GüncelMakaleler

DENEYİM | Maraş Depremi ile Devletin Gerçekliği Üzerine Gözlemlerimiz

"TC devlet organizasyonu her ne kadar “büyük”, her ne kadar kurumsal olsa da tüm tecrübesi düşman yaratmak, imha etmek, yıkım yaratmak üzerine biriktirilmiş. Hiçbir koşulda gerçekten de kendisinin kusurlu olduğunu kabul etmiyor"

Kahramanmaraş Pazarcık merkezli depremin etkilediği, birçok şehirde ağır bir yıkımın yaşandığı ve binlerce insanın hayatını kaybettiği ağır günleri yaşıyoruz.

Ülkenin dört bir yanından ve yurtdışından binlerce insanın yüreklerini burkan trajedi karşısında dayanışma eli uzattığı tarihi bir ana tanıklık ediyoruz. Değinilmesi gereken birçok konu, dinlenilmesi gereken pek çok anı var. Biz de bu yazıda İzmir’den Elbistan’a ulaşana kadarki ve sonrasında tanık olduğumuz süreci değerlendirmeye çalışacağız.

6 Şubat sabahı Maraş ve Antakya’da deprem olduğunu sosyal medya üzerinden öğrendik. Yalnız durumun ne olduğunu o an kavrama şansı ne bizde ne de başkasında vardı muhtemelen.

Bir yandan da depremin şiddeti sayısal olarak büyük olmasına rağmen gündemdeki bilgi kirliliği daha doğrusu bilgi alamama hali refleksi daraltan bir noktada durmaktaydı. Buna bir başka dayanak ise devlet organizasyonunun olağanüstü sakinliğiydi. Amed’den bir şekilde haber alabiliyoruz yalnız Maraş ve Antakya bölgesinden haber alınamayacak kadar kilitlenmiş olması akıllara gelebilecek iş değildi. Her saat sis perdesini aralayan yeni görüntü ve bilgilerle geçiyordu. Ulaşımın dahi sağlanamadığı, kilometrelerce trafik kuyruğunun oluştuğu biliniyordu. Mesele halk için hala zarar görmüş yol ve iletişim araçları olarak kabul ediliyordu. Zira yıkımın genel tablosuna o an ulaşmak mümkün değildi, belki de hala ulaşılabilmiş değil!

Öğlen saatleri olduğunda deprem alanına gitmenin bir şekilde yolu bulunmalıydı. Otobüsler dolu, uçaklar iptal, belediye insan gönderecek ama kimi ne zaman gönderecek muamma! Hedefimiz Antakya ama gitmenin hiçbir imkanı bulunamıyor. İlk günden yola çıkanlar ikinci gün oldu hala yolda. Bir yandan devletin, sivil insanları alana almayacağı bilgisi yayılıyor. Kimileri geri çevriliyor kimileri yollarda saatlerce bekletiyor. Yol bulabilenler farklı girişlerden uzanıyor feryat figan Antakya’ya. İkinci gün Adana’ya kadar ancak bir araç bulabildik. Oradan sonrası belirsiz lakin bir şekilde gidilmeli! En azından bölgeye yaklaşmış olacaktık. Belki bir yardım kamyonu, bir servis bulabilirdik. Ki o saatlerde hava limanlarında saatlerce sağlıkçılar, uzman kurtarma ekipleri ve pek çok nitelikteki insan bekletiliyordu. Belli belirsiz bir yoğunluk, uçak trafiği var ama ne götürülüyor, kim gidiyor belli değil. Kendi cabasıyla gitmeye çalışanlar devlet organizasyonundan daha hızlı ulaştılar alanlara.

Adana otogarı yoğun herkesin bir telaşı var, aksamadan hareket edebilen araç yok. Güncellenen bilgiler ışığında yönümüzü Elbistan’a dönüyoruz. Adana ile Maraş merkez arası iki buçuk saatlik mesafe. Bu yol yedi saat sürdü, şehri terk etmeye çalışan ve şehirden eşini dostunu almaya giden kilometrelerce uzanan trafik kuyruğu nedeniyle.

Nurdağı’ndan geçiyoruz çok bina yıkılmış, bazı enkazların üzerinde insanlar var. Bu insanlar nasıl tüm binaları kontrol edecek yaşayan birilerinin olup olmadığını anlamak için? Burada yaşayan insanlar nerede? Kurtulabilen oldu mu? vb sorular ilk akla gelenler. Şehrin karanlığından geçip Türkoğlu’na varıyoruz. Yol boyu çatlaklar, kaymalar var. Şehrin içerisinde benzer durumlar geçerli. Yavaş yavaş ilerlemenin sonucunda Kahramanmaraş görünmeye başlıyor. Tepelik olan yerlerinde seyrek de olsa ışıklar görülüyor. Merkez ise karanlık içerisinde. Yirmi beş saatin sonunda otogara varıyoruz. Işık adına sadece etraftaki eşyalar parçalanıp yakılarak oluşturulan gruplar halinde ateşler var. Başlarında da insanlar. Herhangi bir yetkili, görevli yok. Normal zamanda orada çalışanların alanda olmasının imkanı yok bir anlamıyla da.

Elbistan’a gitmek için araç olmadığını öğrendik. Otostopla gitmeyi düşünüyoruz. Oysa polislere vs. denk gelen gönüllülerin geri gönderildiği, önlerinin kesildiği bilgisini alıyoruz. Twitter’a engel getirilerek halkın gündemden yeterince bilgi almasını, iletişim kurmasını fiilen engellediler. Aynı zamanda yardım isteyen, enkazın altındaki veya bir şekilde enkazdan çıkmış olan insanların yardım taleplerinin, seslerinin de önüne geçtiler. Devletin konuya dair tavrının yasaklayıcı, engelleyici olacağı bariz. Dikkat çekmenin tehlikeli ve bizi boşa düşürme ihtimalini gözetmek gerekti. Tesadüfen Elbistan’dan bir bankanın çalışanlarının ailesini Maraş’a getiren servis aracına denk gelerek yola koyulduk. Yol boyu bozulmuş, kaza yapmış pek çok araç yol kenarında, ortasında terk edilmiş. Daha öncesinde filmlerde görülebilecek görüntüler.

Hava gittikçe soğumaya başlıyor. Hissettiğimiz soğuk hala enkazların altında yaşayan, ses veren insanların olduğunu çivi gibi çakıyor akıllarımıza. Otuz saatin sonunda Elbistan’a varıyoruz. Gece yarısında, karanlıkta anlayabildiğimiz, görebildiğimiz kadarıyla sıra sıra binalar yıkılmış. Kentin kimi noktalarında telaş var. Hareketlilik var ama neye hizmet ediyor anlaşılmıyor. Yatacak yeri olmayan, enkazın başında bekleyen, ne yaşadığını anlamayan, yaşayıp yaşamadığının farkında olmayan insanlar. İner inmez yakın bölgelerden gelen erzağı Cemevi’nin deposuna indirmekle başladık. Bölgenin en büyük şansı belki de Cemevi binasının “sağlam” olmasıydı. Şanssızlığı ise genç nüfusun çok düşük olması diyebiliriz.

“Devlet-halk ortaklığı”nın fay hattı da kırıldı

Bina sağlam duruyor lakin içerisine kaos hakimdi. Sular donmuş, lavabolar işlemez, kim ne yapıyor belirsiz durumdaydı. İş yapabilecek yaş grubunun eksikliği önemli ölçüde hissediliyordu. Elbette çıplak elleriyle molozları kaldırıp insanları kurtaramazlardı, kurtaramazdık. Evine giremeyen, hafif yaralarla kurtulmuş olan insanlara yardımcı olabilirdi, öyle de yapmaya çalıştık. Ülkenin dört bir yanından, Avrupa’dan tırlarla eşya geliyor bir yandan tırlar boşaltılıyor aynı hızda tükeniyordu. İş yükünün karşısında çok daha az ve hemen hemen hepsi devrimci yurtsever kurumlar aracılığıyla gelen, işin omuzlayıcısı olan insanlar tarafından yapılıyordu. Çadır bulmak söz konusu değil, araç bulmak son derece kısıtlı, açık havada durmanın imkanı olmadığı anlardı. Kimi köy yolları kardan dolayı kapalı ve iletişim çok sonraları kurulabildi. Herkes şunun da farkında; burada baş başayız. Bunu öngören halk ise desteğini, emeğini bu anlamıyla güçlü tutmaya çaba gösterdi. Özellikle Kürt-Alevi nüfuz için Maraş katliamı gibi bir tarihe sahip olan bölgenin hassasiyeti de elbette farklı olarak cereyan ediyor.  Devlet organizasyonunun herhangi bir parçası işe yarar bir hal içerisinde değildi. Hastane dolup taşmış, ölüleri dahi koyacak yer yoktu. Alanda görebildiğimiz kadarıyla çok kısıtlı da olsa bulunan arama kurtarma ekiplerinin ne nicel ne de nitel bakımdan bu işin altından kalkamayacağı kesindi. Ekipler gelmeden kendi imkanlarıyla buldukları iş makinalarıyla enkaz kaldırmaya çalışan insanlar vardı. Kimilerinin yarardan çok zararı oldu belki de. Ama panik, her geçen zamanın aleyhine işlediği gerçeği düşüncelerin sağlığını bozan parametreler. Kendi kaderiyle başbaşa olmakta böyle bir şey. Doğru işlemi yapması gerekenler ortada olmadığında yanlışa sürüklenmek pek tabi olağan.

Üstelik bizim dördücü gün etrafı dolaşma imkanımız olduğunda tanık olduklarımız bunlar. Aradan geçen dört koca günde ne eşya yardımı gönderebildi devlet ne de kurtarıcı ekip. Çevre şehirlerin belediyelerinden gelenlere rastlayabildik. Ege bölgesinden bir cemevinin gönderdiği eşyalar depremin ikinci gününde Elbistan’a ulaşıp dağıtılırken her türlü olanağa sahip olan devlet kurumları günlerce ne yapacağını bilemedi. Alışık değiller tabi! İnsanlara yardım etmeye, kurtarmaya insani bakımdan kriz yönetmeye alışık değiller! Sürekli kendi yetkilerini artırıyor, OHAL ilan ediyorlar, ne için? Daha hızlı, daha koordineli çalışma yapabilmek için mi? Kesinlikle hayır! Sonuç itibariyle de öyle olmadı, olamazdı da. İşinden anlamayan görevliler, herhangi hazırlığı olmayan organizasyonlarla değil OHAL sıkı yönetim olsa çözülemez. Çok geçmedi OHAL yetkisinin nerede kullanılacağını uygulamada gösterdiler. Pazarcık’ta devrimci, yurtsever kurumların dayanışma faaliyeti yürüttüğü cemevine kayyum atadılar. Devletin kendisi yapamadığı işi hazıra “çökerek” kotarmaya çalıştığına tanık olduk. Özellikle HDP ve demokrat çevrenin tırlarına, olanaklarına çökerek hem kurumları etkisiz hale getirmeye çalıştılar hem de yapılan çalışmayı kendi lehlerine yazdırmaya çalıştılar.

TC devlet organizasyonu her ne kadar “büyük”, her ne kadar kurumsal olsa da tüm tecrübesi düşman yaratmak, imha etmek, yıkım yaratmak üzerine biriktirilmiş. Hiçbir koşulda gerçekten de kendisinin kusurlu olduğunu kabul etmiyor. En iyi bildiği şeyleri yapıyor. Suni gündem oluşturup Suriyelilerden, Afganlardan “yağmacı bunlar” diye düşman oluşturuyor. Eline bir kazma tutturamadıkları halk için yararlı bir iş yaptıramadıkları kolluk kuvvetleri “güvenlik” bahanesiyle kendilerince şüpheli gördüğü insanlara işkence yapıyor, katlediyor ve arsızca bunu paylaşıma sokabiliyor. Dayanışma için deprem bölgesine giden insanlar üzerinde bilinçli olarak tedirginlik oluşturuluyor. Tüm imkanlarıyla deprem bölgesinde çalışma yürüten, dayanışmayı yükselten devrimcilerin peşine siyasi şubeyi takarak tehdit ediyor, iş yapamaz hale getirmeye çalışıyor. Oysa halk durumun farkında. Halka yardım edenin yanlarında olanın devlet kurumlarının değil devrimcilerin, demokratların olduğunu görüyor. Devlet de bunu bildiği için doğrudan saldırı gerçekleştiremedi. Halk tarafından bilinen gönüllülerin çalışması aynı zamanda bir kırılma oluşturuyor. Bugünler için vergi alan devletin konuya gerektiği gibi müdahil olmaması devlet ve halk arasındaki çatlağı derinleştirdi. “Devlet-halk ortaklığı”nın fay hattı da kırıldı.

Zorunlu bir göç, sinsice uygulanıyor!

Elbistan’da günler ilerledikçe kriz hali ilk zamanlara nazaran azalıyor. Kentin nüfusunun büyük çoğunluğu ya başka şehirlere ya da köylerinde barınmanın imkanı varsa köylerine çekildi. Daha sonra etrafta asker ve polis görülmeye başlandı. Cemevinin yanına askerler tarafından AFAD çadırları kuruldu. Lakin içerisine yerleşen insan çok kısıtlıydı. Elbistan’ın kendi yapısı itibariyle çadır kurulabilecek çok alan var. Çoğu evin etrafında boş arazi bulmak mümkündü. Bu nedenle ve özellikle hırsızlık gündeminden kaynaklı insanlar evlerinin etrafında olmak istiyordu. Çadırlarını da evlerinin yakınına kurmak istemeleri pek tabi olağandı. Fakat çadır yokluğu insanların kendi elleriyle yaptığı derme çatma yerlerde kalmasına neden oldu. Bölge yoğunlukla Kürt ve Alevi nüfustan oluşmaktaydı. En başından beklediğimiz üzere bu ve benzer bölgelere devletin muamelesinin farklı olacağıydı. Öyle de oldu insanlar kaderleriyle başbaşa bırakıldı. Zorunlu bir göç, sinsice uygulanıyordu. 2015-2016 yıllarında 8 Alevi Kürt köyünün ortasına AFAD tarafından 27 bin Suriyeli sığınmacının yerleştirilmesi söz konusu olunca devletin buraya daha kapsamlı saldırılarda bulunacağı aşikar hale geldi. Benzer tehditler yani bölgenin demografik yapısını değiştirme konusunda Antakya, Elbistan, Pazarcık gibi devletin hoşnutsuz olduğu noktalar tehlike altındadır.

Köylerdeki cemevleri görebildiğimiz kadarıyla toplanma alanları haline gelmişti. İhtiyacı olan dayanışmayla oraya ulaşan eşyalardan alabiliyor. Cemevleri bu anlamıyla özel bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. İnsanların bilinçsel olarak ortaklaştıkları ve haliyle örgütlü davranma noktasında öne çıktığı önemli bir işleve sahip olduğu ortadaydı. Bu örnek halk adına geleceğe bir bakış sunmaktadır. Örgütlü toplum her türlü zorluğu aşmaya muktedirdir.

Halkın enkazların altında ölüme terk edilmesi, bir yudum içme suyuna muhtaç bırakılması, HDP’nin yardım merkezine kayyum atanması, cenazelerin beden bütünlükleri bozulacak şekilde kepçelerle enkazlardan çıkartılması, yangından mal kaçırırcasına inşaat ihalelerine çıkılması, mültecilerin ırkçı nefretin hedefi haline getirilmesi, işkencenin artması, sosyal medya paylaşımları nedeniyle insanların tutuklanması ve daha nicesi, faşist devletin deprem günlerindeki olağan hali olarak tanınacak.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu