sayılmakla böbürlenirken, ekonomik kriz konusu onları en azından dev aynasından boy aynasına çekmiş gibi görünüyor. Yıllardır yaşanan her olumsuz gelişme için mağdur edebiyatı ile başlayıp komplo teorisi ile biten açıklamalar yapan AKP/Erdoğan bu sefer de aynı yolu seçiyor. “Dış mihraklar”, “terör örgütleri”, “iç mihraklar” vs. hepsi birlemiş durumda ve ülkenin ekonomisini bozup AKP’yi ve özellikle Erdoğan’ı iktidardan düşürmek derdindeler! Hatta bu teoriler bazen öyle bir hal alıyor ki, Erdoğan partisinin de kendisini yalnız bırakmasından yakınıyor.

Egemen sınıflar, halkı manipüle etmek için kendilerini de zengin kapitalist sistemin temel özelliklerini de çarpıtarak kendi çıkarlarına geldiği gibi anlatmaktadırlar. Kapitalizmin en temel olgusu olan daha fazla kâr için sürekli rekabet, tamamen spekülasyona dayanan büyük bir finansal sermaye yaratmıştır. Lenin’in rantçı, asalak, kupon kesen sermaye gibi tanımlarla ifadelendirdiği emperyalizm budur. Fakat bu AKP/Erdoğan’ın ifade ettiği gibi salt Türkiye’ye ve salt onlar istenmediği/sevilmediği için yapılan bir “komplo” değildir. Emperyalist kapitalizmin işleyişi böyledir. Bu ekonomik çalkalanmaların ne kadar derinleşeceği, ülkenin batma noktasına gelip gelmeyeceği, rekabet gücünün ne olacağı gibi meseleler, ülke içinde uygulanacak, halkın omzuna bindirilmesi kaçınılmaz olan ekonomi politikalarına ve dünya ekonomisinin genel durumuna bağlı olacaktır. Erdoğan, milliyetçilik ve dini duyguları sömürerek, şimdiden kriz edebiyatı yaparak, halkın devletin etrafında kenetlenmesini sağlamaya çalışmaktadır. Kopartılan gürültü, peşpeşe toplanan Ekonomik Koordinasyon Kurulu (EKK) toplantılarına bakıldığında bu sefer işin içinden kolayca çıkamayacakları görülmektedir. 

Emperyalist sistem, sermaye ihracı üzerinden gelişmiştir. Ekonomisi daha az gelişmiş olan ülkeler sermaye ihracı ile emperyalist ülkelere ekonomik ve politik olarak bağlanır. Bununla birlikte günümüzde finansal sermayenin gücü, 100 yıl öncesiyle karşılaştırılamayacak oranda büyümüştür. Emperyalist ülkelerin de yüksek dış borçlarının olması finansal sermayeyi çekmek için faiz yükseltmeleri gibi durumlar artık sıkça yaşanmaktadır. Spekülasyonların ve vergi kaçırmaların ekonomi üzerindeki etkisi, büyüklüğü ve yaygınlığı bu yıl peşpeşe açıklanan Panama belgelerine bakılarak anlaşılabilir. Çoğu AB taraflısı ekonomistin iddia ettiği gibi mesele ülkenin demokratikleşmesi veya diktatörleşmesi vs. değildir. Bunlar çeşitli ülkeleri suçlamak için dönemsel olarak kullanılabilir olsa da hiçbir zaman sermayenin hareketini belirleyen esas etkenler değildir.

Türkiye’de yaşanan ekonomik çalkantının nedenlerini ve ulaşabileceği noktaları, emperyalist kapitalist sistemin bu özelliklerinden bağımsız düşünmek yanlıştır. Türkiye, dışa bağımlı ekonomik-finansal yapısıyla birçok ülkeden zayıf durumdadır. Bu da krizinin de dışa bağımlı olma oranını yükseltmektedir.

 

Faturanın halka çıkarılmasına karşı mücadeleyi örgütleyelim! 

1994 ve 2001 krizleri, 1980 sonrası uygulanan kamu finansman politikalarına bağlı olarak bütçe açığı üzerinden yaşanmıştı. Bütçe açıkları da yüksek faizli borçlanma ile kapatılıyordu.

2001 krizi sonrası Kemal Derviş’in adıyla somutlanan ekonomi politikaları sonucu halkın omzuna bindirilen vergilerle, sosyal politikaların yok edilmesiyle, mevcut destekler bitirilerek tarımın öldürülmesiyle bütçe açığı kapatıldı. Böylece burjuvazi krizden çıktı. Halk cephesinde ise yoksulluk, kronik işsizlik, artarak sürdü. Şehirlere göç arttı. 2001 sonrasında bütçe dengesi önemsendi ama cari açık yoluna başvurularak özellikle özel sektörün büyümesi sağlandı. Bu süreç içinde tüm dünyada mevcut olan likidite bolluğundan faydalanılarak bolca sıcak para çekildi.

Sermaye, güvenli limanları sever. Yani gittiği her yerden yüksek kazançla çıkmak ister. Bunu sağlayamayacağı yerlere ya gitmez ya da ordaysa hızla çıkar. Zaten kapitalist dünya sisteminde hukuk da tüm yasalar da sermayenin daha rahat hareket edebilmesine göre düzenlenmiştir.

Türkiye’de cari açığın yanında son dönemlerde bütçe açığının yaşanmaya başlaması, ekonominin çevrilebilirliğine yönelik kaygıları artırmıştır. Savaş politikalarının bütçe açığını artırması 15 Temmuz sonrası KHK’larla çeşitli sermaye gruplarının tasfiye edilmesi gibi nedenlerin yanında FED’in faiz yükselterek sermayeyi ABD’ye çekme girişimlerine paralel dünya genelinde yaşanan doların yükselmesinin etkisiyle Türkiye ciddi bir darboğaza girmiş durumdadır. OPEC’in petrol üretimini kısma kararı alması da cari açığı artıracak olmasından dolayı olumsuz etkide bulunacaktır.

Türkiye’nin acil olarak kaynak girişine ihtiyacı vardır. Fakat bahsettiğimiz nedenlerle yakın zamanda bunun sağlanması mümkün görünmemektedir. İlişkiler rayına sokulmuş gibi görünse de Rusya uçak düşürme olayı öncesi sözleşmede yer verdiği gibi doğalgazın fiyatını ucuzlatmamıştır. Bu nedenle Binali Yıldırım Rusya’ya “gezi” düzenlemek zorunda kalmıştır. AB ise kendi piyasalarının 2008’den beri devam eden zayıflığı nedeniyle yeterli bir kaynak durumunda değildir.

Yapılan hesaplara göre mevcut durumda Türkiye’nin her 100 Dolarlık borcu çevirebilmek için 160 Dolarlık kredi bulması gerekmektedir. Uluslararası piyasalar buna izin vermediği gibi Erdoğan’ın Merkez Bankası’nın faizi düşürmesini istemesi sıcak paranın gelmesini zorlaştırmasından öte son aylarda görüldüğü gibi sermaye net çıkış yapmaktadır.

Yastık altı Dolarların satılması, halkın “tasarrufa” teşvik edilmesi vs.nin bu durumdan çıkışa bir katkısı olamaz. Halkın satacağı Dolarların miktarı kadarını, devlet ihalelerinde dolarla iş yapma politikaları nedeniyle Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprülerinde görüldüğü gibi zaten çeşitli sermaye gruplarına akıtmaktadır. Yani mesele dolmayan havuz problemi gibidir. Ki esas Dolarların büyük şirketlerde ve en önemlisi ayakkabı kutularında olduğu bilinmektedir. Halkın “tasarrufu” istenirken bu yıl içinde bütçeden devletin temsil ve ağırlamaya (çay, kahve, hediye vs.) ayırdığı pay 329 milyon Lirayı bulmuştur.

Halktan sürekli olarak fedakarlık beklenirken diğer yandan zamlar devreye sokulmuştur. Otomobilden sonra sigara ve içkiye de ÖTV zammı yapılmıştır. Petrol fiyatları dünya çapında son 2.5 yıldır sürekli inişte olduğu halde benzin/motorinde doğru düzgün indirim yapılmazken OPEC kısıtlaması sonrası oluşan fiyat artışı anında yansıtılmıştır. Varlık Barışı adı altında kara para aklama siyaseti güdülürken esasta büyük şirketlerin işine yarayan vergi borçlarının yapılandırılmasına gidilmiştir. Burjuvazinin eli kolu her anlamda rahatlatılırken TİSK’in önerisiyle asgari ücrete zam dahi yapılmaması gündeme alınabilmektedir.

Türkiye’nin mevcut durumda ekonomisini döndürebilmesi için emperyalist ülkelere daha fazla ödünde bulunması dışında seçeneği yoktur. İhracatın % 49’unu ithalatın % 39’unu yaptığı AB ülkelerine söyledikleri sözlerin “Fırat kalkanını Esad’ı düşürmek için yapıyoruz” kadar anlamı ve süresi vardır.

Tüm bunların içinde kitlelere yönelik çalışmalarımızda sistemin zorunlu kitlesel yapısı kadar savaş politikalarına karşı çıkmak, AKP’nin 17-25 Aralık’ta görüldüğü gibi yolsuzluklarını teşhir etmek, başkanlık sisteminin bu işleri rahat yürütmek için istediklerini açıklayabilmek, zam/zulüm siyasetine karşı etkin mücadele yürütmek önemlidir. Halkın faturayı ödemeyi reddetmesi yapısal krizlerini derinleştirecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu