DerlediklerimizGüncel

18 MAYIS | DENİZ ALTUN :Putları kıran devrimci: İbrahim Kaypakkaya

İbrahim Kaypakkaya öldüğünde daha 24 yaşındadır. Ama o kısacık yaşamına sığdırdığı fikirleri ve eylemleri ile yolu açmış ve egemenler için korkutucu bir put kırıcı olma onurunu kazanarak ölümsüzleşmiştir.

Bütün kurucu devrimci önderler doğası gereği sadece hakim toplumsal düşünüş biçimini değil aynı zamanda içine doğup geliştiği düşünce kalıplarını da kırıp atabildiği oranda adına layık bir rol oynayabilmiştir.

Kurucu devrimci önderlerin ve onların nezdinde hareketlerin tarih içindeki yolculuğu bu bakımdan egemen düzene olduğu kadar, ve bazen daha fazla onu kendi içinde felç eden, devrimci enerjisini emen ağırlıkların sökülüp atılması ile doğrudan bağlantılı olmuştur.

Türkiye devrimci hareketinin tarihine bu perspektiften baktığımızda put kırıcıların en başta gelen isimlerinden birinin İbrahim Kaypakkaya olduğunu söylersek çok iddialı bir şey söylemiş olmayız muhtemelen. Türkiye devrimci hareketi tarihinde, gerek teorik gerekse de pratik düzeyde hakim düşünce kalıplarından şunu ya da bunu kırmış birçok devrimci önder figürü sayabiliriz. Ama İbrahim Kaypakkaya genel olarak ezilenleri, özel olarak ise devrimci hareketi düzenle barışık hale getirerek güçten düşüren hemen hemen tüm kritik meselelerde döneminin ve devrimci tarihimizin nadide önder figürlerinden biridir.

Devletin kurucu ideolojisi olarak Kemalizm’de anti-emperyalist özellikler arayanların karşısına ‘Kemalizm faşizm’dir’ teziyle çıkan Kaypakkaya, bu yaklaşımıyla sadece devleti karşısına almakla kalmıyor; sosyalist geleneği ve ezilenleri düzene bağlayan temel kolonlardan birini de söküp atarak put kırıyordu. Yine Kürtlerin özgürlüğü ve eşitliği konusunu Kürdistan’ın özgürlüğü düzleminde ele alarak bir başka putu daha kırarak çığır açıyordu.

Ermeni ve Rum halkları başta gelmek üzere halklara karşı yürütülen soykırımlar ve laiklik üzerinden Kemalizm’den sola ithal edilen pozitivist burjuva aydınlanmacı yaklaşımları reddedip mahkum ederek sosyalist hareketi düzene bağlayan tüm resmi ideoloji putlarını da hedef haline getiriyordu.

Ölümsüzleşmesinin üzerinden geçen bunca yıla karşın hala egemenler için korkutucu olmaya devam etmesinin altında da esas olarak bu gerçek yatıyor. İbrahim Kaypakkaya fotoğrafı taşımak, hakkında övücü nitelikte yazı yazmak, anmasını yapmak, sloganını atmak, üzerine yazılan bir marş ya da ağıt söylemek aradan geçen bunca yıla karşın halen saldırı, gözaltı, tutuklama, dava, sansür nedeni sayılıyorsa bu onun put kırıcılardan biri olarak yol göstermeye devam etmesiyle ilgilidir.

Bu nedenle onu tanımak sadece tarihsel bir figür hakkında bilgi sahibi olmaktan daha fazla anlam taşır.

 İlk yıllar

İbrahim Kaypakkaya, 1949 yılında, yoksul bir ailenin çocuğu olarak Çorum‘da doğar ve ilkokulu orada bitirir.

Daha çocukluk yaşlarından itibaren sıra dışı özellikleri ile yaşıtlarından ayrılıyordu. Bilgiye aç ve her şeyi merak eden bir kitap kurduydu. Babasının anlatımlarına göre okuldan çıktıktan sonra koyun gütmeye giderken bile yanına defter, kalem, kitap almayı unutmazdı. Ne bulursa okurdu. Gördüğü, bildiği, sahip olduğu her şeyi paylaşmaya çalışırdı. Çalışkanlığı, bilgisi, ağırbaşlılığı, yardımseverliği ve fedakârlığı ile köyde herkesin sayıp sevdiği bir çocuk olarak tarif ediliyor.

İlkokulu bitirince öğretmen olmaya karar veren Kaypakkaya devlet parasız-yatılı sınavlarına girip Ankara-Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nu kazanır ve okula yatılı öğrenci olarak alınır. Devrimci düşüncelerle de ilk olarak burada tanışır. Büyük bir iştahla araştırıyor, soruyor, okuyor ve siyasi kimliği şekilleniyordu. Önce TİP sonra TİİKP-PDA ile ilişki kurar. Sol sosyalist fikirlerin ezberinden ziyade uygulama ve yeniden üretimine doğal bir eğilimi vardır.

İşçiler ve köylülerle konuşmayı, yaşam koşullarını incelemeyi, kitabın hayatla sağlamasını yaparak anlamayı sever. İlerleyen yıllarda kaleme aldığı ‘bölge raporları’ bu doğal eğiliminin gelişip sistematik hale gelmesinin belgesi niteliğindedir.

 Üniversite dönemi

Hasanoğlan Öğretmen Okulu’ndan sonra üniversite sınavlarına girerek İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na geçer. Devrimci bir örgütçü ve giderek önder olma yolunda hızla ilerler. Ve tabi ki bu durum üniversite yönetimi ve polisin de dikkatinden kaçmaz ve fişlenir.

Okulundaki tüm tartışmalarda ve mücadelelerde fikirleri, örgütçülüğü ve çalışkanlığıyla öne çıkan bir devrimcidir. Dönemin öğrenci örgütlenmesi olan Fikir Kulüpleri Federasyonu‘nun  Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki şubesinin kurulmasına önayak olur ve ilk başkanı olarak seçilir. Kuruluş bildirisini Kaypakkaya’nın kaleme aldığı bildiride okuldaki bütün yurtsever, devrimci ve ilericiler, yobazlara ve faşistlere karşı birlik olmaya ve mücadeleye çağrılıyordu. Bu bildiri nedeniyle okul yönetimi tarafından açılan bir soruşturma sonucunda Kaypakkaya ve diğer kurucu üyeler “1 ay okuldan uzaklaştırma” alır ve dosya ceza davası için savcılığa gönderilir.

İbrahim arandığı bu bir ay sırasında arkadaşlarının evlerinde kalır. O günlerine şahit olan herkes her anını devrim için değerlendiren, okuyan, yazan, büyük bir heyecan ve tevazuyla insanları örgütlemek için çalışan bir devrimciyi anlatır. Çeşitli dergilere yazılar yazar bu dönemde.

Faşist saldırılara karşı devrimci öğrencilerin başında o vardır. Parasız yatılı haklarının ellerinden alınması ve okula girişlerinin faşistler tarafından taşlı sopalı ve silahlı saldırıyla engellenmek istenmesine karşı yürütülen militan mücadeleyi o örgütler. Faşist saldırılar ve idarenin engellerine rağmen okula girerler. Ancak sonrasında idare tarafından çağrılan polisin yardımıyla okuldan atılırlar.

 Tam zamanlı devrimcilik

Okuldan atıldıktan sonra hem geçinmek için çalışır hem de 6. Filo‘ya karşı eylemler ve Kanlı Pazar gibi olaylarda en önde bulunup, fabrika ve köylerde örgütleme çalışmaları yürütür. 1969-1970 yıllarında Türk Solu dergisinde işçi ve köylü eylemleri ile ilgili kaleme aldığı bir dizi haber ve yorum bu döneme denk gelir.

1970 yılı şehirlerde ve kırlarda kitlelerin devrimci mücadele ruhunda büyük yükselişlerle doludur. Ve İbrahim her yerdedir. Trakya Değirmenköy‘de toprakları için ağaya karşı mücadele eden köylülerin arasında; 15-16 Haziran büyük işçi ayaklanmacılarının omuz başında; öğrenci eylemlerinin önündedir. 15-16 Haziran ayaklanmasında gece sabahlara kadar bildiri basıyor, gündüz kavganın en yoğun olduğu yere koşuyordu.

