30 Temmuz 2021 günü Konya’nın Meram ilçesinde yaşanan ırkçı saldırı neticesinde aynı aileden 7 Kürt katledildi. Devlet ve ona bağlı medya ısrarla ‘münferit olay’ dese de, yaşananın faşist saiklerle işlendiği ortadaydı.
Bu katliam üzerine, Kürt halkı, devrimci, ilericiler de olayı lanetlemek üzere alanlara çıktı. Yaşanan bu faşist katliam, Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda birçok yerde protesto edildi. Eylemlerde birçok yerde polis engellemeleri ve saldırıları yaşandı. Buna rağmen eylemler büyük iradeyle gerçekleştirildi. İstanbul’da yapılan protesto eylemi ise faşist bir gürühun saldırısına maruz kaldı.
İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla 31 Temmuz’da Taksim Tünel Meydanı’nda gerçekleştirilen eylemin ardından, çoğu gençlerden oluşan bir kitle Şişhane Meydanı ve Kasımpaşa’ya doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca Kürt halkına yönelik saldırılar ve nefret söylemleri protesto edildi.
Yürüyüşün sonlarına doğru ise faşist bir grup tekbirlerle gruba saldırmaya başladı. Gazeteciler olarak biz de yaşananları görüntülemeye ve olayı tüm gerçekliğiyle aktarmaya çalıştık. Ancak eylemcilere dönük saldırı biz devrimci basın emekçilerine de yöneldi. Çünkü faşist güruhun, saldırdığı eylemcilerin gerçekleştirdiği özsavunma sonucu saldırı cesareti kırılmıştı.
Eylemcilerin alandan ayrılmasıyla nefretin boyutu bize yöneldi. Ellerine geçirdikleri sopa, kova, çivili sopa ne buldularsa üzerimize fırlatmaya ve bizim görüntü almamızı engellemeye çalıştılar. Yaşananlar sırasında kadın gazeteciler 20 kişilik erkek faşist bir grup tarafından yerde sürüklendi, kıyafetleri yırtıldı. Yaşanan bu faşist saldırının ardından gazeteci arkadaşlarımızla darp raporu almak üzere Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne geçtik. Bir süre sonra arkadaşlarımız, bize saldıran faşist grubun da hastanede olduğunu ve kendilerine saldırmaya çalıştığını söylediler. Biz de gazeteciler olarak arkadaşları hastaneden almaya gittik.
Onları oradan çıkarttıktan sonra ben de darp raporu almak için aynı hastaneye geçtim. Hastaneye geçtiğim de ise Mezopotamya Ajansı muhabiri Enes Sezgin’in gözaltına alındığını ve polislerce hastaneye getirildiğini gördüm. Enes’in üzerinde ise yoğun işkence izleri vardı. Orada bulunan polisler çok rahat bir şekilde hastane içerisinde de işkenceyi sürdürüyordu. Ben de bunu yapmamalarını, bunun işkence olduğunu söyleyerek polisleri uyardım. Daha sonra polisler de bana ırkçı/faşist söylemlerle küfür etmeye başladılar. Darp raporu için beklediğim alanda polisler, amirlerini çağırarak ‘ısmarlama’ bir şekilde gözaltına alınmam talimatını verdiler.
Akabinde 2 polis üzerime çullandı ve ters kelepçe işkencesiyle gözaltına alındım. Hastanede kaba dayak ve faşist söylemler sürdü. Hastaneden çıkarırken başımı eğmeye çalıştılar ama başımı eğmedim ve bu da kendileri adına işkence gerekçesi yapıldı.
Gözaltı için götürüleceğimiz Taksim Polis Merkezi’ne giderken benzer süreçlere maruz kaldık. Burada ise bize saldıran grubun teşhisi üzerinden suçlamalara maruz kaldık. Bu sırada gözaltılarımıza ilişkin gazetecilerin, avukatların ve milletvekillerinin bizi aradığını öğrendik.Ancak polis bizi arayanları da sürekli yanlış yönlendirerek işkenceyi gizlemeye çalıştı. Basın emekçisi yoldaşlarımın bu sahiplenme iradesi ve dayanışması da mücadelemizin ne denli önemli olduğunun bir göstergesidir.
İrade ve inancın ortaklaştığı yerde kaybetmeyeceğimizi tekrar tekrar hatırlatıyor.
Yerimizi arkadaşlardan gizleyen polis, olayı tek taraflı olarak inceleyip suç üretmek için çaba sarf ediyordu. Hem eylemciler hem de biz gazeteciler bize saldıranlar ve onları yönlendiren polislerin hazırladığı fezlekeyle suçlanıyorduk. Teşhis işleminin bitmesinin ardından polis aracıyla Vatan Caddesi’nde bulunan İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Taksim’den Vatan’a gidene kadar ise polis aracında fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kaldık. Araçtaki fiziki işkence sırasında polis, sürekli gazeteci kimliğime yönelik küfür ve hakaret ediyordu.
Bunun nedeni de belliydi. Türkiye’de polis işkencecidir, karakollar işkencehanelerdir. Biz de polisin bu işkencesini sürekli teşhir eden devrimci basın emekçileriyiz. Polis aracı içerisinde bana yönelen nefretin boyutu bu yüzdendi. Yine araç içerisinde açılan ırkçı/faşist marşlar ve zorla okutulmaya çalışılan İstiklal Marşı da polisin işkence yöntemlerinden birisiydi. Ancak onların bize dikte ettiklerini söylemedik ve bu da onların üzerimizde oluşturmaya çalıştığı baskıyı kırdı. Sesimi her çıkarmadığımda şaşıran ve anlam veremeyen bir faşizm gerçekliği vardı karşımızda. Çünkü biliyorlardı ki bizim yerimizde onlar olsaydı, iradelerini bir kenara fırlatıp dayatılan şeyleri harfiyen yapacaklardı.
İşte devrimci bilinç ve iradeyle faşizmin korkaklığının karşılaşması da bu şekilde oldu benim için.
Vatan Emniyet’e gittiğimizde ise avukat görüşmesi gerçekleştirdik ve bu görüşmede üzerimize atılmaya çalışılan iddialara baktık. İddiaların tamamı gerçek dışı ve saldırgan ifadeleri üzerinden hazırlanmıştı. Buna yönelik savcılık ifadesinde ise gazeteci kimliğimize yönelen saldırıları ve bu iddiaların gerçek dışı halini anlattık ama yine de tutuklanmaya sevk edildik. Bu bile olayın ne denli tek taraflı incelendiği, amacın, meseleyi tüm boyutlarıyla araştırılmasından ziyade Kürt düşmanlığından ileri gelen devrimcileri cezalandırma mantığıyla işlendiğinin somut bir göstergesiydi.
Neticede hakimliğe sevk edildik ve hakimlikte ifade verdim. Verdiğim ifade ise, hazırlanan iddinamenin hukukun temel ilkelerine aykırı, siyasi saiklerle hazırlanan bir iddianame olduğunu vurguladım. Evet biliyorduk ki bize yöneltilenlerin hiçbirini yapmamıştık, ellerinde bir delil, dayanak yoktu ama tutuklanmak isteniyorduk. Buna karşın özgüvenli bir savunma yaptık ve ardından da serbest bırakıldık.
Son süreçte AKP-MHP iktidarının girdiği çıkmaz ve bundan kurtulmak adına toplumun örgütlü kesimlerine yönelttiği saldırı konsepti biz devrimci basın emekçilerine de yöneliyor. İşçi-emekçilere, Kürt halkına, kadınlara, LGBTİ+’lara dönük saldırı konseptinin bir ayağı da biz devrimci, muhalif basın emekçilerine yöneliktir. Bu tip saldırılar bizim için ilk değil, son da olmayacak. Bu saldırıların nedeni bellidir; devrimci basının sesini kesmek ve tutuklamayla dize getirmek!
Ama onlar da çok iyi biliyorlar ki bizim aldığımız gelenek, bu saldırılarla asla geri adım atmaz. Biz devrimci basın emekçileri olarak tüm bu saldırı, işkence, gözaltı ve tutuklamalara karşın işimizi yapmaya, halkın doğru haber alma hakkını savunmaya devam edeceğiz