Merkezi Maraş-Pazarcık olan ve 9 saat arayla gerçekleşen 6 Şubat depremlerinin ardından iki haftadan fazla zaman geçti. Gerçekleşen depremler, ezen ve ezilenler cephesinden siyasi, politik ve pratik açıdan pek çok sonuç açığa çıkardı. Açığa çıkan bu sonuçlara dair söylenecek çok fazla söz var.
Deprem gerçekliğinin halkımızda açtığı yara bir yanda, diğer yanda egemenlerin ele alışının açılan yaraları derinleştirme hali… Söylenebilecek her sözün yetersiz kalışı… Biriken öfkenin, “Devlet nerede?” sorusuyla dışa vurumu ve devamında “Devlet yok!” cevabının kendiliğinden bulunuşu…
Yaşanan depremin halkımız üzerinde yarattığı yıkım büyük. Devlet geldiğimiz aşamada 43.556 insanın öldüğünü, 100 binin üzerinde insanın yaralandığını iddia etti. Açıklananların gerçekle ilgisi olmadığını ise biliyoruz. 11 ili etkileyen depremin yarattığı yıkım açıklananların çok ötesinde.
Deprem sadece deprem değildir
Deprem bir doğa olayı iken coğrafyamızda sonuçları bakımından incelendiğinde siyasi-politik bir vakaya dönüştüğünü görüyoruz. Depremler sonuçları bakımından doğayla, ekolojik sistemle ilgili bir kriz değil; doğal afeti bir krize, felakete ve katliama dönüştüren şey bizzat siyasi iktidar. 6 Şubat depremi de bir doğa olayı olmaktan öte devletin öteden beri ele alışıyla toplu bir katliama dönüştü. Milyonlarca insanı etkiledi, yerinden-yurdundan etti, yüz binlercesinin canına mal oldu. Depremle açığa çıkan bu acı fotoğraf, AKP’nin 20 yılı aşkın rant, yağma, talan, soygun, patron koruyucu politikalarının tablosu niteliğinde.
“Allahtan geldi, yapacak bir şey yok, kader planının içinde olan şeyler, etkilediği bölge Hollanda’nın iki katı, dünyanın hiçbir devleti böyle bir felaketin altından kalkamaz, bir yılda inşaatı bitireceğim” diyen AKP’liler depremle ve yarattığı yıkımla nasıl ilişkilendiklerini de ifade etmiş oldular. Utanmazlık ve aymazlık konusunda yaptıkları her açıklama bir öncekini geçiyor. Depremzedelere hakaret eden, devletin depremin ardından insanları kurtarmak için hiçbir şey yapmadığını söyleyen herkese saldıran, arama-kurtarma-yardım ulaştırmayı kendisi örgütlemediği gibi örgütleyenlere de engel olan, yağmacılık yalanı ve mülteci düşmanlığının körüklenmesi ile insanların linç edilmesinin, katledilmesinin önünü açan AKP’nin saldırganlık ve utanmazlık düzeyi zirveyi gördü.
Devletin olağanüstü durumlarda aklına ilk gelen konu güvenlik. Kendi güvenliği! Sel de olsa, yangın da çıksa, deprem de olsa, milyonlarca insan ölümle burun buruna da olsa ilk organize edilen şey güvenlik. Örgütlenen bütün alternatif yardım ve dayanışma çalışmalarının engellenmesinden, üniversitelerin kapatılıp-yurtların boşaltılmasına, devrimcilerin-yurtseverlerin kurduğu deprem koordinasyon merkezlerine kayyum atanmasına varana kadar her devlet hamlesi, bu yıkımın politik niteliğine kavuşmasını ve halkın öfkesinin neden olana yönelmesini engellemek yani güvenlik adına yapılan şeyler.
Devlet şu an depremden ziyade oluşan tepkinin politikleşmesinin, harekete-örgütlülüğe dönüşmesinin önüne geçmeye odaklanmış durumda. Deprem bölgesindeki halkı yalnızlaştırma, devrimcilerden-yurtseverlerden yalıtma, tecrit etme çabası bu sebeple. Böylelikle yeni talan projelerine de yol verme derdinde.
Deprem, devlet-ezenler cephesinden böyle bir tablo sunarken ezilenler ve ezilenlerin temsilcisi olma iddiası taşıyan politik devrimci özneler bakımından da bambaşka bir tablo açığa çıkardı.
Var olan gücün ikirciksiz seferber edilmesi, fedakarlık, adanmışlık, genç devrimcilerin özverisi, halkla bütünleşme çabası, halkın istek ve ihtiyaçlarına odaklanma bu merkezden hareket etme ve örgütleme sürece ruhunu veriyor. Devrimciler depremin ilk anından itibaren bölgeye ulaşma çabası, arama-kurtarmadan, halkın ihtiyaçlarının giderilmesine varana kadar geniş bir çerçevede harekete geçmeyi ve geçirmeyi başardı. Devletin bütün olanaklarını, engellemek için seferber etmesine rağmen bu başarıldı.
Başarıları zayıf yanlarımızı da gören bir yerden tartışabilmeliyiz. Parçalılık, dağınıklık, toplumsallaşmış bir güç olamamanın yarattığı acı tablomuz, sürecin tek elden yürütülememesi, ilk elden kolektif güçlü bir akıl etrafında bütün gücü biraraya getirememiş oluşumuzu da güçlü bir özeleştiriye dönüştürebilmeliyiz. Devrimci, demokrat, yurtsever bütün politik özneler kendi gücünü ve olanaklarını halkın yaralarını sarmak için seferber etmiş durumda. Ancak bu sürecin esas ihtiyacı yaptıklarımızı “ben” duygusunu ezen bir “biz”e dönüştürebilmek. Bunun adımlarını atsak da bu yanımız hala zayıf. Kendimizi elekten geçirmemiz gereken ilk nokta parçalılık. Bunu güçlü bir özeleştiri olarak ortaya koymak gerekiyor.
Birleşik mücadeleye olan ihtiyacı normal bir politik akış içerisinde öylesine söylemekten öteye geçmemizin ne kadar ehemmiyetli ve elzem olduğunu depremle yaşadıklarımız gösterdi. Birleşik mücadeleyi güçlendirme ve büyütmeye dair söylenen her söz, halkımızın yeni yaralar almasını önlemeye ve yaralarını daha hızlı sarmaya dair olduğunu daha güçlü kavramalıyız.
Sürecin açığa çıkarabileceği sonuçlar ve öğrettikleri
Halk nezdinde egemenlere dönük öfke birikirken, devrimcilere, dayanışma örgütleyenlere dönük sahiplenme duygusu da gelişiyor. Halk yanında olanları görüyor, kavrıyor, güçlü bağlar kurmanın olanakları açığa çıkıyor. Onlarca yıl, onlarca bedelle, onlarca sayfa yazıyla, konuşmalarla, tutuklanarak vb. anlatamadıklarımızı anlatabilmenin, kendiliğinden kavrama potansiyelinin geliştiği bir süreç yaşıyoruz.
Yaşanan şey devlet gerçekliğini kavrama, toplumsal örgütlülüğün gelişmesine olan ihtiyacın görülmesi, birbiriyle dayanışma ve paylaşmanın yaşattığını bilince çıkarma anlamında ve daha pek çok noktada halk ve devrimciler bakımından öğretici. Yaratılan bütün bu olanaklar derin bir ekonomik kriz ve yoksullaşmaya rağmen halkımızın bağrından, olanaklarından çıktı. Paylaşabilme, paylaştığında yaşattığını görme fikri başka bir biçimde bu denli hızlı bilince çıkarılamazdı.
Körüklenen kutuplaştırma, şovenizm, mülteci düşmanlığı, yağmacılar yalanına rağmen halkımız kendi yaralarını kendisi sarmaya odaklanmış durumda.
Bu parçalı halle dahi yapabildiklerimiz azımsanamaz. Bütün devrimci güçler her yere ulaşmaya, yardım götürmeye, dayanışma örmeye çalışıyor. Parçalı duruşla bile başardıklarımız çok önemli ancak bununla yetinemeyiz. Güçlü birliktelikler aracılığı ile yapabileceklerimiz kuşkusuz büyüyecek. Hesap sormamızın yegane gücünün temelleri oluşacaktır.
Devrimcilerin kendini büyük fotoğrafın içinde görme duygusunu güçlendirmeliyiz. Biz de kendimize böyle bakmalıyız.
Bizim bakımımızdan bu sürecin en önemli başarısı kuşkusuz var olan bütün gücün aynı şeye odaklanması oldu. Olağan bir durumda en fazla eksikliğini hissettiğimiz, yer yer yapabileceklerimiz önünde bir engele dönüşme halinin önüne geçmiş olmak temel motivasyon kaynağımız oldu. Hızlı refleks gösterme, deprem bölgesine gitme, orada fedakar ve azimli bir çalışma örgütleme, halkla bütünleşme, ihtiyaçları ve acıları ile bir olma bunun bir sonucu olarak açığa çıktı. Hem bölgede hem dışında güçlü bir koordinasyonla çalışmak çeperimizi seferber etmeye daha fazla olanak yarattı. Normal bir süreçte açığa çıkarmakta güçlük çektiğimiz potansiyel açığa çıktı. Ve daha fazla insanı içine çeken, insanların olanaklarını tereddütsüz sunduğu bir durum yarattı. Kitlemizle birlikte iş yapmanın, güçlü bağlar kurmanın gelişmesi önümüzdeki uzun ve zorlu süreci örgütleme gücümüzü artıracak.
Bizim yaptıklarımızla halkımızın dayanışması, örgütlülüğü büyürken o çok kudretli denilen devletin kibirli temsilcilerinin süngüsü düşecek, küçülecek. Güçlü bir nehir gibi hedefini bilerek aynı yöne akan bir halkın, istek ve taleplerinin, yapabileceklerinin karşısında hiçbir güç duramaz.
Halkımızın boğazına düğümlenen her acı bizim de boğazımızda düğüm olarak kalıyor. Bu düğümleri çözecek, rahat bir nefes almamıza vesile olacak şey örgütlenmek, toplumsal bir güç olmak, unutmamak, kanıksamamak ve bunun en önemli bir parçası olarak mutlaka ama mutlaka hesap sormak.