13 Kasım Pazar günü İstiklal Caddesi’nde Ahlam Albasır isimli bir kadın tarafından bırakıldığı iddia edilen bombayla halka yönelik bir saldırı düzenlendi. Saldırının ardından evine dönen Ahlam Albasır’ın saatler içerisinde gözaltına alınması ardından önüne koyulan saldırıyı PKK’nin yaptığını iddia eden ifadeyi “kabul ettiği” basına servis edildi.
Alham Albasır’ın TC devleti tarafından işgal edilip bölgedeki işbirlikçisi konumunda bulunan SMO’ya teslim ettiği Afrin’den İstanbul’a geldiği, iletişimde bulunduğu iddia edilen insanların DAİŞ ve ÖSO ilişkileri bulunulmasına rağmen devlet hedefine Kürt Ulusal Özgürlük Hareketini oturtarak şovenizmi körüklemeyi amaçladı. AKP, MHP, CHP, İYİP vb. burjuvazinin tüm temsilcileri, onların peşine takılan sosyal şoven partiler hep bir ağızdan saldırıyı gerçekleştirdiği iddia edilen Kürt Ulusal Özgürlük Hareketini açıklamalarının hedefine aldı.
Bugün saldırıyı üstlenen bir örgüt olmasa da PKK, SDG bu saldırının arkasında AKP-MHP iktidarının beslediği çetelerin olduğunu, yaratılmak istenen algıya dair açıklamalarda bulunup saldırının kendileri tarafından gerçekleştirilmediğini defaatle ifade etti. Gelinen aşamada saldırının TC devletinin cihatçı çetelerle yaşadığı anlaşmazlıkların bir sonucu olduğu, yahut devletin doğrudan kendisinin organize ettiği-izin verdiği gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Saldırının faili konumunda bulunan TC devletinin reflekslerini, meseleye ilişkin yaklaşımını göz önüne aldığımızda, halka dönük her türlü saldırının sebebine dönüştürülen bu katliamın faili TC devletinin kendisidir. TC devleti arkasında olduğu bu katliamla birlikte halk kitleleri arasında şovenizmi yükseltmek, faşist diktatörlüğün uygulamalarına “olur” almak istemektedir.
TV kanallarını, burjuva medyayı bu manipülasyon politikalarının aracı olarak kullanmakta; diğer sistem partileriyle ağız birliği yapıp faşist diktatörlüğün bekası adına her türlü işkenceyi insanlık dışı uygulamayı katmerlendirdi. Rojava’ya ve Medya Savunma Alanlarına dönük hava saldırıları, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslarası Mücadele Günü’nde Taksim’de yapılmak istenen yürüyüşe yönelik gözaltı ve işkence saldırları bu saldırıların en açık örneğidir.
İstiklal Katliamı ve AKP-MHP iktidarının seçim politikası
AKP-MHP iktidarı, bu süreci tıpkı Suruç ve 10 Ekim katliamlarında olduğu gibi bir yanda seçim çalışması olarak ele alırken Kürt ulusunun kazanımlarını tırpanlamanın kitle örgütlüklerini tasviye etmenin imkanı olarak görüyor.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Taksim’de yürüyüş yapmak istediği için polis saldırılarında yüzlerce kadın gözaltına alınırken 25 Kasım programına katılan R.T.Erdoğan, İstiklal Katliamında yaşamını yitiren 4 yaşındaki çocuğun üzerinden oy istedi! Katliamın cevabının sandıkta verilmesini istedi. Katliamlarla sandık hesabı yapan halkı zapturapt altına almak isteyen iktidara ve ona çanak tutan burjuvazinin diğer temsilcilerine karşı halkın örgütlenmekten ve faşist diktatörlüğün manipülasyonlarına karşı gerçekleri her yerde haykırmaktan, mücadele etmekten başka yolunun olmadığını tekrar tekrar gösterdi.
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik işgal girişimi
Yukarıda ifade ettiğimiz manipülasyonlarla, TC devleti, Kürt ulusunun kazanımlarını ortadan kaldırmanın bir aracı olarak Rojava’ya yönelik işgal planlarını devreye sokmuş durumdadır. İstiklal’de kendisinin patlattığı bomba üzerinden bu işgal saldırılarının uşağı olduğu emperyalistlerin izin verdiği oranda tekrar tekrar devreye sokarken hava saldırısı iznini almış oldu.
Bugün hava saldırılarıyla teknolojik üstünlüğünü gösterip içerde kitlelerin şoven duygularını kabartmaya çalıştı. İstiklal saldırısının faili olarak PKK’yi işaret etmesinin gerçeklere dayanmadığı gün gibi ortadayken bu manipülasyonların belli bir karşılık bulduğu ifade edilebilir.
Buna ek olarak MİT Başkanı Hakan Fidan’ın “Sınırın öbür tarafından birkaç füze attırırız! Bu iş tamam!” ifadeleri kitlelerin bilincinde daha bariz bir tablo oluşturmaya açıktır. TC devleti, benzer olayları işgalciliğinin zemini olarak görse de bu açıdan kitlelerin yaşadığı yoğun çelişkiler gözönüne alındığında bu saldırı karşısında içerde yükselen her sesin büyük bir karşılık bulması mümkün konumdadır.
Bu açıdan devletin kullandığı burjuva medya kanallarında tek bir alternatif sesin çıkarılmasına izin verilmemesi, burjuvazinin tüm temsilcilerinin ağız birliği yapması tesadüfi bir durum değildir. AKP-MHP iktidarı şahsında teşhir olan TC devletinin çeşitli milliyet, inanç, cinsiyetler üzerinde uyguladığı baskıyla halkın mücadelesini ve kazanımlarını boğmaktan başka derdi olmadığıdır.
Karanlıkta bir ışık; Rojava Devrimi!
Emperyalist-kapitalist sistemin tüm dünyada yaşadığı ekonomik ve siyasi kriz pandeminin ardından daha açık ve bariz bir şekilde görünürken, TC devletin amborgolarına, doğal su yollarının kapatıldığı pratiklere rağman ciddi anlamda ekonomik sosyal anlamda toparlanmaya direnmeye devam eden yer yer alternatif modellerin devreye sokulduğu, sokulmaya çalışıldığı bir örnek olarak Rojava devrimi; Esad rejimi, TC devleti, İran İslam Cumhuriyeti gibi faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir coğrafyada demokratik bir örnek açısından ışık olmaktadır.
Kürt, Ermeni, Arap, Ezidi, Süryani çeşitli milliyet ve inançlardan bir çok toplumsal kesimin birlikte yaşama partiğini inşa etmesi, TC devleti açısından önemli bir tehdit konumundadır. İçerde Kürt ulusuna yönelik uygulanan milli baskı artırılarak devam ederken bu örnek 2014’te 6-8 Ekim Serhildanlarına, 2015-2016 döneminde gerçekleşen öz yönetim serhildanlarına örnek olması önemli bir korku yaratmaktadır.
Ancak devletin bu korkusu temsilcisi olduğu komprodor Türk burjuvazisinin korkusudur. İşçi sınıfına, köylülere, kadınlara, LGBTİ+’lara, ezilen inançlara, gençlere dönük saldırılarını maskelediği şovenizmin parçalanmasının korkusudur.
Bugün TC devleti yeni maskeler takma hevesiyle kollarını sıvarken onun maskesini parçalamak için yeni bir süreç başlamaktadır. Bu açıdan RTE’nin “Kobane düştü, düşecek!” hayallerini suya düşüren irade bugün güncel konumdadır.
“İnlerine gireceğiz!, Hesap soracağız!” diyerek Rojava devrimini boğmaya çalışanların bizleri boğmak istedikleri açlık, yoksulluk, geleceksizlik, çukuruna gömme iradesi bizlerin elindedir. Bu çukur apaçıktır ki; komprador Türk burjuvazisinin Kürt ulusu şahsında bir bütün halkı sokmaya çalıştığı bir çukurdur. Buna karşı emeği çalınan, işsizlik yoksullukla boğuşan, kimliği yok sayılan, inancı baskılanan, cinsiyeti bir boyunduruk gibi yaşatılan, doğası katledilen, dili yasaklanan, özgürlük gelecek ve umut adına neyi varsa baskılanan, yok edilmek istenen herkesin bu işgale karşı çıkması gerekmektedir.
Nasıl sorusuna dair birçok şey sorulabilir koşullar ve ana ilişkin umutsuzluğu ve karamsarlığı derinleştiren birçok şey sıralanabilir. Ancak kabul etmek gerekir ki; bu çukurun en dip noktasında olanlar için bu çukurdan çıkmak dışındaki her tartışma çukurun bir mezarlığa dönüştürülüp üzerimize ölü toprağı atılmasına hizmet edecektir. An; yapacağımız, yapabileceğimiz şeyleri tartışmanın sorumluluğunu dayatmaktadır.
Birilerinin dost-komşu sohbetleri, birilerinin duvarı, birilerinin bir bez pankarta yazdığı iki kelimelik “İşgale Hayır” sloganı, birilerinin burjuvazinin kafasına yağan taşları, birilerinin devrimci zoru egemenlerin tepesine düşen bir çığ olabilir. Bu kararlıkla işgale hayır diyerek bulunduğumuz her alanda direnişin öznesi olma sorumluğunu bilince çıkarıp harekete geçme görevi halk saflarında bulunan herkesin omuzlarındadır.