Ermeni Soykırımı’nın 107. yılındayız. 24 Nisan 1915’te İstanbul’da 250 Ermeni aydının tutuklandığı, sürgün edildiği (çoğu katledildi) tarih ile başlayan ve akabinde 1.5 milyon Ermeni’nin Osmanlı tarafından vahşice katledildiği soykırımın başlangıcı olarak kabul görülen tarihteyiz.
Bazı kaynaklar o dönem Osmanlı’nın himayesinde olan bölgelerde yaşayan Ermeni nüfusunun yarısının katledildiğini belirtmekte. O dönem çoğu kadın, yaşlı ve çocukların olduğu Ermeniler, Osmanlı askerleri denetiminde bugünkü Kuzey-Doğu Suriye, Kuzey Suudi Arabistan ve Irak’a sürüldü. Sürgün sırasında birçok Ermeni yolda katledildi, tecavüze uğradı, açlık ve susuzluktan öldü.
Soykırım döneminde dedeleri çocuk olan ve Suriye’ye sürülen Ermeni Sosyal Meclisi üyeleri Sara Dozdiyan ve Arev Qesebiyan ile Ermenilerin yaşamındaki soykırım izleri, bölgede yaşayan Ermenilerin savaştan önceki durumları ve Rojava Devrimi’nin Ermenileri nasıl etkilediği gibi bir dizi konuyu konuştuk.
Arev Qesebiyan
Ermeni Soykırımı’nın 107. yıl dönümündeyiz. 24 Nisan 1915’te soykırım aynı zamanda sürgün ile devam etti o dönem. Bu sürgüne mekan olan en önemli yer ise Suriye oldu rejim döneminde yani savaştan önce soykırımdan konuşabiliyor muydunuz?
Arev Qesebiyan: Suriye’de Ermeni Soykırım’dan bahsetmek yasaktı. Reqa/Merge’de soykırımda katledilenlerimizin anıtı vardı. Çocuk olduğumuz dönemde orada nasıl bir tarih olduğunu, nelerin yaşandığını tam bilmiyorduk. Büyüklerimiz bize anlatıyordu fakat açık bir şekilde değil, gizli gizli anlatıyorlardı yaşadıklarını. Böyle böyle kim olduğumuzu, nerden geldiğimizi, Ermeni Soykırımı’nın ne olduğunu ve Ermenilere neler yapıldığını öğrendik. O ziyaret yerinde 1915’de Reqa’ya sürgün edilip, katledilen sayısız Ermeni’nin kemiği var. Ölülerimiz bu mekanda bile hiçbir zaman rahat uyumadı. Ermeniler 1915’ten beri diğer halklar gibi yaşamıyor. O tarihten beri korkuyla, acıyla yaşıyor. Soykırım ile beraber tarihimiz, dilimiz, kültürümüz, inancımız da katledildi. Etrafımızda bulunan kimlikler ve onların dili, kültürü, inancı ile büyüdük.
Yani bugün sadece dil, kültür, inanç, toprak davası gütmüyoruz. Soykırımda yer alan, göz yuman herkesin hesap vermesi için mücadele ediyoruz.
Dedeleriniz, neneleriniz 1915’te sürgün edilen çocuklardan. Yaşadıklarını, gördüklerini anlatıyorlar mıydı?
Sara Dozdiyan: Babamın babası, biri kız ve iki erkek kardeşiyle sürgün edildiği zaman anneleri de onlarlaymış ve hamileymiş. Yolda askerler annesini karnını yırtarak öldürmüş. Adı Sara’ymış. Onun adını taşıyorum. Sonra dedem ve kardeşleri ayrı ayrı kişilerle sürgün yolunu yürümüş ve dedem Serêkeniyê’ye gelmiş. Bir Arap köyüne gelmiş ve onlar dedemi büyütmüşler. Geldiği dönemde 4-5 yaşlarındaymış. Ermenice biliyordu ve kendi ismini de hatırlıyordu. Aziz’di adı. Kardeşlerinin, babasının, annesinin bütün ailesinin ismini biliyordu. Köyünün ismini, yerini de biliyordu. Fakat gitmeyi bırakın, dillendirmeye, söylemeye dahi korkuyordu. Öyle bir korku yaşıyordu dedem ailesinden hiç kimseyi görmeden, görüşmeden öldü.
Arev Qesebiyan: Büyüklerimizle bir ortamda oturduğumuzda çok nadiren yaşadıklarını, gördüklerini anlatırlardı. Zaten her anlattıklarında boğazları düğümlenir, gözlerinden yaş gelirdi ve anlatamazlardı tam. Yolda neler çektiklerine, Suriye’ye nasıl ulaştıklarına, Suriye’ye içerisinde onlara yapılan zulme dair hikayelerini bitiremezlerdi… Türk devletinin zulmünden çıkıp Suriye’ye geldiklerinde tekrar zulme maruz kalmışlar. Örneğin, burada satın aldıkları topraklarına ağalar el koymuş. Zulmetmiş. Ermenilerin gözlerini açmalarına hiçbir zaman izin vermediler. Zulüm, katliam altında büyüyen o çocuklar öldükleri güne kadar gözleri yaşlı ve boğazları hep düğümlü idi.
Sara Dozdiyan
Rojava Devrimi’nden önce Suriye’de yaşayan Ermeniler nasıl bir konumda idi? Nasıl bir yaşam reva görülüyordu?
Sara Dozdiyan: Devrimden önce ne rejim ne de toplum bizi tanıyordu. Ermeniler olarak azınlıktık ve hep bizi küçük gören, küçümseyen gözler vardı üzerimizde. O zaman birçok Ermeni aile birbirine tutunmak, birbirlerini korumak istiyordu. Fakat buna müsaade edilmiyordu. Bunun olanaklarının oluşmasını istemiyorlardı. Yani Ermenilerin bir toplum olarak yaşamalarını ve birbirlerine tutunmalarını istemiyorlardı. Sahip olduğumuz toprakların bize ait olmadığı söyleniyordu. Siz kâfirsiniz diyorlardı. Bizi küçümseyen, aşağılayan bakışlar, sözler hep çoğunluktaydı. Çoğunluk, ‘Bu topraklar onların değil. Geldiler, burada büyüdüler, besledik. Artık kendi ülkelerine gitsinler.
Bu topraklar asla onların olmayacak’ diyordu. Bu tür baskılardan kaynaklı çok fazla Ermeni buradan göç etmek zorunda kaldı. Ki, ekonomik olarak da asgari düzeyde yaşamlarını idame edebilecek mal varlıkları vardı Ermenilerin. Bunun gibi birçok sebepten kaynaklı buradan da Avrupa vb. yerlere göç eden çok fazla Ermeni var. Hep korku ile yaşayan ve kendilerine Ermeni bile diyemeyen Ermeniler vardı. Reqa’da, Girê Spî’de, Serêkaniyê’de, Merge’de, Dêra Zor ve Halep’te yani her yerde Ermeniler var/vardı. Fakat dediğim gibi konuşmaya bile korkuyorlardı eskiden. Toplumda bir değerleri yoktu. Ve toplumun üzerlerinde yarattığı baskıdan kaynaklı kendilerine Ermeni diyemiyorlardı. Ne kadar Ermeni’nin burada yaşadığına dair kesin bir rakam söyleyemem. Fakat şimdi gün gün bu sayı çoğalıyor. ‘Biz de Ermeniyiz’ diyerek ortaya çıkan Ermeniler oluyor.
Örneğin, soykırımından sonra Zeytun, Sason, Muş gibi yerlerden buraya getirilen Ermeni çocuklarını Arap veya Kürt aşiretler-aileler büyüttü. Dedemi Araplar büyüttü. Küçük olan dedem buraya gelir gelmez Müslüman olmuş. Hangi kimlikten, inançtan aile bizi büyüttüyse o kimliğe büründük. O kimliğin diliyle, kültürüyle, inancıyla yaşam sürdü soykırım çocukları. Ki bu çocukları büyütenler kendi çocukları gibi büyütmedi. Bu çocuklar genç yaşa geldiklerinde ise ailelerden veya aşiretlerden hiçbir hak iddia edemedi. Genç yaşa gelen bu çocuklar kaldıkları ailelerden ekonomik olarak bir şey istediklerinde, ‘Bizde hiçbir şeyiniz, hakkınız yok’ sözleri ile karşılaştılar. Soykırımın başlangıcından beri çok fazla acı çeken bir halk. Ve bu acıları hiç dinmedi. Bu acılar kuşaktan kuşağa aktarılarak devam etti, ediyor. Her kuşak çocuklarına yaşadığı acıyı anlattı, anlatabildiği kadar. Eğer toplum biraz bile olsun Ermenilere değer verseydi bu acılar bugün bu boyutta olmazdı.
