Dersim, Dersimliler üzerine çokça şey söylenmiş, anlatılıp yazılmıştır. Yüzyıllar boyu Anadolu ve Mezopotamya üzerine egemen olanların, bu kendine has Kürtlüğü, kültürü, inancı ve doğası olan coğrafyaya; yüzlerce seferi olmuş ancak zaferi olamamıştır. Zaferin olamaması, Osmanlı artığı “yeni” faşist Türk devletinin gücüne gitmiş ki; onun Hitler’e rehber önderi -Dersimlilerin deyimiyle Mıstokor- Dersim’ i bir çıban olarak nitelendirmiş ve derhal temizlenmesi emrini vermiştir. ’37-’38’de Dersim yenildi. Munzur günlerce kızıl aktı. Ama zafer…
’72’ de isyan ateşi tekrar yakıldı dağlarda. ’38 sonrası suskunluk, Partizan öfkesi ile bozuldu. Ve Haydaran’da Ali Haydar’ın kanı ile sulanan Dersim, cana geldi. ’94’de ikinci ’38 yaşandı. Köyler yakıldı, insanlar sürüldü ve katledildiler. Umut ’72’de toprağa düşmüş, dal budak sarıp yeşermişken tekrar köksüz kaldı. Umudu kırılan Dersim güvensizleşse de; kutup yıldızı görününce derinlerde saklı olan öz suyu can verdi kızıl filize. Verdikçe doğruldu, doğruldukça ve bir arşın ileri yeltenince Dersim’in umudu da daha fazla cana geldi. Mutlak hiçbir şey eskisi gibi değildi. Ki, olamaz da. Ve olmamalı da.
***
Aliboğazı, adını Çoban Ali’den alır. Yılan Dağı’nın zirvelerinin arasında kalan geçide Çoban Ali, sürüsünü yayar. O gün gök baran-ı borandır. Ve şimşek, Ali’yi o boğazda ebedileştirir. Bu boğazda Seyit Rıza kalesinin üzerinde seyre durursanız; Munzurlardan Sultan Baba’ya, Düzgün Dağı’ndan Kertler’e, Beyaz Dağ ve Kırmızı Dağ’dan Kızıl Ziyaret’e, Çemişgezek’ten Keban Barajı kıyılarında bulunan Elazığ ve Malatya köylerine kadar bir alanı görürsünüz. Seyri doyumsuzdur. Pülümür hariç bütün Dersim gözler önündedir. Tabii ki derinleri görmek mümkün değil. Ancak birçok dağı, köyü görebilirsiniz. Yılan Dağı, kuzey-güney yönünde uzanır. Geçit veren boğaz ise doğu-batı yönüne bakar. Boğazın iki yanında kayalarda oluşan tepeler yükselir. Bu tepelerden güney yönünde olan yani Çemişgezek’e doğru uzanan kısma Kırklar Dağı denir. Bu tepede bir çeşme bulunmakta. Aynı zamanda burası halkımızca kutsal kabul edilen Kırklar Ziyareti’dir. Boğazı batı yönüne devirirseniz, Kılavuz Vadisi sizi muazzam görkemiyle karşılar. Ve Yılan Dağı’nın etrafından dolanarak sizi Tağar Çayı’na eriştirir. Boğazın doğu yönü ise hemen altında Aliboğazı suyunun süt gibi bembeyaz çıktığı pınar durur. Bu suya yarenlik ederseniz, sizi Tağar Suyu ile buluştuğu üçgene ulaştırır. Tam bu üçgende tahminen otuz-kırk metreden dik bir şekilde dökülen şelaleye yaklaştığınızda, Temmuz sıcağında bahar serinliği veren esintisini hissedeceksiniz. Ve bu şelalenin kaynağının ve yatağının ikiye ayırdığı harabeye dönmüş Şelale köyünü görürsünüz. Köy ’84’de, tıpkı vadi içindeki diğer köyler gibi boşaltılmıştır. Şelale suyunun iki yanında geniş düzlükler, bu engin arazide sahrayı andırır. Bu sahrada ’94 ve sonraki düşman operasyonlarında yakılmış iki kilise, kadimlikleri ve haşmetleriyle dikkati çeker. Bu yıkıntılara bakınca insan bu toprakların kadim halkı yani Ermenilerin ustalık, üretkenlik ve de hazin olan ve yürek yakan sonlarını anımsıyor. O yıkıntılar emek dolu, özveri ve gayret dolu, yaşam dolu ve aynı o yıkıntılar kadar acı dolu… Belki bu tanımlamalar bile karşılamıyor; sonsuz vebali! Tağar ve Aliboğazı suyu, bu üçgende birleşir. Ve içine Kılavuz Suyu’nu da katarak Çemişgezek önünden Keban olmazdan önce Munzur’a erişirdi. Akıntıya ters yönde Tağar Suyu’nun üzerinde hareket ederseniz, adını aldığı Tağar Köyü karşılar sizi. Bu köyün güzelliği, bölge içinde her mevsim ayrı bir yerde durur. Anlatılmaz yaşanır cinsinden yani. Devam ederseniz nam-ı diğer Amutka Köyü durağınızdır. 1926 yılında yapılan karakoldan başka bir yaşam yoktur köyde. Bir sonraki durak, Dereköy olacaktır. Tağar Suyu buradan sonra iki koldur. Biri dere Emirgan’dır. Emirgan; Kakberi ve Danzi köylerine uğrar, Dürüt deresini kendine katar. Doğal köprüden geçer ve tam Dereköy’de Sarısaltık’ın eteklerinden doğan Ağveren Suyu ile buluşur. Artık Tağar olur.
Hozat’ı seyahat ederken gördüğünüz alan zozonlıktan başka bir şey değildir. Ama kim bilebilir ki, etrafı dağlarla çevrili bu kasabanın saklı bahçeleri var… İşte tarif ettiğimiz alan, bunlardan biri. Tıpkı Kinzir gibi.
***
Sincik Dağı’nın bir yanı Ovacık (Pulur), bir yanı Merkez, bir yanı ise Hozat arazisidir. Bir yanı ise Bokır’a dayanır ve Munzur Vadisi’nin kuzey yamacı olur. Sincik’ten Dersim Merkez yönünden inişe geçince adını sanını bimediğiniz çeşit çeşit çiçekler, bitkiler göz alır. Ve dağ esintisi bu çiçeklerin kokularını yüzünüze yüzünüze çarpar. O anın tadı başka olur. Cennet dedikleri bu olsa gerek diye insan kendi kendine söylenir. Meşe ve kavak ağaçarından oluşan ormanlar yamaçları örtmekte, dere içleri ise söğüt ve daliklerle bezelidir. Karşınıza ilk Zeranik ve Haçeli, sonra Rengül ve Müşkirek çıkar. Hepsi harabedir. ’94 mağdurudur. Bu bölgenin halkı baskıya dayanamayıp Deşt civarındaki köylere ya da Elazığ’a yerleşmiştir. Yavaş yavaş derinlere inilir. Avgasor Vadisi olarak anılan bu dere, taa ki vadi tabanına erişene kadar şelalelerle doludur. Bu şelaleler, iki üç metre derinliğinde göller oluşturur. Dere içinden gitmesi patikaya zor geldiği için sizi önce yukarı çıkarır, sonra aşağı indirir. En yukarda Balli mezrada geçer. Balli mezra baharın yemyeşil, yazın sapsarı bir viranedir. Sonra dimdik yamaçlardan vadinin en derinine kadar inersiniz. İnerken de Ermenilerin taşlarla ördükleri geçit vermez yerleri geçilir kılan basamakları adımlarsınız. Vadi tabanında yıkık değirmenlerin yanından geçerek Munzur’a doğru ilerlersiniz. Avgasor Suyu’nun Munzur Suyu’na kavuştuğu mekanda direnişiyle ünlü, isyancılara mesken olan dere Laç, düşmanın yüreğine korku salan görkemiyle sizi selamlar.
Avgasor Vadisi, Sincik’in tepesinden deyim yerindeyse size dipsiz bir kuyuyu andırır. Eğer vadinin kuzey yamaçlarından aşarsanız sizi Beyaz Dağ ve önünde Deşt ve köyleri karşılar. Deşt önünden Çet Vadisi’nden gelen ve burada Dinar adını alan dere geçer. Ve ilerde Dinar Vadisi olur. Dinar’ın kuzey yamaçlarının tepeleri Zergovit ve de Helesor köyleri, ormanlarının bilinmezliği ile göz alır. Beyaz Dağ’ın ardında Kırmızı Dağ tepelerine ve eteklerinde barındırdığı kutsallarıyla siz de bir gezgincinin merakını uyandırır. Beyaz Dağ ve Kırmızı Dağ’ı, bir kanal büyüklüğündeki Zimek Deresi ayırır. Bu iki dağın arasında kalan vadi, Rabat Köyü’ne girmezden önce kanyon halini alır. Ve bu kanyonun bittiği yerde sizi Rabat Köprüsü ve kalesi Dersim’in ender tarihi kalıntıları olma gururu ile karşılar. Rabat Suyu, Çiçekli önünden geçer ve Tar Deresi olarak Munzur’a karışır.
Her su akarı kendini eninde sonunda Munzur’a katar. Her yanı dağların hakim olduğu bu coğrafya, nehirlerin ve derelerin gücüyle onlarca ihtişamlı ve korunaklı vadi ve dereciğe sahip olmuştur. Bu ise onun zenginliğinin zaptedilmezliğinin kaynağı olmuştur. Munzurların kayalardan oluşan derin dik vadileri ve tepeleri bir yanını Sultan Baba’ya dayamış olan Ahbanos, kudretini Jel Ana’dan alan Kutuderesi ve Pülümür’den bu yana Pülümür Vadisi, ona varan Dokuzkayalar ve dahası…
İşte Dersim coğrafyası. Dağın ve suyun kudreti ile yaratılmış bir cennet. Usta bir kalemden ciltlerce anlatılabilecek ayrıntıda saklı, muazzam güzellikler…
Dersim sadece coğrafik olarak göz almaz, gönül fethetmez. Aynı zamanda esas dağ olan insanlarıyla da insanı etkiler. Genel olarak boyun eğmeyen tavrı ve nerede bir ezilenin direnişi varsa orada varolmak belirgin özelliğidir. Fransa’daki Nazi işgali döneminde direnişçilerin arasında bir Dersimlinin olduğu söylemi bunu kanıtlar gibi. Dağ, Dersimlinin en büyük sığınağıdır. Zafer olmamışsa bunda dağın etkisi birincildir. Ol sebepten, Dersimli dağın kıymetini ve kudretini bilir. Ve her ulu dağa, bir kutsallık atfetmiştir. Jel Ana, Düzgün Baba, Ağ Baba vb. gibi. Onlara ağıtlar, methiyeler dizmiş ve kurban adamışlardır. Boyun eğmemeyi ve dağın önemini Dersimli için en iyi anlatan ’38 öncesi ve sonrası Deşt bölgesindeki köylerin birindeki bir amcanın köye vergi için gelen devlet memurlarına verdiği şu yanıt güzel anlatır:
“Elimdeki şu sopaya bak! Başımın üstündeki dağa bak! (Beyaz Dağ kastediliyor) Elimdeki sopayla seni döverim, gider o dağda da yatarım!”
Bu diyalog, 38’deki direnişin özünü hangi mayadan aldığının göstergesidir. Dersimli Proletarya Partisi ve onun savaşçılarına tam bir güven duymuş, umut bağlamıştır. Bu sürece kadar Dersimlinin devrim inancı hiçbir yerde olmadığı kadar güçlüymüş. Özellikle de üçlü cendere altında olan Dersim kadınında. Bugün onları dinliyoruz. O dönemde, bakır kaplarını kalaylatma ihtiyacını duymayan kadınlar niye, neden sorusuna, “zaten aş ortak, kazan da olacak, kalaya ne gerek?” diye umutlarını dillendirmişlerdir. Yine sabırsızlığını gösteren bir kadın gerillaya “ne zaman olacak bu iş?” diye sorar. Yine Deşt toprak işgaline katılmış anaların anılarını anlatırkenki coşkunluğu, umudu ve zafer kazanmış olmanın mağrurluğunu; o günkü anı insana yaşatarak anlatımları insanın beynine ve yüreğine işliyor. O gün çocuk olan, o günü hayal meyal hatırlayan bir kadının şu sorusu “Kirvem, o günleri tekrar görebilecek miyiz?” bize bir tereddütü ve aynı zamanda da umudu ve bir beklentiyi anlatmış oldu. Bir görevi, bir sorumluluğu tekrar hatıra sunmuş oldu, bu Dersimli kadın. Sadece o değil, onlarcası size bir çok şeyi öğretir, hatırlatır. (Dersim’den bir Partizan)