Geleceğin temsilcisi “ayak takımı” denilen işçi sınıfı, ağır çalışma koşulları, “iş kazası” adı altında onar, yüzer, biner katlediliyor. Burjuva feodal medya, onların sadece ölüm anıyla ilgileniyor. Ne yaşamları ne çalışma koşulları ne de geride bıraktıkları boyalı basının umrunda. Kapitalist sermayenin borazanlığını yapanlar bir adım daha ileri giderek “iş kazalarında” tek suçlunun işçiler olduğunu dahi ileri sürebiliyor. İliğine kadar sömürülen işçiler kapitalist sermayenin sömürü çarkının dişlileri arasında katlediliyor. İşçileri ölüme sürükleyen nedenlerden çok onları ölüme sürükleyen yasalar konuşuluyor mecliste. İşçilerin haklarını budayan yasalar bir bir kabul edilirken katliamı durduracak işçi sağlığı ve iş güvenliğini etkin biçimde uygulatacak yasaların, önergelerin adı dahi anılmıyor. Haklarını talep eden işçilere meydanlarda biber gazı-tazyikli su sıkılıyor, coplanıyor. İşçilere yaşam hakkı dahi tanınmıyor. Fıtrat denilerek aşırı çalışma, yoğun artı değer sömürüsü ve azami kârın bir doğa yasasıymış gibi veya bir tanrı buyruğuymuş gibi kabul edilmesi dayatılıyor.
Esnek, güvencesiz, taşeron ve kiralık çalıştırılan işçilerin “fıtratı” geçtiğimiz yılda da değişmedi. Değişmesinden ziyade değişmemesinin önü açıldı ve 1970 işçi “iş kazalarında” katledildi. Son beş yılın en yüksek rakamıdır bu. Son beş yılda işçi sınıfı üzerinde sömürünün, ağır çalışma koşullarının daha da yoğunlaştığının ifadesidir aynı zamanda. Kapitalist sermaye emek piyasasından satın aldığı işgücünü son sınırına dek azami kâr hırsıyla çalıştırarak sömürür. Kapitaliste işgücü sağlayan işçinin, sermaye karşısında bir insan olarak değil artı-değer yaratan bir meta olarak değeri vardır. Kapitalist, bir iş günü boyunca emek gücünü satın aldığı işçinin bir anını bile boş geçirmeden en azami süre çalıştırır, çalıştırmak ister. “İşgününün sınırlarını belirleyen, emek-gücünün normal varlığını sürdürmesi değildir; bu sınırlar, işçinin dinlenme zamanının sınırı ne kadar ezici, zorunlu ve acılı olursa olsun, emek gücünün günlük olanaklı olan en üst düzeyde harcanması ile belirlenir. Emek-gücünün ömrünün uzunluğu sermayeye vız gelir.” (Marks, 1997, 259)
İşçi sağlığı ve iş güvenliği (İSİG) meclisi raporuna göre 2016 yılındaki iş cinayetlerinin gerçekleşme biçimleri, trafik, servis kazası, yüksekten düşme, ezilme ve göçük olarak sıralanıyor. İş cinayetlerinin sektörlere göre dağılımında başı inşaat sektörü çekiyor. Ardından tarım, taşımacılık, ticaret-büro, belediye ve metal sektörü geliyor. Bunu aynı zamanda uzun çalıştırmanın ve sömürünün en çok yoğunlaştığı sektörler olarak da okumak mümkün. Sömürücü sınıflar kapitalist rekabette sermaye birikimini artırıp rekabet gücünü yükseltmek için ucuz, verimli ve işçi ücretlerinden kısarak maliyeti düşüşererek uzun çalışma saatlerini işçi sınıfına dayatır. Bu çalışma koşulları ve temposu sömürücülere azami kâr sağlarken işçilerin yaşam hakkını gasp eder. OHAL ve KHK’ların uygulanmaya başladığı günden bugüne işçi cinayetlerindeki % 9 artış, komprador sermayenin işçi sınıfı üzerindeki emek sömürüsünde pervasızlaştığının açık göstergesidir. Azami kâr uğruna çalışma koşullarının ağırlaştırılması iş cinayetlerinin esas nedenidir. Siirt Şirvan’da göçük altında katledilen işçilerin çalışma koşulları, alınmayan ve denetlenmeyen iş güvenliği her şeyi net olarak açıklamaktadır. Madencilikte yaşanan bu sorunlar, diğer tüm sektörlerde de farklı biçimlerde yaşanmaktadır. Kapitalist sermaye için iş güvenliği ve işçi sağlığı maliyeti yükselten, bu şekilde de azami kâr oranını düşüren, dolayısıyla gereksiz görülen konulardır. Onun için önemli olan işgücünün bir sonraki gün tekrar kendisine artı-değer üretecek gücü toplayabilmesidir. Mesai saatinin her anının azami kâra göre örgütlenip işçilerin tuvalet ihtiyacının bile izinle ve zamanla belirlendiği bir çalışma zamanından işçilere bırakılan zaman onların dinlenmesi, sosyal yaşama katılması, kültürel aktivitelerde bulunması, ailesi ile vakit geçirmesi için değildir. Kapitalist sermayenin böyle bir derdi yoktur. “Ama kâr ve önüne geçilmez tutkusuyla artı-değere duyduğu kurt açlığı ile sermaye işgününün yalnız manevi değil, fiziksel en üst sınırlarını da çiğner geçer. İnsan bedeninin büyümesi, serpilip gelişmesi ve sağlığının devamı için gerekli olan zamanı gasp eder. Temiz hava ve güneş ışığının tüketimi için gerekli zamanı çalar. Yemek zamanına el koyarak elinden geldiğince onu da üretim sürecine katar, böylece ocağa kömür atılır, makineye yağ verilir gibi, işçiye üretim aracıymış gibi yiyecek verilir.” (age, s.259)
Son beş yılda her yıl bini aşkın işçinin (toplamda 7699 işçi katledildi) ağır çalışma koşulları ve yoğun artı-değer sömürüsü altıda azami kâr uğruna ömrünün kısalması, yaşam hakkının gasp edilmesi karşısında “sermaye toplumun koyduğu zorunluluklar olmaksızın işçi sağlığına karşı da, yaşayacağı ömrün uzunluğuna karşı da vurdumduymazdır. Maddi manevi yozlaşmaya, erken ölüme, aşırı çalışma işkencesi konusundaki feryatlara şu karşılığı verir: Bizim kârlarımızı artırdığı için bunlara üzülmek mi gerek?” (age, s. 263) Komprador sermayenin dün olduğu gibi bugün ve yarın da işçi katliamlarına karşı vereceği cevap Marks’ın vurgusuyla “toplumun koyduğu zorunluluklar olmaksızın” hep aynı olacaktır. İşçi katliamının her geçen yıl artmasının en önemli nedenlerinden biri Türkiye proletaryasının sınıf mücadelesi içindeki zayıflığıdır. İşçilerin yaşam hakkının gaspı ancak işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle engellenecektir. Bu hakkı burjuvazi hiçbir zaman işçi sınıfına gönüllü olarak vermeyecektir. Komprador burjuvazi karşı işçi sınıfının ihtiyacı olan fıtratındaki militan direnişi ve mücadelesidir. MLM’ler Türkiye proletaryasının bu militan yapısına yönelmeli, iş cinayetleri, artı değer sömürüsü, ağır çalışma koşulları ve kölelik ücretlerine karşı daha etkin, daha örgütlü ve daha güçlü direniş-eylemler örgütleyen bir faaliyet yürütmelidir.
(Marks, 1997, Kapital Cilt: 1, Sol Yayınları, 5. Baskı, Ankara)