Demir-döküm, Sungurlar, Horoz Çivi, Petriks, Ege Sanayi, EAS Akü, Gıslaved, Gamak, Singer, Derby… işçileri, bu büyük devrimciyi yakından tanıyorlar ve kendilerinden biri olarak görüyorlardı. Bu deneyim onun yaşamında bir dönüm noktasıdır.

 TİİKP-PDA’dan kopuş

İbrahim Kaypakkaya o döneme kadar içinde bulunduğu örgüt–PDA/TİİKP– merkezi ile ters düşer. 15-16 Haziran dersleri ile başlayan tartışmaları Aydınlık’ın halk savaşı söyleminin reformizminin üzerini örten bir örtü olduğu gerçeğine doğru derinleşir.

1971 başlarında Çorum ve köylerinde araştırma çalışmalarına çıkar ve 12 Mart darbesini yeni yol arayışlarının derinleştiği bu koşullarda karşılar. Grevlerin, kitle eylemlerinin, mitinglerin yasaklandığı; bütün devrimci dergilerin ve kitle örgütlerinin kapatıldığı bir dönemdir. Binlerce devrimci tutuklanır ve onlarcası katledilir. İbrahim Kaypakkaya da arananlar arasındadır.

Aydınlık’la ayrım çizgilerinin belirginleştiği bu dönemde bir yandan okuyor, yazıyor bir yandan da birlikte hareket ettiği arkadaşları ile yürüttüğü tartışmalar içinde yeni kuracağı örgütün üzerine yükseleceği temelleri atıyordu.1972’de Kuzey Kürdistan’a geçen Kaypakkaya TİİKP-PDA ile tüm bağlarını kopararak TKP/ML’nin kuruluşuna önderlik eder.

 Devrimci önder ve gerilla

Bu dönemden sonra yakalandığı gün olan 24 Ocak 1973‘e kadar esas olarak Malatya, Dersim ve Antep bölgesinde konumlanır. Bir taraftan köyleri dolaşarak örgütlenme çalışması yaparken öbür  taraftan ise diğer bölgelerde yeni kurulan örgüte katılan yoldaşları ile yazışarak ya da görüşerek onları devrimci mücadeleye hazırlar. Bir yandan Kürtçe öğrenir diğer taraftan komünist hareketin teorik ve politik sorunlarına derinlemesine kafa yorar.

Deniz Gezmişlerin asılması, Mahir Çayanların Kızıldere’deki destansı direnişi, sıkıyönetim zindanlarında işkencecilere karşı direnen Ömer Ayna onda derin izler bırakır. THKO‘dan Sinan Cemgil ve iki arkadaşının girdikleri çatışmada şehit düşmesine neden olan ihbarcı Kahyalı köyü muhtarı Mustafa Mordeniz’in bulunup cezalandırılması için özel olarak uğraşarak siper yoldaşlığı geleneğinin yaratılmasına kendi cephesinden katılır.

Bu olaydan sonra gerilla hazırlığı için Dersim’e geçerek Ali Haydar Yıldız ve Muzaffer Oruçoğlu’nun da içinde olduğu yoldaşları ile buluşur. Çalışmalar yapar, temel meseleler ile ilgili geliştirdiği fikirlerini arkadaşları ile tartışır. İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarının bölgede bulunduğu haberini alan Fehmi Altınbilek yönetimindeki devlet güçleri köy köy, dağ taş onları aramaktadır. Partizanları hızla benimseyen halk İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarını kendilerinden biri olarak gizler.

Ali Haydar Yıldız’ın başında bulunduğu bir grup 20 Ocak 1973‘te gece yarısı dağdan Dersim’e inerek karakolu ve lojmanı bombalar ve üslendikleri köme geri döner. Aynı grup 23 Ocak akşamı ekmek ve yiyecek almak için Vartinik‘teki kömden ayrılırlar. Ama yollar karlı olduğundan dönüşleri gecikir.  Sabaha doğru köme vardıklarında kömün jandarmalar tarafından kuşatıldığını görürler. Ali Haydar yoldaşlarını uyarmak için köme doğru atılır ancak kuşatmayı aşamaz. Orada vurularak şehit düşer.

Ali Haydar Yıldız’ın yoldaşlarını korumak için gösterdiği fedakarlık, türkülere konu olarak ölümsüzleşir. ‘Vartinik burası mirik mezrası/ Uzanmış yatıyor Ali Haydar’ım/ Kömün önü olmuş bir kan deryası/ Kan içinde yatar Ali Haydarım…’

Çatışma sırasında kuşatma hattında oluşan bir boşluktan bir grup çıkmayı başarır ama İbrahim ateşten sıyrılıp kaçmaya çalışırken yaralanmıştır. Boynunun her yanına saçma dolmuştur. Ama o tüm soğukkanlılığı ile cebindeki adresleri çıkartıp yok etmekle uğraşır.

Halkı ve örgütü korumak her şeyin üzerindedir onun için. Jandarmalar yaralı haldeki İbrahim’i öldü sanarak ve Ali Haydar‘ın cansız bedenini karların üzerinde bırakıp kaçanların peşine düşer.

Bir süre sonra kendine gelen İbrahim biraz ilerde yerde yatan Ali Haydar‘ı görür. Can yoldaşını kaybetmenin hüznü ile içi burkulur. Ali Haydar’ı kaybetmenin üzüntüsü ile kanlar içinde kalkarak oradan uzaklaşır. Bulduğu bir mağara da iki gün kalır. İbrahim’i kaçırdıklarını anlayan jandarmaların köylerde terör estirmesi nedeniyle evlerde kalmaz. Yarasını pansuman etmek ve yiyecek için bazı evlere uğrayıp çıkar. Beşinci gün uğradığı köyün öğretmeni tarafından ihbar edilerek tutuklanır.

 Ser verip sır vermeyen önder

Buzlu derelerin içinden, yaya olarak sürüklenerek Gökçe Karakolu‘na  götürülür ilk olarak. Bitmek bilmeyen işkence süreci başlamıştır. ubat başında Dersim’e ve sonra da Diyarbakır‘a götürülüp Savcı Yaşar Değerli‘ye teslim edilir. İşkenceler ve gittikçe ağırlaşan yaraları yüzünden ölüm tehlikesinin belirmesi sonucu askeri hastaneye yatırılır bir ara. Donma/kangren sonucu iki ayağını da kaybetmiştir. Biraz düzelir düzelmez işkenceler tekrar başlar.

Onu konuşturmak için akla gelebilecek her türlü işkence yöntemini denerler. Fakat o işkenceciler karşısında bir kaya gibi susmaktadır. Mayıs ayı başlarında işkenceler birkaç gün durur. Savunmasını hazırlamak için kalem ve kağıt ister işkencecilerden.

Verirler. “Herhalde sorgulamalar bitti” diye düşünüp savunmasını hazırlamaya başlar. İşkenceciler karşısında başı dik durmanın, davasına bağlılığın gururu ve inancı ile dolu olarak aldığı notlar arasında şiirler de vardır. O günlerde karaladığı bir şiirde şöyle der: “…gider …gider, nice koçyiğitler gider/Senin de içinde bir oğlun varsa çok değildir/Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki/Yüreğimiz kabına sığmamakta/Örsle çekiç arasında yoğrulduk/Hıncımız derya gibi kabarmakta…”

Bu dönemde babasına da bir mektup yazar. Oğlunun yaşadığını öğrenip sevinen babası zaman kaybetmeden istediği şeyleri alıp onu görmek için Amed’e doğru yola çıkar. Oğlunu görmek için giden Ali Kaypakkaya’ya bir çuval içinde onun ölüsünü verirler.

İntihar ettiğini söylerler ona. Ama oğlunun ölü bedeni üzerindeki kurşun ve işkence izlerini gösterdiğinde susarlar. Onca işkenceye karşın tek bir kelime ifade alamadıkları İbrahim’in karşısında çılgına dönen cellatlar onu mahkemeye göndermek yerine 18 Mayıs 1973 günü kurşuna dizmişlerdir.

İbrahim Kaypakkaya öldüğünde daha 24 yaşındadır. Ama o kısacık yaşamına sığdırdığı fikirleri ve eylemleri ile yolu açmış ve egemenler için korkutucu bir put kırıcı olma onurunu kazanarak ölümsüzleşmiştir.

(Yeni Yaşam. 18 Mayıs 2024)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu