19 Ağustos 2019 tarihinde Mêrdîn, Wan ve Amed Büyükşehir Belediyelerine kayyum atanmasının ardından Amed başta olmak üzere 3 ilde de demokrasi nöbetleri ile halk iradesine sahip çıkmaya devam ediyor. Atanan kayyumlar genel kapsamda halkın iradesine dönük saldırı olarak değerlendirilebileceği gibi incelenmesi gereken birçok yöne sahip.
Temel olarak Kürt halkını iradesizleştirmeye dönük kayyum atamaları TC devletinin Kürde dönük asimilasyon-sindirme politikalarının bir parçası olduğu gibi, ezilenlere biat etmediğiniz takdirde saldırıya açıksınız mesajını vermektedir. Meselenin özü ise sömürücü ve erkek egemen sistemin içerisinde olduğu açmazların TC devletinde yerel yönetimlere dahi yansıyan yanıdır.
Nitekim 31 Mart seçimlerinde AKP-MHP ittifakının “beka” tartışmaları bununla alakalıdır. Sistemin açmazları ile birlikte içerisinde olduğu yönetme krizini daha çok baskı ve saldırı politikalarına yönelerek gidermeye çalışan devlet AKP-MHP eliyle faşizmini her alana sirayet ettirmeye gayret ediyor.
Sömürücü ve erkek egemen sistemin gerek yaşadığımız topraklarda gerekse dünya üzerindeki açmazları giderek daha fazla faşizmin ağırlaştırılmış versiyonlarına yönelmesine sebep olurken bunda sistemin içerisinde olduğu yapısal kriz olduğu kadar ezilenlerin var olana karşı çıkışı da büyük bir etken.
Nitekim kadın mücadelesinin kazanmış olduğu boyut bu anlamda ele alınması gereken başlıca konulardan birisi. Dünyada ve yaşadığımız topraklarda kadınların erkek egemen sisteme karşı birlikte mücadele alanları oluşturması sistemin yapısal krizini derinleştiren yerde durmaktadır. Bu anlamda kayyum atamaları da bundan bağımsız değildir.
Hedef yine kadınlar ve kadın alanları
Kayyum atanan Amed, Mêrdîn ve Wan Büyükşehir Belediyelerinde eşbaşkanlık sisteminin uygulandığını biliyoruz. Kadın mücadelesinin kadının yaşamın her alanında yer almasına dönük politikaları ekseninde önemli kazanımlarından biri olan eşbaşkanlık sistemi ile kadının görünmeyen emeğinin görünürlük kazanması, salt işin mutfağında değil karar mekanizmalarında yer alması sağlanmaktadır. Eşbaşkanlık sistemi siyasetin erkten arındırılmasının yerel yönetimlerdeki yansımasıdır.
“Kadınlar olarak yaşamın her alanındayız” mottosundan hareketle ele alınan eşbaşkanlık sistemi kadının yaşamın her alanında olduğu gibi siyasetin de öznesi olduğunu vurgulamaktadır esasta. Dolayısıyladır ki bugün bu denli kapsamlı saldırıların odak noktasında durmaktadır.
İlki 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından ilan edilen OHAL ile gerçekleştirilen kayyum atamalarının ardından belediye eşbaşkanlarına dönük gözaltı-tutuklama furyası kadınlara gözdağı verme kaygısını da içeren bir hamleyken gerek atanan kayyumlar gerekse gözaltı-tutuklamalar “Yaşamın hiçbir alanını size bırakmayacağız” mesajını içermekte; kadının ezen-ezilen ilişkisindeki yerini ezilene tekabül ettirme içeriğine sahip olmaktadır.
Nitekim salt kadın eşbaşkanlara dönük bir saldırı da söz konusu değildir kayyum atamaları ile; kayyum atanan her belediyede ilk olarak kadın merkezlerinin kapatılması da bunun göstergesidir.
Ağustos 2019’da gerçekleştirilen kayyum atamalarında da aynı şekilde ilkin kadın merkezleri hedef alınmış; kayyumlar kadın merkezlerini kapatmışlardır.
Yerellerde kadına dair politikalar üreten bu merkezler, kadının sosyal-ekonomik olarak yaşamda özneleşmesinin önünü açmak üzere proje üretme kapsamında ele alınmaktadır. Bu da tahmin edeceğimiz üzere erkek devleti haddinden fazla rahatsız etmekte..!
Kadın eşbaşkanlar yokmuş gibi davranmak…
Kayyum atamaları ile birlikte kadın eşbaşkanlara ve yerel yönetimlerde kadına dair üretilen politikalara direkt saldırıları ile yanıt veren devletin, erkek egemen sistemin kadını konumlandırdığı yeri koruma telaşında olduğu açıktır. Bu anlamda her aracını devreye koyan ataerki, kayyum atamalarının ardından kadın eşbaşkanlar yokmuş gibi davranarak da kadının politikadaki özneliğinin üzerini kapatma girişimlerini sürdürmektedir.
Kayyum atanan belediyelerde “başkanlığı” erkeğe layık gören, bu anlamda yazılı-görsel medyasında salt erkek eşbaşkanlara yer veren anlayış, (Mêrdîn Büyükşehir Belediyesi eşbaşkanı Ahmet Türk ve Amed Büyükşehir Belediyesi eşbaşkanı Selçuk Mızraklı’nın gündemleştirilmesi buna örnektir) “cezalandırma” mantığında ise bu denklemi kurmamaktadır.
Burada akıllara neredeyse 300 yıl önce Fransız Devrimi’nde Kadın Hakları Bildirgesi ile İnsan Hakları Bildirgesi’nin cinsiyetçiliğine karşı koyan Olympe de Gouges’in “Kadına darağacına çıkma hakkı tanınıyor; öyleyse kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” sözleri akıllara gelmekte…
Bugün kadına dair her alana saldıran, tutuklama-gözaltı furyasını ilkin kadına yönelten erkek devletin anlayışı tam da budur! Kadını “cezalandırma” noktasında özneleştiren erkek devlet, mesele kadının yaşamdaki özneliğine gelince yaklaşımın tam tersini örmektedir.
Bizler ise dünyada ve yaşadığımız topraklarda kadın mücadelesinin kazandığı boyutun gerek özelde gerekse genelde kadının yaşamdan silinmesine artık müsaade etmeyeceğini biliyoruz.
Bu nedenle kayyumun erkliğine karşı kadın alanlarını savunma bilinciyle kayyuma karşı protestolarda kadınlar en ön saftalar…