Çıkarlarına göre “çözüm süreci”ni evirip çeviren TC devleti süreçte yaptığı politik hesaplarla bir dil tutturmaktadır. “Çözüm süreci”yle Kürt halkını oyalayan ve kandıran AKP ve onun dümenindeki Erdoğan “artık kardeş kanı akmıyor” naralarıyla seçim arenasında boy gösterirken şimdilerde savaş ve katliam propagandaları ile erken seçimlere yatırım yapmaktadır.
HDP’nin barajı aşmasına ihtimal vermeyen TC devleti, barajların yıkılmasıyla tekçi zihniyetini hayata geçiremediği için süreci kendi saldırıları ve politikalarıyla sona erdirdi.
İç politikada “kardeş kanı akmıyor” diyerek “silahların sustuğunu” iddia eden TC devleti, dış politikada ise Kobanê ve Rojava’da DAİŞ çetesine karşı mücadele eden halkın yok edilmesi için elinden gelen maddi ve manevi desteği sağladı. Rojava’da Kürt ulusunun demokratik kazanımlarına tahammül edemeyen R.T.Erdoğan “Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz” (27 Haziran Hürriyet gazetesi) sözleriyle asıl rahatsızlık konusunu açık etmiştir.
TC’nin dış politikası aslında iç politikasının yansımasıdır. Gelinen aşamadaki tablo ise tam da TC’nin içi dışına çıkmış politikalarını yansıtmaktadır. O nedenledir ki bu sözlerle TC, bir taraftan da Suruç’ta Kobanê’nin inşası için yola çıkan SGDF’lilere yönelik gerçekleştirilen katliam saldırısının, T. Kürdistanı’nda başlatılan orman yangınlarının, DAİŞ adı altında gerçekleştirilen siyasi soykırımın ve HDP’nin kapatılacağının mesajlarını vermiş oldu.
Çözüm süreci hiç başlamadı ki bitsin(!)
Dil, din, ırk, mezhep ve kimlik gibi ayrımlarla kutuplaştırma taktiği izleyen TC, olmazsa olmazı olan şovenizme sarılarak süreçte bekasını sağlamaya çalışıyor. Başından bu yana imtiyazları doğrultusunda ilerlettiği süreçte, Rojava’nın ilanı ve bu ilana yaklaşımı ile (DAİŞ ve türevlerinin bölgeye sevk edilmesi, Kobanê düştü düşecek açıklamaları) niyetini açıktan ilan etmiştir. TC devletinin iç ve dış tüm politikaları elinde patlayınca “çözüm süreci” de yalan oldu!
Havadan ve karadan devrimci avı!
İktidarını pekiştirmek için başkanlık sistemine sarılan ve seçimlerde almış olduğu yenilgi ile bu hayalleri sarsılan AKP, hayallerinin peşinden halen koşuyor ve çözümü Kürt halkına saldırmakta ve sonrasında yapılacak olan erken seçimlere hazırlık yapmakta buluyor.
Bütün ülkeler DAİŞ’i terör listesine alırken TC, bırakalım terör örgütü listesine almayı terör örgütü demeye dahi yaklaşmadı. Ne hikmetse tam da koalisyon görüşmelerinin/pazarlıklarının yapıldığı bir süreçte DAİŞ terör örgütü ilan edildi ve havadan-karadan operasyon furyası başlatıldı. DAİŞ bahaneli operasyonları kapsamında devrimcileri katleden ve gözaltına alan devlet, gözaltına alınan çete üyeleri el pençe divan karşılamalarla karakollarda misafir edildi.
Zorun karşısında zor her daim meşrudur!
Egemenler cephesinde sürekliliğini koruyan baskı, zulüm, katliam ve asimilasyon politikaları, ezilenler cephesinde de bir kalkışmanın ve zorun manifestosunu ortaya koymaktadır.
Özellikle Suruç katliamının ardından TC’nin saldırganlığına karşı HPG’nin misilleme eylemleri bahsini ettiğimiz halk kitlelerinin öfkesinin dışa vurumudur. Bu dışa vurum hali politik ve devrimcidir. Ancak ne var ki TC devletinin katliamlarına karşın hümanizm sancağına sarılmak ve halen AKP ile müzakere masalarının tartışılır ve öngörülür olması uğruna yaşananları MİT’e havale etmek kabul edilebilir değildir. Bu mesele her şeyden önce devrimci bir eylemin MİT’e havale edilerek devrimci dinamiklerin hiçe sayılmasından öteye gitmez.
Zorun yasalarının ve geçerliliğinin görünür olduğu bu süreçte bu yasa ve ilkelere sarılmak halk kitlelerinin nihai kurtuluş sancağını göstermektir. Ancak ne var ki bunları halen belli imtiyazlar uğruna reddetmek reformizmin bulanık sularında yüzmekten başka bir anlam taşımıyor. Bir yandan devrimci eylemlerle devlete yöneltilen namlular, bir yandan da sürecin hassasiyeti adı altında bu namluların meşruluğunun reddi kendi ayağına sıkarak devrimci dinamikleri felç etmektir. Son olarak “Silahlı mücadele tarihi misyonunu ona tarihi misyon yükleyen koşulların ortadan kalkmasıyla tamamlayacaktır. Bu maddi koşulların değişmesini, “güneş nasıl olsa doğacak” diyenler değil “Güneşe akın var, güneşin zaptı yakın” diyenler sağlayacaktır.” (Partizan/Sayı 85/sayfa 166)