Makaleler

Daima birşeyler yapılabilir, ama birlik olarak ve elbet yapacağız!

Alicia Moreau… Plaza De Mayo Anneleri’nin “coşkulu genç kızı”… 1900’lü yılların başlarında, “sosyalistlerin sudan başka bir şey içmedikleri ve Enternasyonal’den başka şarkı söylemedikleri günden bu yana mücadelenin içinde” ve “yüzyılın başlarında Buenos Aires’in işçi semtlerinde bir sandığın üzerine çıkıp nutuk attığı ve And Dağları’nı katır sırtında, kadın kongresine geç kalmamak için aceleyle aştığı günlerdeki gibi havalı ve enerjik”(1) olan Alicia, kayıp evlatlar için Arjantin’de verilen mücadelenin de önder kadınlarındandı. Evlatlarının acısıyla sokakları mesken eden beyaz başörtülü kadınların faşizm, onca tepkisizlik ve alay karşısında kendini yenilmiş hissettiği bir anda önderleşiyor, devleşiyor Alicia ve diyor ki: “Daima bir şeyler yapılabilir, ama birlik olarak, kendi başımıza değil. Yapacağız… Yapmalıyız…”

İşçi sınıfı işsizlik ve sömürü sisteminin acımasızca yarattığı yoksunlukla karşı karşıya. “Geçinemiyoruz” diyen işsizler ordusunun rakamları 6 milyona dayanmış, araştırmalara göre neredeyse her hanede en az bir işsiz var. Genç işsizliği ve kayıtdışı istihdam, işsizliğin iki yönü… Her dört gençten biri ne okuyor ne de çalışıyor. Kentlerde her üç genç kadından biri işsiz. Kayıtdışı istihdam ise son bir yılda 483 bin artış gösterdi.

Diğer yandan İstanbul’da 580 bin evin suyu, 493 bin evinse doğalgazı kesilmiş durumda, borçlarını ödeyemediklerinden kaynaklı… Oysa özelleştirme ile “daha iyi” ve “daha ucuz” enerji üreteceklerini iddia eden egemenlerin, tüm bu söylemlerinin kâr ve rant sistemlerine örtü olduğunu görmek için o kadar çok veri var ki… Halkın evinde 1 milyona yakın kesinti yapılmasının dışında ülke genelinde yer alan 21 dağıtım bölgesini iki ya da üç şirketli konsorsiyumlar oluşturarak yöneten elektrik dağıtım şirketlerinin borçlarının 45 milyar doların üzerine çıkması, özelleştirmenin “ucuz enerji” anlamına gelmediğini, aksine sermayenin palazlandırıldığının ve ortaya çıkan bu borcun da halka zam ve sömürü olarak döneceğinin habercisi olduğunu gösteriyor. Keza özelleştirme sürecinde 1.80 TL düzeyinde olan doların bugün 3.81 TL’ye fırlaması ile elektrik dağıtım şirketlerinin yaşadığı bu borçlanmanın süreklileşmesi, bu durumda sektörün sürdürülebilirliğini tıkamakta; buna karşılık şirketlerin art arda reklamlarla “halka arz”larını duyurması, kaynak yaratma telaşına düştüklerini ve bunu da halkla “bölüşme” (daha doğrusu halkın üzerine yıkma) çabasında olduklarını göstermektedir.

Her ne kadar kodamanları aracılığıyla yaptıkları her açıklamada her şeyin yolunda gittiğini gösterme çabasında olsalar da böyle olmadığının en çok kendileri farkındalar. “Ekonomimiz dünya ekonomilerini geride bıraktı”lardan “Afrin’i aldık, alıyoruz”lara dek koca bir yalanın içinde yaşamaya ve yaşatmaya çabalıyorlar. Bu konuda en büyük görevin düştüğü burjuva medya, dünyanın bir ucunda yaşanan “bir motorun korkunç kazasını” defaatle verip on binlerce kişinin katıldığı HDP kongresini görmezden gelerek bunu en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Ekonominin tıkırında olduğu balonuyla ekranını doldurup, “Geçinemiyorum” çığlığı ile kendini yakmaya çalışan işçi ve emekçilere yer bırakmayarak efendilerinin memnuniyetini kazanmaya çabalıyor.

Ama heyhat! Tüm bunlar nafile! Faşizmde iktidarı eline alan AKP, Efrîn’de sıkıştıkça, ekonomide bataklıkta debelendikçe hiçbiri yeterli gelmiyor. “Daha fazla yalan! Daha fazla manipülasyon!” emri verilen gazete ve televizyonlar, elleri ayaklarına dolaşarak ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Keza hükümet sözcüsü Mahir Ünal, Hitler’in Gobbel’ine özenerek kara propagandanın babasına adeta rahmet okutarak “Ana haber programlarını 30 dakika izleyin, zannedersiniz ki bu millet, hırsızlıktan, tacizden, bu millet çocuk istismarından, çirkin işlerden başka sanki hiçbir şey yapmıyor gibi yarım saat içerisinde ne hale gelirsiniz? Kendinizden ve milletinizden nefret eder hale gelirsiniz. Peki niye yapıyorlar bunu? Uyuyan dev uyandı şimdi onun öz güvenine saldırıyorlar. Onun erdemlerine, onun ferasetine, onun cesaretine saldırıyorlar. Biz bunun farkındayız. Bunun farkında olacağız. Sakın ola ki bu kahraman milletle ilgili asla bir şek ve şüphe oluşmasına müsaade etmeyin” diyor!

Ülkede yaşananların binde birinin ekranlara yansımasına bile tahammül edemez hale gelerek gerçek karşısında tir tir titriyorlar! Patriarka ve heteroseksizmi kendisine koltuk değneği yapan sömürü düzeni, tüm halk kesimlerine düşman olduğunu gizleyebileceğini düşünüyor, son bir çabayla “ana haber bültenleri”ne el atıyor. Çünkü diyor; “biz uyuyan dev”dik ve “şimdi uyandık”! “Bu haberleri yapanlar, erdemlerimize saldırıyorlar!” Burada çürümüş düzenin sözcüsüne hak vereceğimiz tek bir nokta olabilir ancak. O da; işçi-kadın-LGBTİ+-çocuk-Kürt-Ermeni(…) düşmanlığının egemenlerin “erdemleri” olduğu gerçeğidir.

Ancak gerçekler sokaktadır; gerçekler halkımızın evinde, geçim derdinde, hayatta kalma mücadelesindedir. Gerçekler “Geçinemiyorum” diyerek kendini yakan, “Açım aç” diyerek Erdoğan posteri indiren işçi ve emekçinin öfkesindedir. Burjuva medyanın gizleme çabasında olduğu gerçekleri kısaca hatırlayalım:

12 Ocak: İnşaat işçisi Sıtkı Aydın, “Geçinemiyorum” diyerek Meclis Devlet Hastanesinin önünde kendini ateşe verdi. Sıtkı Aydın’ı bu çaresizliğe iten süreç ise gerçek anlamda bu ülkede halkın bulunduğu yoksulluk durumunun adeta bir özetidir. Aydın iş kazası geçirir, kendisinden şikayetçi olmamaya ikna olduğu patronu polise bu şekilde ifade vermesinin ardından Aydın’a hastanede sırtını döner ve çeker gider. Aydın alacaklarını alamaz, mahkeme uzar-gider ve Aydın bir türlü çıkamadığı bir borç batağına saplanır.

16 Ocak: İzmir’de SGK’dan hak ettiği maaşın 8 aydır ödenmemesine tepki gösteren A.S. isimli bir işçi durumu öğrenmek için bir süre önce İŞKUR’a başvuru yapar. Burada memurun kendisine “Senin maaş alman hayatın olağan akışına aykırı” demesi üzerine öfkelenen A.S., şikâyet dilekçesi yazar. Tekrar İŞKUR’a giden A.S., şikâyet dilekçesinin de işleme konulmadığını öğrenince bina önünde kıyafetlerini çıkararak protesto eylemi yapar. İşsiz A.S’nin söyledikleri ve polise verdiği karşılıkla işçi sınıfının ve işsizlerin sesidir adeta: “İşçinin hakkını savunmayanlar, çıkın dışarı görün işçinin halini. İşçiyim ben, aç işçi. Benim hakkımı savunmuyorlar, patronun avukatlığını yapıyorlar. Ben bu devleti protesto ediyorum. İstiyorsanız zor kullanın, benim kimseye zararım yok. Hakkımı bu şekilde arıyorum.

29 Ocak: İşsizlik nedeniyle Mustafa Birgül bir işçi Balıkesir’deki Karesi ve Altıeylül Belediyesi önünde kendini yaktı. İşçinin bu tepkisine AKP’li Karesi Belediye Başkanı Yücel Yılmaz’ın verdiği yalan ve manipülasyon dolu cevap ise işçi düşmanı iktidarın sesini yansıtıyordu: “Kayıtlara baktırıyorum. İş başvurusu var mı yok mu diye… Cinnet mi geçirdi, ailevi problemleri mi var, yoksa olay kurgu mu bilemiyorum. Denetimli serbestlikle bırakılmış, her gün imza atması gerekiyormuş. Bu kişilerin belediyede çalışması da mümkün değil. Olay belediyeye mal edilirse üzülürüz.

30 Ocak: Denizli’nin Pamukkale ilçesinde işsiz kalan Tolunay C. isimli 24 yaşındaki genç evinde kendini tavana asarak intihar etti. Genç işsizin geride bıraktığı not ise buğun birçok işsiz ve atanamayan gencin isyanını taşıyordu: “Buraya kadar!” Tolunay, Ocak ayında işsizlik, borç ve mobbing nedeniyle intihar eden en az 6 işçi ve emekçiden biri oldu.

1 Şubat: CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun 36. Olağan Kurultay öncesinde il başkanlarını topladığı Genel Merkez’de önünde bir emekçi isyan halindeydi. Heykeltıraş olan Ragıp Çiçen İzmir Karabağlar Belediyesi’nden parasını alamadığı için içinde LGP tüpleri bulunan arabasıyla otoparka giriş yapmak istedi, olmayınca burada kendisini yakmaya kalktı.

Bu protesto gündem olmadı. Gerçi her fırsatta işçi ve emekçinin yanında olduğunu yüksek perdeden dillendirse de her belediyesi taşeron ile çalışan, belediyelerinde ilk fırsatta örgütlü ve taşeron işçilerin kapı dışarı edildiği bir CHP’nin “işçi dostluğu” ortadadır! “Adalet” için şov yapıp her sınır dışı tezkereye onay veren, Efrîn halkına dönük katliamları destekleyen bir CHP’nin “işçi dostu” olamayacağı, Meclis önünde kendini yakan Sıtkı Aydın’a verdiği şu cevaptan da anlaşılmaktadır. Ne demişti CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Aydın kendini işsizliğin buhranıyla, öfkesiyle ateşe verdiğinde: “O işçi kardeşime söyleyeyim Meclis’e niye geldin? Git Sarayın önünde yak!” Kemalist faşist diktatörlüğün, TÜSİAD’ın koruması olan; Ermeni ve Rum ulusunun soykırımdan geçirip mal varlıklarını kendi sermayesi yaparak palazlananların partisi olan CHP’den başkasını beklemek en hafif deyimle saflıkla açıklanabilir!

3 Şubat: Bolu’da Nihat Yıldıran isimli bir işsiz belediye önünde “Açım aç” diye bağırarak Erdoğan’ın posterini indirmiş ve “reyizlerine el uzatan” işsize polisin cevabı gözaltı olmuştur.

4 Şubat: Sivas’ta, geçim sıkıntısı yaşadığını söyleyen M.A. isimli işsiz bidonla taşıdığı benzini üstüne dökerek, kent meydanında kendisini yakmak istedi.

9 Şubat: Antalya’da üstüne benzin döken ve kendini yakacağını söyleyen işsiz bir kişi, iş için büyükşehir belediyesi ve valiliğe başvurduğunu, ancak kendisine iş verilmediğini söyledi.

11 Şubat: Bursa’da borçlarını ödeyemeyince sinir krizi geçiren 26 yaşındaki simitçi İ.A. ilk olarak ambulansla Mudanya Devlet Hastanesi’ne getirildi. Sakinleştirici iğne vurulmak istenirken kaçarak hastanenin çatısına çıkan genç emekçi vücudunu jilet ile keserek intihar girişiminde bulundu.

 

Kararlılık ve cesaret!

İşçiler ve işsizler böylesi bir yoksulluk ve yoksunluk içerisindeyken bir iktidarın tüm bunlara karşın ayakta kalması elbette zordur. Keza AKP’yi iktidara taşıyan süreç de bir önceki hükümetin tepetaklak olması, yaşanılan ekonomik ve siyasi krizin varlığı ve derinliği ile ilişkiliydi.

Elbette süreçler aynı değil ve devlet geleneği oldukça güçlü olan TC devletinin başında devlet mekanizmasının tüm kesimlerinde kadrolarını kemikleştirmek için yıllardır çaba harcayan AKP’nin 16 yıldır harcadığı çabayı ve edindiği devlet deneyimini göz ardı etmemek gerekir. Aksi halde art arda açığa çıkan Panama, Malta ve son olarak da Man Adası belgelerinde hırsızlığı; 16 yıllık hükümet dönemlerinde pratikleri ile katliamcılığı defaatle tescillenen bir iktidarın hala “ayakta duruyor” oluşu şaşırtıcı olurdu. Ancak Kemalist faşist diktatörlük, Nazi ve Hitler özentisi bir parti olan AKP ile yola devam ederken bu benzerliğini, “özentilikle” sınırlandırmamakta, faşizmin Hitler ve Mussolini nezdinde edindiği büyük devlet deneyimlerine yeni bir sayfa olarak tarihe geçmeye çalışmaktadır.

Bugün faşizmin hedefinde Efrîn nezdinde Kürt ulusu ve kazanımları vardır. “3 saatte alacağız” dedikleri Efrîn’in kıyılarını döven işgal saldırılarında 3 haftayı geride bırakan faşizm, Efrîn’i iç ve dış politikada kendisine kalkan yapıyor. Keza İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre, Efrîn işgalinin ardından sosyal medyada “propaganda” yaptığı iddiasıyla gözaltına alınanların sayısı 449, tutuklanalar ise 34. Sokakta protesto eylemlerinde gözaltına alınanların sayısı ise 124. İki hafta boyunca yalnızca Efrîn’i bombalamakla kalmayan devlet, ülkede Efrîn kelimesini ağzına alana da gözaltı ve tutuklama “bombardımanı” yapmakta, sadece Bakanlığın verdiği rakamlara bakıldığında bile en az 573 kişiyi gözaltına almaktadır.

Yoğun faşizm koşulları altında protestolar sınırlı olsa da, ciddi bir savaş karşıtlığının olduğu ortadadır. Protestoların adreslerinden biri de hapishanelerdir. Tek Tip Elbise ve tecrit saldırılarıyla diz çökertilmeye çalışılan hapishanelerde tutsaklar Efrîn işgaline sessiz kalmamakta, bunun için hapishane idarelerinden Düzce Hapishanesi örneğinde olduğu gibi “kafa kırmaya” varan saldırılara maruz kalmakta, tutsaklar hakkında iletişim, görüş cezaları verilmekte ve çeşitli hakların tırpalanması için yasaklar konulmaktadır. Ancak tüm bu faşist saldırganlıklarına rağmen ortada pek bir başarı olduğunu söylemek kendileri için de zordur. TC faşizminin Gobbel’i olmaya aday olan hükümet sözcüsü Mahir Ünal “Uyuyan dev uyandı şimdi onun öz güvenine saldırıyorlar. Onun erdemlerine, onun ferasetine, onun cesaretine saldırıyorlar” dese de ortada ne uyuyan ne de uyanık “bir dev” yoktur! Özgüven, erdem, feraset ve bilumum cesaret bunların yanından bile geçmez! Bakınız: Efrîn.

Efrîn’de tek umudu emperyalist Rusya’nın açtığı hava sahalarından sürdürdükleri hava saldırısı olan, bu saldırılarla Efrîn halkını katlederek korku dolu zafer çığlıkları atanlar, gerçekte Efrîn’in özgürlük savaşçıları ile yüz yüze gelmiş değillerdir. Yüz yüze geldikleri yerde ise Avesta’lar Arinleşerek destan yaratmaya hazır olduklarını, onların faşist beyinlerinde patlayarak göstermiştir. Ancak yüz yüze gelinen yerlerde faşizm de kadın düşmanlığını bir kez daha sergilemekten çekinmemiş, çete artıkları ölümsüzleşen Barin Kobanê isimli YPJ’li gerillanın bedenini parçalamışlardır.

Saflar bu iki örnekte olduğu kadar nettir. Bir tarafta DAİŞ üyelerini yeniden örgütleyip saflarına katan(2) faşizmin beyaz ordusu TSK ve çete artıkları vardır; diğer tarafta ise toprağına ve özgürce ayrılma hakkına sahip çıkan, faşizme karşı taraf olan devrimci, yurtsever, enternasyonalist savaşçılar ve de onlarla et-tırnak olan Efrîn halkı… Bir tarafta “milli mutabakat” adı altında Erdoğan ve Bahçeli önderliğinde bilumum gerici, ırkçı; Kürt, Türk, Ermeni, Ezidî halk kesimleri başta olmak üzere tüm dünya halklarına düşman olanların biraraya toparlayan faşist cephe; bir tarafta ulusların eşitliğini, özgürlüğünü, kadın ve LGBTİ+’lere ayrımcılıksız bir dünyayı arzulayan ve faşist cepheye karşı biraraya gelerek kurulan devrimci ve yurtsever cephe…

Ancak bu cepheleşme sadece Efrîn’de değildir. Ülkede de AKP’nin çevresinde kümeleşen faşist kurumlar da savaşa hazırlanmaktadırlar. “Milli mutabakat’ın en ateşli savunucusu MHP’li Devlet Bahçeli, ağzından kan damlayarak her fırsatta halk düşmanlığı yapmakta, AKP’nin her adımına payanda olarak “devlet bekasını koruma” adına “milli mutabakat”ta yer aldığını söylemektedir.(3) Her fırsatta ortalığa zıplayan ve devrimciliğinin adını ağzına aldıkça ülkedeki devrim tarihine mikrop saçan “milli mutabakat”ın palyaçosu olan Doğu Perinçek ise 2014’ten bu yana AKP’nin her türlü yıkım ve katliamına ortak olduğunu göğsünü gere gere ilan etmekte ve hala kana doymamaktadır.(4) CHP’li Kılıçdaroğlu sonuna kadar “Mehmetçiğinin yanında olduğu” ve Efrîn “ormanlarının derinlerine inmemek” gerektiğini söylese de bu faşist cephenin koltuk değneği olmaktan geri durmamaktadır.

Faşist cephe safları nettir, peki ya bizim cephemiz? Devrimcilerin, demokratların, yurtseverlerin cephesi…

Onca gözaltıya, tutuklamaya, faşizmin saldırganlığına rağmen on binlerin katılımıyla gerçekleşen HDP kongresi, sağlamlaştırılması gereken bu cepheye duyulan umudu, bu konuda halkın kararlılığını ortaya seriyor. En yoğun katılımın; 2 yıl önce Cizre bodrumlarında “Diz çökmeyeceğiz” diyerek direnenlerin meşalesine dönüşen Mehmet Tunçların katledilmesinin yıldönümünde o bodrumların olduğu kentten, Cizre’den olması; cesaret ve ferasetin kimde olduğunu ortaya seriyor. Ankara katliamında katledilenlerin aileleri adına Amed’de bir bombalamada bacaklarını kaybeden Lisa’nın karanfilleri erdemin kimde olduğunu gösteriyor. En önemlisi kimlerin bu cephede birarada olduğunu, olabileceğini, olması gerektiğini ortaya seriyor.

Davos’ta geçtiğimiz günlerde hüsranla sonuçlanan görüşmeler üzerine yazan Ergin Yıldızoğlu “… finans-kapitalin arzularını yansıtan Davos’un aynası kırıldı. Otuz yıllık resmin bu aynanın parçalarındaki yansıması karmakarışık. Artık ne büyük bir savaş, ne faşizm, ne de devrim olanaksız değil!”(5) diyerek haklı bir belirleme yapıyor. Ancak lazım olan tek başına belirlemeler değil; belirlemelere uygun sınıfının bilinci ve örgütlenmesiyle hareket geçmektir. Bu cesaret ve kararlılık için “cesaret haplarına”(6) değil; Plaza De Mayo Anneleri’nin “coşkulu genç kızı” Alicia’nın “Daima bir şeyler yapılabilir, ama birlik olarak, kendi başımıza değil. Yapacağız… Yapmalıyız…” kararlılığına ve cesaretine sahip olmalıyız.

 

(1) Eduardo Galeoano, Kadınlar

(2) Independent; 7 Şubat günü yayımlanan bir haberiyle Independent’in eski bir DAİŞ’li kaynağının Türkiye’nin Efrîn bölgesi işgalinde ordu ve çetelere önderlik etmesi DAİŞ’lileri ordusuna dahil ederek eğittiğini söylediğini duyurdu.

(3) Geçtiğimiz günlerde partisinin il ve ilçe başkanları toplantısında konuşan Bahçeli, “Mahalli idareler seçiminde AKP ile kurduğumuz milli ittifakın yıpranmasına izin vermeyeceğiz. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden sonra Yenikapı’da yeni bir ruh doğdu. Yeni bir hükümet sistemi üzerinde uzlaşmaya vardık. Bekamız tehlike altındaydı. Kaldı ki vatanı kaybettikten sonra neyin siyasetini yapacağız? Devlet gittikten, millet bölündükten sonra neyin anlamı kalacaktı? Türk Milleti 16 Nisan’da Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne evet demiştir. Baraj sorunu yaşadığımızı söyleyenler acaba barajın yüzde 50+1’e çıktığını ne zaman idrak edeceklerdir? MHP’nin baraj sorunu yok diyorum, kalın ve kabuk bağlamış kafaları almıyor. MHP büyüyor, güçleniyor diyorum, üç maymunu oynuyorlar. Kıskananlar çatlasın, çekemeyenler patlasın diyorum. Kıskananlar çatlasın, çekemeyenler patlasın.”

(4) Sözcü’den Ferda Öngün’ün haberine göre Türkiye’nin Suriye ile işbirliği yapması gerektiğini söyleyen Perinçek, “Türkiye, Suriye ile işbirliği yapmazsa bu Mehmetçiğin kanıyla ödenen yanlış bir siyaset olur. Eğer Afrin’de kaybedersek Amerika gelir Ankara’yı ele geçirir. Amerika var karşımızda, PKK terör örgütü değil. O terör örgütünü IŞİD’i falan üzerimize süren ABD. Şu anda Türkiye, Rusya’dan da Suriye’den de Irak’tan da Amerika’yla daha fazla cephe cepheye geldi. Bakın ABD’de baş düşman olarak Türkiye’yi görüyor. Türkiye’nin Suriye, İran ve Rusya ile arasını açmak için uğraşıyor! Çünkü ABD için Türkiye’nin direncini kırmak birinci mesele.”

(5) Cumhuriyet, 1 Şubat

(6) Geçtiğimiz günlerde CNN Türk’te çıkan bir habere göre Efrîn’deki gerillalara götürülmek için “cesaret verici” olduğu açıklanan 250 bin uyuşturucu hapın Adana polisi tarafından ele geçirildiği ve bununla ilişkili olan Suriye uyruklu 2 kişi tutuklandığı iddia edildi.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu