Irak’ın 2003 yılında ABD emperyalizmi tarafından işgal edilmesinden bugüne kadar geçen sürede gerçekleştirilen en düşük katılımlı parlamento seçimlerinin sonuçları itirazlar ve yeniden sayımlar sonrasında kesinleşirken Muqteda Al-Sadr’ın liderlik ettiği Sadr Hareketi en fazla sandalyeyi alarak birinci oldu. Sünni İttifak 37, KDP ise 31 sandalye kazanarak parlamentoda temsil çoğunluğu kazandılar.
Seçimlerin gerek ABD emperyalizmi gerekse İran’ın Irak üzerindeki hegemonyasına son verme çağrısını sürekli olarak yineleyen ve ABD emperyalizmine karşı bağımsızlık direnişinin örgütlenmesine öncülük etmiş Muqteda Al-Sadr’ın Sadr Hareketi açısından kazançlı olduğu açık. Genel katılım oranı % 44’te kalmış olsa da mevcut kullanılmış oylar arasında en fazla oyu alan Sadr’ın “ne İran ne Amerika, bağımsız ulusal Irak” söyleminin Irak’ta taban bulduğu görüşü hemen herkesin dile getirdiği nokta.
Sadr’ın seçimlerde elde ettiği çoğunluğun İran ve ABD’ye karşı blok kurma anlamı taşıma ihtimali yüksek. Yani önümüzdeki dönem Irak siyasetinde, İran’ın etkinliğini sınırlayıcı ve daha anti-Amerikancı bir söylem üzerine inşa edilen ulusal bir politika izlenmesi muhtemel.
İşte tam bu noktada Türkiye’nin, Irak’ta KDP hakimiyetindeki alanlardaki askeri varlığı gündeme gelecek konuların başında yer alıyor. Irak’ın ulusal bir politika izlemesi halinde, TC devletinin Irak’taki PKK varlığını gerekçe göstererek buradaki alan tutma stratejisinin Irak ile askeri-siyasi krizlerin nedeni olabileceğini söylemek doğru olacaktır.
Tam da bu nedenledir ki, özellikle AKP tarafından domine edilen ana akım medyada uzunca süredir Sadr’a karşıt bir üslup üzerine inşa edilen bir “habercilik dili”ne tanıklık ediyoruz. Aslında bu, önümüzdeki dönem yaşanacak muhtemel çelişki ve çatışmalar için bir hazırlık olarak da değerlendirilebilir.
İran’ın seçim sonuçlarını iptal ettirmek üzere kendine yakın Şii güçleri kullanarak sokakta çatışmalar örgütleme amacında olduğu ABD’ye yakın kimi kaynaklar tarafından dillendirilse de gerçek şu ki Muqteda Al-Sadr, Irak içerisinde daha önceki siyasilerin sahip olmadıkları kadar destek ve güvene sahip. Dolayısıyla bu yönde bir müdahale, İran’ın bölgedeki varlığını her bakımdan zora sokacak bir girişim olarak kalacaktır. Diğer yandan ABD’nin de Irak eski Başbakanı Maliki ve KDP aracılığıyla kendisine uygun siyaseti hayata geçirmeye çalışacağı yüksek ihtimal içeren konular.
Ancak gerek Sadr’ın elde ettiği üstünlük gerekse ülkedeki ikinci güç haline gelen Sünni İttifak’ın ABD karşıtı politikayı benimsedikleri düşünüldüğünde özellikle KDP üzerinden ABD’nin etkin bir siyaseti dayatabilmesi olası değil.
KDP’nin işbirlikçi tavrı zora girebilir
Sadr’ın izlemesi muhtemel ulusal politika, TC devleti ile girdiği ilişkiler nedeniyle KDP’yi zor durumda bırakacaktır. Her ne kadar KDP taraftarları özellikle Şengal’de PKK’ye yakın siyasilerin seçilememiş olmalarından hareketle seçim sonuçlarının “Kürt ulusunun PKK’den yana değil KDP’den yana irade belirlediğini ve kendileri için bir zafer anlamına geldiğini” söyleseler de KDP’nin genel olarak % 30’a varan oy kaybı KDP açısından durumun aslında pek de parlak bir zafer olmadığını göstermekte.
Şengal’de PKK’ye yakınlığıyla bilinen Ezidi Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin başarı kazanamamasına gerekçe olarak Ezidilerin oy verirken karşılaştıkları güçlükler -oy pusulalarında isimleri çıkmayan % 5, birçoğunun Şengal dışında yaşıyor olması vs.- öne çıkarılsa da aslında Irak’ın genelinde yüzlerce kişinin ölümü ile sonuçlanan açlık ve yoksulluğa karşı eylemlerin de nedeni olan yoksulluk ve bu yoksulluğun parlamento yoluyla çözülebileceğine kitlelerin inanmamasının belirleyici olduğunu söylemeliyiz. Bu gerçek hem Irak genelinde hem de aynı oranda Şengal’de seçimlere katılımın düşük olmasının temel nedeni oldu.