Bir yaz döneminin daha sonuna gelirken, bir yıllık dönemde yaptığımız çalışmalar içinde en verimli olanlar, Şubat ayında gerçekleştirdiğimiz kurultayımız ve sayısal olarak kapsamını sınırlı tutmak zorunda kaldığımız tatil kampımız oldu diyebiliriz. İlki, yaptığımız atölyeler ve kolektif çalışmayla politik zeminimizi ve yürüyeceğimiz yolu belirleme çabası iken, diğeri de bu yolu yürüyebilecek gücü ve ortak enerjiyi yaratmaya dönük bir çalışmaydı.
Bugün artık yürünecek yolun önemli oranda belli olduğunu söyleyebiliriz. Ancak yolu belirlemek elbette yetmiyor. Zira önce kendimizden başlayıp, kendimizi de içine alacak biçimde bir faaliyet örmezsek belirlediğimiz yolun altı boşalacaktır. İşte biz de bu anlayışla tatil kampımızda öncelikle kendimize yönelik, cinsiyet bilincini yükseltmeyi hedefleyen çalışmalar yaptık.
Çünkü “iç”e yönelmeden, kendimizi tanımadan/anlamadan dışa açılamayacağımızı; kendimizde bir bilinç geliştirmeden kadın kitlelerine bilinç taşıyıcı çekirdek olamayacağımızı düşünüyoruz.
Bunun için de birbirimizin deneyimlerini karşımızdakini yargılamadan paylaştığımız, beraberce öğrenip, beraberce sorunlara çözüm aradığımız, temel ve de ortak sorunlarımızı tartıştığımız, itirazı değil uyumu esas aldığımız, erk’siz ve eşit ilişkiler geliştirip kadın olma ortak paydasında buluştuğumuz ortamlara ihtiyacımız olduğu tespitinden hareketle örgütledik tatil kampımızı.
Böylesi bir ortam yaratmak elbette dile kolay. Oysa her bir özelliğini tartıştığımızda aslında çok büyük ve zor bir iş olduğunu görebiliriz. Örneğin, reddetmekle birlikte birçok yönüyle içimizde taşıdığımız “kadın kadının kurdudur” belirlemesinin tam karşısında durarak birbirimizin deneyimlerini-duygularını-karmaşalarını vs. yargılamadan dinleyebilmek için çok fazla çaba sarf etmek gerekir.
Ya da deneyimden yaşa kadar birçok kriterle oluş(turul)muş hiye-rarşik ilişki biçiminin karşısına “eşit ilişki” biçimini çıkarmak, sadece kadınlardan oluşan bir ortamda içimizdeki erk’i öldürmek, hiyerarşi ve erk’in “olmadığı” dolayısıyla en kolay “itiraz” edebileceğimiz bir yerde itirazı değil uyumu esas almak…
Tüm bunlar gerçekten zor işler. Ve tatil kampımızda bu hedeflere uygun bir ortam gerçekleştirebildik mi diye sorulacak olursa, bunu tamamen başardığımızı söylememiz mümkün değil.
Ancak deneyimimizin sınırlı, açığa çıkarttığımız sorunlarla baş edebilecek birikimimizin az olduğu koşullar göz önüne alınırsa doğru yolda adım attığımızı kanıtlayacak derecede bunları gerçekleştirdiğimizi söyleyebiliriz. Bu kampımızın “sınıf mücadelesi ve kadın örgütlenmesi” başlığı dışında daha çok”iç”e yöneldik.
Geçtiğimiz yıl, daha da küçük bir katılımla yapmaya çalıştığımız kampın da konuları aşağı yukarı aynıydı. Orada da, en büyük yaralarımızdan biri olan kendine güven ve inisiyatif konularında tartışmalar yürütmüştük.
Bu yıl ise kendine güvenin yanına kendini değerli-değersiz görme/hissetme, bağlılık-bağımlılık, cinsiyet bilinci ve taciz olaylarında YDK’nın tavrını da ekleyerek iç yolculuğumuza devam ettik. Tüm bu “iç”e dönük konular kuşkusuz ihtiyacımızın ürünüydü. Yani kadınlar olarak güçlenmek, ortak bir enerji yaratma ihtiyacının…
Her zaman söylediğimiz gibi örgüt, tek tek bireylerin nicelik ve niteliklerinin aritmetik toplamından çok daha fazlasını ifade eder. Hele ki, söz konusu olan kadın örgütü ise bu çok daha doğru bir belirlemedir. Tek tek zayıflıklarımız, eksiklerimiz, “kadınlık” durumlarımız-deneyimlerimiz söz konusu olduğunda iyi bir tablo yokmuş gibi düşünülebilir, ancak bir ve birlikte olunduğunda ortaya çıkan enerji ve yapı bunların çok üstünde bir niteliğe dönüşür.
Bu durumda tekil zayıflıklarımızı vs. giderdiğimiz (yani güçlendiğimiz) oranda nasıl bir nitel sıçrama yapacağımızı herhalde tasavvur edebiliriz. Bu iki kampın böylesi bir özelliği vardı, ancak en azından önümüzdeki döneme ilişkin artık daha fazla “dış”a yönelmemiz gerektiği açıktır. Sonuçta unutmayalım, biz de o “dış”ın bir parçasıyız.