Güncel

DENGÊ AZADÎ | “Ateş Düştüğü Yeri Yakar, Biz Ateşin Düştüğü Yerdeyiz!”

Gazetemize konuşan Amed TİHV temsilcisi, savaşların ve devlet politikalarının ırkçılığı körüklediğini, insan hakları ihlallerinin arttığını ve bu ihlallere karşı mücadele etmenin daha fazla sorumluluk gerektirdiğini vurguladı.

Amed: 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında İHD birçok ilde etkinlikler yaptı.  Bu hafta kapsamında Amed İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından ortak yapılan mücadele çağrısı ve etkinlikler, Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan hak ihlalleri, ırkçılık ve genel olarak faşizmin insan haklarına ve aktivistlerine dönük saldırı ve baskılarına dair Amed TİHV temsilcisi ile konuştuk.

– Dünya üzerinde yaygınlaşan ırkçılık, ayrımcılık ve nefret suçları ile savaş çığırtkanlığı arasında bir bağ kurabilir miyiz? Ya da nasıl kurabilir miyiz?

Dünyada hem ırkçılık hem ayrımcılık ciddi oranlarda artmakta. Aslında dünya tarihinde sürekli ırkçı ve ayrımcı politikaların olduğunu görüyoruz. Özellikle 2011 ve sonrası dünya genelinde ırkçı ve ayrımcı politikalar arttı. Çünkü Türkiye’de, Suriye’de ve Arap Baharı’ndan sonra başka ülkelerde maalesef savaşlarla birlikte insanlar yerinden zorla ayrılmak zorunda kaldı. Ve gittikleri ülkelerde ayrımcı politikalara maruz kaldılar, ırkçılığa maruz kaldılar. Avrupa için de böyle. Bundan dolayı görüyoruz ki, -en azından Avrupa ülkeleri için bunu diyebiliriz- daha sağ eğilimli siyasi partiler ciddi oylar aldılar. Ve genel olarak tüm muhalefetlerini ya da tüm çalışmalarını, seçim çalışmalarını “ülkemizdeki yabancıları göndereceğiz” sloganı üzerine kurdular. Benzerini Türkiye’de de görüyoruz.

Türkiye’de bu çok boyutlu, çok katmanlı bir konu ama en azından özellikle Suriye’ye yönelik, Suriyelilerin ülkelerine zorla da olsa gönderilmesine yönelik çalışma yapan partiler var. Tek gelecek vaatleri, gelecek politikaları mültecilerin zorla gönderilmesine yönelik. Şunu söyleyebilirim ki; insanlık ve aslında insan hakları krizde ve bunların en temel nedeni devletlerdir.

Çünkü devlet sistemi, devlet politikası ırkçılığı körükleyen bir durumdur. Örneğin Türkiye nüfusu 80 milyondan fazla, 2-3 milyon da Suriyeli olduğu söyleniyor. İnsanlar başkaları geldiği için, “ondan olmayan insanlar geldiği için” iş bulamadıklarına ya da ekonomilerinin bu yüzden kötü olduğuna inandırılıyor. Devlet politikası ile bunu yapıyorlar. Ve bunun sonucunda da baskı artıyor diyebilirim.

– İnsan Hakları Haftası vesilesiyle birçok etkinlik düzenleniyor. Bu vesile ile soracak olursak, Türkiye’de ve Kürdistan’da insan hakları bağlamında nasıl bir tablo var? Özellikle bölgesel savaşların olduğu bu ortamda bu tablo bize ne anlatıyor?
– Hem Türkiye’de hem de Kürdistan’da insan hakları baskı altına alınmış durumda. İnsan hakları örgütleri de, insan hakları aktivistleri de idari ve adli anlamda baskılanmaktadır.

Mesela insan hakları aktivistleri herhangi bir hak mücadelesinde hızlıca ya idari soruşturmalara ya da adli soruşturmalara maruz kalıyor. Buradaki temel amaç, insan hakları aktivistlerini insan hakları mücadelesinden uzak tutmaktır. Ve şunu her zaman söyleyebilirim ki, Kürdistan’daki uygulamalar, tüm Türkiye’ye baktığımızda, Türkiye’nin batı illerindeki uygulamalardan daha kötü bir durumdadır. Burada maalesef ki, her yaptığınız eylem, örgüt üyeliğiyle yargılanmanıza neden olabiliyor. Temel fark bu. Elbette ki, savaşların kendisinin de etkisi var ve biz bunu gördük.

Hemen yanıbaşımızda hem Ukrayna-Rusya savaşı hem de güneyimizdeki Suriye savaşına baktığımız zaman, buralarda savaş dönemlerinde hak ihlallerin çok daha fazla arttığını görüyoruz. İşkencenin çok daha fazla arttığını görüyoruz. Ve biz insan hakları kurumları olarak ya da Türkiye insan hakları savunucuları olarak diyoruz ki, işkence hiçbir durumda, hiçbir şekilde yapılamaz ve hiç kimseye yapılamaz.

Ama maalesef ki, savaş dönemlerinde ve aslında normal dönemlerde de insanlar işkenceye maruz kalıyor. Ancak elbette ki, savaş bize şunu da gösteriyor ki, insanların hayatı bir gün ve bir saatte, çok kısa bir sürede altüst olabiliyor. Ve bizler buna karşı da mücadele ediyoruz.

“İnsanların haklarının ihlal edildiğini her yerde görüyoruz!”

– Bu tablo içerisinde Ortadoğu’da özellikle Kürdistan’da ve özelde Amed’de neler yaşanıyor? İnsan hakları en fazla kim tarafından ve nasıl ihlal ediliyor?
– İnsan hakları ihlallerinin zaten felsefik olarak temelinde devletler vardır. Yani devlet dediğimizde devlet ve onun idari birimleri vardır.
Ne demek istiyorum, mesela, işkence meselesine baktığımız zaman işkenceyi yapan kişi, devletin kolluk kuvvetleridir. Yani hak ihlallerinin temelinde kolluk kuvvetleri vardır. Ve Kürdistan’da bu daha yoğun olarak yapılıyor.

Bu hafta boyunca birçok etkinliğimiz oluyor. Ve biz temelde insanların haklarının ne olduğunun bilincini vermeye çalışıyoruz.

Ancak mesela bir açıklama yapmak istediğimiz zaman “çembere alma” diye bir metot getirdiler. İnsanların etrafı onlarca polis tarafından sarılıyor. Saatlerce beklenebiliyor. Bu yapılabiliyor. Ya da 25 Kasım’da, “Jin Jiyan Azadî” sloganı atan kadınlara, bu sloganının örgütün sloganı olduğunu ve atılmaması gerektiği söylendi. Bu tarzda örnekler var.

Ortadoğu’da da maalesef ki haklar meselesi çok güçlü bir yerde değil. İnsanların haklarının ihlal edildiğini her yerde görüyoruz, tüm Ortadoğu’da.

– Bu tabloda nasıl insan hakları mücadelesi yürütüyorsunuz?
– Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak, işkence görenlerin tedavisini organize eden bir kurumuz. Diğer taraftan raporlama, belgeleme çalışmaları yapıyoruz.

Er ya da geç hakikatlerin ortaya çıkacağına inanıyoruz. Ve belgeler mutlaka olmalı. Bunların yapıldığı göstermek için. Birincisi bu. İkincisi, elbette ki diğer insan hakları kurumlarıyla da birlikte çalışıyoruz. Ve biz bu hafta üzerinde de ve genel olarak yıl boyunca da sivil toplumun örgütleriyle birlikte hak bilincini, hak arama bilincini artırmak için sosyal medya çalışmaları, görsel çalışmalar, billboardlara afişler, otobüslere afişler gibi çalışmalar yapıyoruz. Kayyum olmadığı için bunları çok daha rahat yapabiliyoruz. Böyle çalışmalarımız var.

Her zaman da şunu söylüyoruz; Ateş düştüğü yeri yakar, biz ateşin düştüğü yerdeyiz. Nerede bir hak ihlali varsa, gücümüz yettiğince, çok büyük cümleler kurmadan, gücümüz yettiğince ona müdahil olmaya, müdahale etmeye ve o ihlali görünür kılmaya destek olmaya çalışıyoruz. 

“5 Nolu, dünyanın en kötü hapishanelerinde biriydi!”

– Hapishaneler ile ilgili de çalışmalarınız var. Bunlardan da kısaca bahsedebilir misiniz?

– Amed üzerinden bakarsak, biliyorsunuz, Amed zindanlarında yaşanan hak ihlalleri ve 90’larda işlenen birçok faili meçhulün hala davaları görülüyor.

Diyarbakır’da özellikle 80-84 arası Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi olarak bilinen ve Diyarbakır’ın Bağlar’ı içerisinde olan, şu an müze çalışmaları yapılan yerden bahsediyoruz. Maalesef ki dünyanın en kötü hapishanelerinden biriydi. Ve orada insanlara insanlık onuruna yakışmayacak işkenceler yapıldı.

Bu devam ediyor aslında. Yani şiddetin dozu farklı olabilir ama devam edebiliyor. Şimdiki cezaevleriyle ilgili en çok aldığımız şikayet, cezaevi girişlerinde insanlara çıplak arama dayatılması.

İnsanın onuruna aykırı şeyler bunlar.

İnsanların söz kurma hakları da ellerinden alınıyor. Herhangi bir şekilde söz kurduğumuz an yargılanma ihtimalimiz var. Bu yargılanmaların hepsinin sonucunda bazı dostlarımızın, insan hakları mücadelesi veren dostlarımızın cezalandırıldığını, gözaltına aldığını görüyoruz.

Bunların hepsi gösteriyor ki, Türkiye ve Diyarbakır’da yetkililer insan hakları ihlallerindeki artışın önüne geçmiyor. Devletin bazı sorumlulukları vardır.

Bunu da söylemeden geçmek istemiyorum: Cezasızlık politikası var. Mesela çoğu yargılamada sanık olanların çoğunun beraat ettiğini görüyoruz. Mesele tam da burada. Evet, tarih de onları yargılayacak. Bizler de bu kişilerin suçlu olduğunu biliyoruz.

Ama maalesef ki mahkemelerimiz gerekli özeni göstermeyip, birçok davada- birçok büyük davada, JİTEM davalarında da olabilir, benzer şekilde davrandı. Yakın bir örnek olarak, basiti, 2015 yılının 28 Kasım’ında Diyarbakır Baro Başkanı, Diyarbakır’ın merkezinde, dört ayaklı minarenin önünde, onlarca kameranın olduğu bir yerde öldürüldü. Hepimiz gördük, herkes gördü. Ama maalesef ki savcılık yaklaşık 4.5 yıl boyunca hareket etmedi. Diyarbakır Barosu’na bağlı avukatların delil bulmasıyla birlikte, soruşturma açıldı, kovuşturmaya döndü. Orada onlarca kameranın önünde bir Baro Başkanı öldürüldü ve sonuçta hepsi beraat etti.

Kamuoyuna nasıl bir çağrınız olur?
– Türkiye İnsan Hakları Vakfı, bir hukuk örgütü değil ama İnsan Hakları Derneği ya da Diyarbakır Barosu Özgürlükçü Hukukçular Derneği alanda bazı davaların takipçisi oldular. Olmaya da devam ediyorlar, bazı davalar için söylüyorum. Temel derdimiz şudur; “suçlular bulunsun, adalete erişilsin.” Bu kapsamda hukuksal çalışmalar yapılıyor. Bazı dönemlerde, yaşanan kimi olaylara yönelik heyetler oluşturulup, olay incelenip raporlar çıkarılıyor. Temel çalışmalar bunlar.

Halkımıza çağrım, bu durumlarda lütfen suç duyurusunda bulunun. Bunu siz kendiniz de yapabileceğiniz gibi sivil toplum örgütleri aracılığıyla da yapabilirsiniz. Çünkü kötücüller iyilerin sessiz kalmasını da ister.

Kötülüklerin yanına kalacağını düşünür. Ama Diyarbakır’ın çok uzun süredir bir sivil toplum belleği var, sivil toplum geçmişi var ve güçlü bir geçmiş bu. Elbette ki bizim gibi kurumlara, sivil toplum örgütlerine, hak mücadelesi yapan sivil toplum örgütlerine başvurdukları zaman buradaki arkadaşlarımız da halka destek olacaktır.

Ve şunu da söylüyoruz; Hakikatin ortaya çıkması için susmak yerine gerekli mücadeleyi vermek gerekiyor. Yukarda saydığım her bir kurum da erişilebilir kurumlardır. Bizlerle de iletişim kurabilirler hak ihlalleri yaşadıklarında. Biz de elimizden geldiğince destek oluruz.

Ama asıl çağrıyı devlete yapmak gerekiyor aslında. Hükümete, iktidara yapmak gerekiyor. “Siz hakları ihlal edemezsiniz. Siz korumakla mükellef olan kurumlarsınız” şeklinde. Bizlerin onlara dair daha çok söz söylememiz lazım. Herhangi bir hak ihlali oluyorsa ve bu şeffaf, her yönüyle araştırılır bir şekilde soruşturulamıyorsa maalesef ki artışın nedenlerinden biri de budur.

“IŞİD’in yaptıkları çok eski değil!”

– Son olarak güncel bir konu olarak fikrinizi öğrenmek istiyoruz. Özellikle TC güçlerinin ve HTŞ ile beraber Rojava’ya yönelik savaş tehdidi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

– Bir kere savaşın her halinin kötü olduğunu söylemek istiyorum.

Ve maalesef ki görüyoruz, oradaki halkların dışındaki güçler -vekil güçler de deniliyor buna, devletler de deniliyor- müdahale ediyor.

Oradaki halklar aslına kendi kararlarını verirler. Halklar nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşarlar. Ve bunu da söylemekten imtina etmeyeceğim: HTŞ’nin eski IŞİD bağlantısı her birimizi korkutuyor. Çünkü IŞİD’in yaptıkları çok eski değil. Elbette tekrar etmesinden korkuyoruz.

Çok yakın dönemde HTŞ’nin lideri Colani’nin açıklamaları oldu. Şeriatın geleceğini ve kadınlara başörtüsü dayatılacağını söylüyor. Son noktada bunların hepsi aslında halk ihlalleridir. Ve maalesef ki bunlar gözümüzün önünde oluyor ve kendini büyük gören devletler de bunun arkalığını yapıyor.

Rojava dediğimiz bölgede de televizyonlardan izlediğimiz kadarıyla ya da sosyal medyadan izlediğimiz kadarıyla infazları görüyoruz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu