Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılar devam ediyor. Faşist Türk devleti bölgede devrimci kazanımlara ve demokratik ilerlemeye yönelik her türlü girişimi engellemekten geri durmuyor.
Sınır ve cephe hatlarında havan topları ve obüsler düzenli olarak yağıyor. Askeri noktalar nadiren hedefleniyor. Siviller genellikle düşman ateşinin gerçek hedefleri olarak -son derece bilinçli bir politikayla- ele alınıyor.
Devrimci bir bakış açısıyla, halkın ve silahlı kuvvetlerin birliği için çalışmak önemlidir, çünkü zaferin anahtarıdır. “Suriye Milli Ordusu” çeteleri bunun farkında ve dolayısıyla bu durum onlar içinde yönetememe korkusu yaratıyor. Arap, Kürt, Ermeni, Süryani, Türkmen ve Asuri halklarının düşmanlık beslemeden bir arada yaşamaları, Müslüman ve Hıristiyanların aynı köyü paylaşarak birbirlerinin dinine saygı duyabilmeleri; kadınların, toplumun siyasi yaşamına katılabilmeleri…
Tüm bu ilerlemeler ortada. Toplumsal ilerleme, çetelerin ve Türk devletinin gerici fikirleriyle tam bir çelişki halindedir. TC devletinin nefret politikasını halklar arasında yaygınlaştırması gerekiyor. Çünkü TC, komprador burjuva sınıfının ve gerici kesimlerin devletidir. Ortadoğu’daki toplumların demokratikleşmesi veya ilerlemesi, sermayenin çıkarları için doğrudan bir tehlike olacaktır.
Mahsa Amini bu bozkırı tutuşturan bir kıvılcımdır!
Emperyalistler, yerel halkların faşist otoriter diktatörlerin yönetimi altında kalmasına ve her türlü özgürlük, adalet, kurtuluş veya bağımsızlık düşüncesinden uzak durmasına ihtiyaç duyarlar. Halkların ilerlemesi, emperyalizmin ve yerli gericiliğin geri çekilmesi anlamına gelir ve ne Rusya ne NATO ne de ABD emperyalizmi ve yerli gericilik bunu kabul eder veya edeyecektir.
Bu gerçek son haftalarda İran’da daha da dikkat çekici bir şekilde görünür olmuştur. Kadın haklarının yok sayılması “düzgün işleyiş” için egemen sınıflar açısından ne kadar önemli bir nokta olduğunu görüyoruz. Ve bir kişi bu standartları reddettiğinde, karşı karşıya kaldığı polisin ve faşist bir sistemin tüm şiddeti olmaktadır.
Son bir haftadır görüyoruz ki, İran eğer yanmayı bekleyen bir bozkırsa, Mahsa Amini bu bozkırı tutuşturan bir kıvılcım oldu.
Bugün İran’da gerici devletin darbeleri altında, protestoların başlangıcından bu yana 50’den fazla kişi katledildi ve bu sayı her geçen gün artmaktadır. Barbarlık sayesinde ayakta kalan bir diktatörlük tarafından 50 kişi gerici sisteme kurban edildi. Daha doğrusu halk, direniş sürecinde bir bedel ödüyor. İran halkının öfkesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan protestolar artarak devam ediyor.
Artan askeri saldırılar ve ekonomik koşullar
TC devleti ve çetelerinin askeri saldırılarının Rojava’da özellikle sivil yerleşim yerlerini hedeflemesinin nedeni halkın özerk yönetime isyan edip tepki duyması ya da bölgeden göç etmesinin sağlanmasıdır. Son yıllarda özellikle gençler olmak üzere halkın sistemli bir şekilde göç ettirilmeye çalışıldığına tanık olmaktayız.
Benzer bir durum örneğin Irak Kürdistanı ya da Lübnan için de geçerlidir. Irak Kürdistanı’da KDP baskısı nedeniyle göç eden mültecilerin Akdeniz’de ya da Ege’de boğulmalarına dair haberler rutin hale gelmiş durumdadır. Lübnan’da her hafta yüzlerce Lübnanlının Avrupa’ya kaçmasının nedeni hükümetin yolsuzluk batağına batmasıdır. Özellikle Fransız emperyalizminin desteğiyle milyonlarca euroyu nasıl zimmetine geçireceğini iyi bilen ancak halkının ekonomik durumunu çözme veya iyileştirme arayışında olmayan bir hükümet olduğu koşullarda halka alternatif olarak göç etmek dayatılmaktadır.
Nitekim bu sefaletten kurtulmak için Avrupa’ya ulaşmaya çalışan ve tekneleri Tartus yakınlarında batan 150 Suriyeli, Lübnanlı ve Filistinliden 90’dan fazla kişi hayatını kaybetti. Bütün bu ölümlerin sorumlularını bilmek için doğru bir bakış açısına ve tahlile sahip olmak gerekir. Sorumluları deniz taşımacılığının güvenlik standartlarına uyup uymadığı değil asıl sorumlular Lübnan hükümeti ve onu destekleyen emperyalizmdir. Bu öfke halkın bankalarda olan birikimlerinin ancak zor kullanarak alabilmesi eylemlerine de yansıdı. Bu yozlaşmış hükümetle bir çözüm bulamayan halk, kendi çözümünü üretmeye çalışıyor.
Filistin’de geçen ay İsrail’in bombardımanı altında 46 ölü ve 350’den fazla kişi yaralandı. Bazı sivil ve demokratik örgütlerin büroları Siyonistler tarafından yağmalandı. Tüm bu şiddet karşısında elbette uluslararası toplum sessizliğini koruyor.
Filistin’e yönelik yapılan saldırılar, emperyalist devletlerden umut edilecek bir şey olmadığını gösteren en güzel örnektir. Geride kalan Filistin halkı da göç ettirilmek isteniyor.
Halkın direnişten başka silahı yok
Rojava halkı, DAİŞ’e karşı kazanılan zaferden sonra emperyalistlerin TC devletinin tehditlerine karşı kendilerini koruyacağına dair bir yanılgıya sahipti. Ancak Rusya Erdoğan’ın Efrin’i işgal etmesine ve ABD’nin Serêkani ve Gire Spi’nin işgaline izin verdiğinde bu hatalı beklenti ortadan kalktı. Pratik süreç, işgal ve saldırılar, Rojava halkına, karşılarında sadece TC devleti nezdinde bir devlet olmadığını, arkasında yatan bütün bir sistem olduğunu acı tecrübesi ile giderek daha fazla bilince çıkarmasına yo açtı.
Rojava’da TC devletinin saldırılarına karşı halk direniyor. Bombalarla evleri yıkılan bazı aileler, ileride yine bombardımanların olacağını bile bile aynı köydeki evlerini yeniden inşa ediyorlar. İnsanların önünde bir projesi, bir hayali, bir ideali olduğunda bombalar bile onları durdurmaya yetmiyor. Savaşçılar için olduğu gibi halk için de bombardımanlar bir rutin haline geldi. TC ilk zamanlarda belirli sonuçlar almayı ve nüfusun bir kısmını korkutmayı başardı, ancak bugün artık bu sonuç vermiyor. Rojava halkı ve savunma güçleri, bu savaş yıllarında kazanılan tecrübeyle direnmeye hazır. İç tehdit oluşturan DAİŞ çetelerine yönelik büyük hamle devam ediyor.
TC ise nehir sularını keserek, ekonomik ambargoyu derinleştirerek, KDP ihaneti ile bütünleşerek, cephe ve sınır hatlarında sivillere yönelik taciz saldırılar ve Özerk Yönetim yöneticilerine kadrolarına yönelik suikastlarla düşük yoğunluklu savaşına devam ediyor. Savaş kızışacağı günü bekliyor, direniş giderek daha fazla haklaşıyor. Halkların kendi özgücüne dayanarak direnmekten ve savaşmaktan başka çaresi olmadığı daha net görülüyor.