Suriye savaşının başladığı süreçte Ermeniler kendilerini nasıl savundu?
Arev Qesebiyan: Savaş sürecinin başladığı dönemde bütün şehirlerde dini, kültürü, dili değiştirilen çok ciddi ve önemli bir Ermeni nüfusu vardı ve kendilerini savunabilecekleri bir güçleri yoktu. Savaşın başladığı dönemde bir göç yaşandı. Ciddi bir göç. Bir savunma biçimi de diyebilir bu göç için. Bütün kimlikler için geçerli bir göç. Fakat Ermeniler gibi değil. Bu göç 1915 soykırımın tekrarı gibi oldu. Ermenilerin malı, mülkü tekrar talan edildi. Yerlerinde, yurtlarından edildiler. 1915’i tekrar gözler önüne serdi Ermeniler için. Yüz yıldır elde ettikleri bütün birikim tekrar işgalcilerin eline geçti ve paylaşıldı.
Yani 107 yıl önce sürgün edildikleri bu topraklardan da göç etti Ermeniler. Biraz açabilir misiniz? Siz neden göç etmediniz?
Arev Qesebiyan: Ermeniler göç etmeye mecbur kaldılar. Her bakımdan çok zayıf olan bir durumda iken, savaşın başlaması her alanda en çok onları etkiledi ve kendilerini savunacak bir güçleri de yoktu. Göç ettirilmek, göçe mecbur bırakılmak bir işgaldir. Bu herkes için böyle. Hiçbir insan kendi ülkesinden çıkmak istemez. Benim neden göç etmediğimi soruyorsunuz. Bu belki de biraz kişisel bir irade ile ilgilidir. Yani ben de düşünüyorum ve bağladığım nokta bu oluyor. Hangi Ermeni’ye bakarsan bak, hepsi barış isteyen, irade sahibi insanlar. Açıkçası Suriye’de başlayan savaş Ermeniler için 1915’in tekrarı gibiydi. Gitmek de zor, kalmak da.
Rojava Devrimi ile beraber Ermeniler ne gibi haklara sahip oldular?
Sara Dozdiyan: Devrimin başladığı sürede bugünkü gibi değildik. Ne olanağımız vardı ne de kendimizi savunacağımız askeri bir gücümüz. Sıradan, alışılmış bir hayat geçiriyorduk. Bugün bir tabur ve meclise sahibiz. Ermeniler olarak yan yanayız ve bir gücüz. Kendimizi savunacak bir gücüz. Daha önce Ermeniler olarak birbirimizi tanımıyorduk. Hangi Ermenin nerede, hangi köyde ya da şehirde yaşadığını bilmezdik. Devrimden sonra kurulan bu meclisle bir araya geldik. Yani dağınık ve birbirini tanımayan Ermeniler olarak bu sayede toparlandık, toparlanmaya çalışıyoruz.
Arev Qesebiyan: Devrim ile beraber Ermeniler, diğer halklar gibi görünür olmaya başladılar. Süryani, Asuri, Kürt, Arap halkları ile yaşamlarında bir eşitlik hakkına ulaştılar. Evet, Ermeniler artık eskiye göre daha fazla görünüyor ama siyasal ve yönetim alanında diğer halklarla aynı noktada ve dengede değiliz. Bu yanlış anlaşılmasın. Eskiye göre daha fazla hak sahibiyiz, hem yaşamsal hem de Ermeni halkına dönük çalışmalar yapmak konusunda daha fazla olanak sahibiyiz. Zaten bugün hem askeri hem siyasal alanda Ermenilerin iradesi olarak oluşan kurumlarda Kuzey-Doğu Suriye Yönetimi’nin önemli bir rolü ve desteği var. Fakat tam olarak diğer haklar gibi bir tam hak eşitliği seviyesinde değiliz. Yani Özerk Yönetim’de Ermeniler olarak diğer kimlikler gibi aktif bir rol, konum edinemedik. Temsiliyet rolü ve pozisyonu bakımından da Süryanilerin, Kürtlerin, Arapların durduğu noktada olamadık daha.
Suriye rejim bölgeleri ile Özerk Yönetim bölgelerinde Ermenice eğitim var mı?
Arev Qesebiyan: Eğitim konusunda öğrenciler için bazı zorlukların var olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum yönetime göre farklılık gösteriyor. Suriye rejiminin okullarında okuyanların durumu ile Özerk Yönetim okullarında okuyanların eğitim olanakları, durumları aynı değil. Çocuklarımız hep eğitimden mahrum bırakıldı. Örneğin, rejim tarafından okullara giden Ermeni çocukları kabul edilmiyordu. İdareciler, ‘Sizin işlemleriniz burada olmuyor. Özerk Yönetim tarafında işlemlerinizi yapmalısınız’ diyordu. Özerk Yönetim tarafında da benzer örnekler yaşanıyor.
Sara Dozdiyan: Şu anda hem rejim bölgelerinde yaşayan Ermeni çocukları hem de Özerk Yönetim bölgelerinde yaşayan Ermeni çocukları kendi ana dillerinde eğitim almıyor. Rejim bölgesinde yaşayanlar Arapça, Özerk bölgede yaşayanlar Kürtçe eğitim alıyor. Meclis ve çalışmalarımızla beraber Özerk Bölgede okulların dışında Ermenice eğitim vermeye başladık. Yani Özerk Yönetim okullarında Ermenice eğitime dair daha somut bir adım yok. Ama zamanla bunun somutlaşacağını ve okullarda Ermenice eğitimin yer alacağını umuyoruz.
Bugün burada yaşayan hem Hıristiyan hem de Müslüman Ermeniler var. İnanç farklılığı Ermeniler arasında bir soruna neden oluyor mu?
Sara Dozdiyan: Soykırım döneminde sürgün edilen Ermenilerin çoğu Hıristiyan ve çocuk yaşta idi. Bu çocukların hafızalarına katledilme korkusu yerleşti. Türk devletinin onlara yaşattıkları sadece çocukluklarında kalmadı. Büyüdüklerinde de o korkuyla yaşadılar. Müslüman olmalarının önemli bir etkeni bu. Ve diğer bir etkeni ise verildikleri ve onları büyüten ailelerin Müslüman olması idi. Hep öldürülme, katledilme korkusuyla yaşadılar. Ayrıca Müslümanlaştırılmış ve kendi inançlarına dönmek isteyenler de kabul edilmiyor Hıristiyanlar tarafından. ‘Siz Müslüman oldunuz’ söylemiyle dışlanan bir yerde tutulmakta. Ki, Müslüman olan Ermeniler de, Müslümanlar tarafından kabul edilmiyor. Siz Fılle’siniz vb. söylemlerle ötekileştiriliyorlar. Her iki taraftan da kabul edilmeyen bir noktada duruyorlar.
Arev Qesebiyan: Müslüman olan hiçbir Ermeni Müslümanlığı sevdiği için veya keyfinden, tercihinden dolayı Müslüman olmadı. Sürgün edilen soykırım çocukları aç, susuz, çıplak olarak bu topraklara ulaştılar. Onları burada büyütenler ise Müslümanlar idi ve Müslüman olarak büyütüldüler. Suriye rejiminin kanunları, Müslümanlıktan başka bir inanca geçmesine izin vermiyor zaten. Büyüyen bu çocuklar veya onların torunları, çocukları olarak bizlerin Hıristiyanlığa dönmememizin bir nedeni de bu kanunlardır. Çünkü inanç değiştirenlerin cezası idam idi. Ben bu yüzden inancımı değiştirmedim. Ayrıca bu çocuklar kendilerini savunmak için isimlerini de değiştirdiler. Elindeki malın alınmaması için de Müslüman olarak yaşadılar. Kimse korumadı. Korumuyordu.
Ermeni Meclisi kurma fikriyatı nasıl ortaya çıktı ve nasıl başladı bu süreç?
Arev Qesebiyan: Geç kalınmış bir çalışma aslında. Nubar Ozanyan Taburu’ndan sonra başladığımız bir çalışma oldu. Nasıl yapacağımız, nasıl başaracağımız konusunda çok fazla yol ve yöntem yoktu. Hem bu konuda hem de bölgede yaşayan, göç eden Ermenilere, yaşamlarına dönük sahada araştırmalar yaptık. Bu araştırma süreci zaman aldı. Bugün nasıl başaracağımızı, ilerleyeceğimiz konusunda daha iyi bir konumdayız. Topluma nasıl yaklaşacağımızı, ilişkilerimizi nasıl geliştireceğimizi daha iyi biliyoruz ve bunun sonuçlarını da alıyoruz. Bir yandan da meclis içinde ana dil ve Ermeni kültürü, tarihi üzerine çalışmalar yapıyoruz. Yanlış yazılan aktarılan bir tarihle karşı karşıyayız aynı zamanda. Bunlar üzerine çalışıyoruz. Birçok kaynakta çarpıtılmış bir tarih okumasına-aktarımına denk geliyoruz. Doğru olanın alt yapısını örmeye ve değiştirmeye çalışıyoruz. Bu çalışmalar şahısların çalışmaları değil, Ermeni toplumunun bu bölgede toparlanmasını, acılarını sarmasını, kendini savunmasını sağlayan toplumsal çalışmalardır. Aynı zamanda dil, kültür, inanç bakımından varlığımızı sürdürme çalışmalarıdır.
Sara Dozdiyan: Bu meclis öyle kolay kurulmadı. İlk başlarda 4-5 kişi ile başladı bu iş. Arkadaşlarımız meclisi kurmak için çalışmalara başladığında birçok kişi meclisin kurulacağına inanmıyordu. Fakat meclisin kurulmasında yer alan arkadaşların güçlü bir iradesi vardı ve o irade çaba sayesinde bu güne, bu seviyeye geldik. Meclis güçlendikçe, Ermenilere temas edip içine aldıkça sesimiz daha fazla güçlü çıktı ve yayıldı.
Biraz çalışmalarınızdan ve Ermenilerin yaklaşımından bahsedebilir misiniz?
Arev Qesebiyan: Çok kısa bir süre içinde çok ciddi sonuçlar kaydeden bir çalışma ve Ermenilerin bu bölgede kendilerine dönük tek çalışması. Yani bugün bu meclis, Ermenilerin buralarda toplumsal sorunlarına çözüm bulmaya çalıştıkları, kendilerini her alanda geliştirmeye çalıştıkları bir yer ve bunu başaracaklarına inancım tam. Hem Hıristiyanlar hem de Müslüman Ermeniler meclisin ilk dönemlerinde bize yaklaşmaya korkuyorlardı. İnançlarını, siyasetlerini ya da başka bir şeylerini değiştireceğimiz yönünde bir algıları vardı. Bölgede yaşayan Ermenilerin toplumsal sorunlarına dönük çalışmalar yaptıklarımızı gördükçe bu algı yıkıldı ve her bölgede ister Müslüman, ister Hıristiyan isterse de Êzîdî Ermeniler olsun, hepsi gün geçtikçe daha fazla meclise yaklaşıyorlar, çalışmalarına dahil oluyorlar.
Rejimden önce Ermenileri temsil eden herhangi bir kurum, yapı veya meclis var mıydı?
Arev Qesebiyan: Meclis fikri eski bir fikirdir. Bugünün fikri değil. Fakat rejim bu meclisin kurulmasına hiçbir olanak tanımadı ve müsaade etmedi. Ayrıca o dönem bu fikre sahip olanlar da ‘aşiret’ olgusu temelinde bir yapı kurma fikriyatındaydı. Açıkçası korkuyorlardı da. Çünkü rejim her şeye ya izin vermezdi ya da kendisi için siyasi bir idareye dönüştürüyordu. Ermeniler, devrim sürecinde tekrar meclis çalışmalarını yürütmek ve kurmak istedi. Fakat o zaman da bu olanak yoktu. Çok fazla göç vardı. Devrimden sonra 2017 yılında bir konferans oldu ve herkes kendi kimliği, yapısıyla bu konferansa katıldı. Bize de hangi yapı veya kimlik üzerinden katılım sağlayacağımız üzerinden bir öneri geldi. Zaten bizim de isteğimiz bu idi. Kendi kimliğimiz ile katılmak istedik. Ermeni halkını temsilen orada bulunduk ve 2020’ye kadar meclisi kurma kararı aldık.
Bütün kurumlarımızı 24 Nisan’a atfediyoruz, Osmanlı devletine bir cevap olarak ele alıyoruz. Ve hala Ermeniler var diyoruz. 24 Nisan adı ile her yapımızı daha fazla örgütleyerek, güçlenerek kuruyoruz.
Kaynak: https://justpaste.it/6hpgr