Sadece altı ay öncesine kadar Kobanê adını duymuş çok az sayıda insan vardı. Fakat IŞİD Eylül 2014’te şehre beyhude bir saldırı başlattığında, bu küçük Kürt kalesi hızla dinci aşırılıkçılara karşı mücadelenin odak noktası haline geldi. Takip eden aylar içinde, Kobane, faşizme karşı kale rolü ile Barselona ve Stanlingrad’a benzetilerek, uluslararası bir direniş sembolüne dönüştü.
Halk ve Kadın Savunma Güçleri’nin (YPG ve YPJ) cesur direnişi, Kobane’deki erkek ve kadınların IŞİD güçlerine karşı tarihsel mücadelelerini sempati ve takdirle karşılayan anarşist, solcu ve liberallerden sağ kanat muhafazakarlara kadar çok geniş bir yelpazede grup ve bireylerin övgüsünü kazandı.
Sonuç olarak ana akım medya, 2012 yazında özerkliklerini ilan eden Kuzey Suriye Kürtlerinin hali konusundaki sessizliğini bozmak zorunda kaldı. Sayısız makale ve haber, sıklıkla bir miktar romantikleştirilerek, Kürt savaşçıların “çetinliğini” ve kararlılığını anlattı. Yine de medya ilgisi çoğunlukla seçici ve kısmiydi. Rojava’daki (Batı Kürdistan) siyasi projenin özü, Kobanê’deki direnişi Ortadoğu’daki “barbarlığın” gizemli bir istisnası olarak sunmayı tercih eden Batılı gazetecilerce pek irdelenmedi.
Hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, YPG/YPJ’nin ikonik kızıl yıldızlı muzaffer bayrağı, Batılı güçlerin gözünde pek de hoş bir imge değildi. Rojava’nın özerk kantonları, Ortadoğu’daki ihtilaflara karşı, bir yandan IŞİD terörüne direnir ve hem liberal demokrasiyi hem de kapitalist moderniteyi reddederken, öte yandan da cinsiyet eşitliği, çevresel sürdürülebilirlik ve tüm farklı etnik ve toplumsal grupları içeren yatay demokrasi süreçlerine odaklanan yerel bir çözüm teşkil ediyor.
Batı’da birçokları mesele konusunda sessiz kalmayı tercih etse de, Kürt aktivist ve akademisyen Dilar Dirik, haklı bir şekilde, Kürt hareketinin demokratik özerklik konusundaki ideolojik temellerinin, Kobane direnişine ilham veren ruhu anlamanın anahtarı olduğunusöylüyor.
Artık yeter!
Şehirde savaş sokak sokak yoğunlaşırken, Kobane bir direniş sembolü olarak küresel solun ve özellikle de sol-liberterler grupların tahayyülünde yer etmeyi başardı. Savaş meydanında YPG/YPJ’ye katılan Türk Marksist Leninist grup MLKP’nin, şehrin özgürleştirildiği günlerde, enkaz üzerinde İspanyol Cumhuriyetçilerin bayrağını taşıması ve İspanyol Devrimi örneğini izleyerek Uluslararası Tugaylar kurulmasıçağrısını yapmasısebepsiz değil.
Mesele sadece Kobane için verilen savaş değil; Rojava kantonlarının özgürlükçü yanı, tabandan doğrudan demokrasinin uygulanması ve kadınların özerk yönetime katılımları, böylesi bir tarihsel mukayeseye imkan veriyor. Fakat Rojava sadece devrimci Katalonya ile kıyaslanmıyor. Bir başka çarpıcı benzerlik de Zapatistaların Meksika’nın güneyinde özerklik için verdikleri mücadele ile kurulmakta. Ve bu mukayese Kürdistan’daki devrim paradigmasını ve bunun başka bir dünyanın mümkün olduğuna inananlar için ne demek olduğunu anlamak açısından kilit önemde olabilir.
1990’ların başında ilk kez sahneye çıktığından bu yana, Zapatista hareketi dünya çapında devrimci tahayyülün muhtemelen en sembolik ve en etkili unsurlarından biri oldu. 1 Ocak 1994 sabahı, Maya yerlilerinden oluşan ve daha önce hiç tanınmayan bir gerilla gücü, Meksika’nın en yoksul eyaleti Çiapas’ın ana şehirlerini ele geçirdi. Parlak bir stratejinin ürünü olan askeri operasyona, küresel çapta yankılanmasını ve uluslararası dayanışmaya ilham vererek Küresel Adalet Hareketi’nin ortaya çıkmasını sağlayanyenilikçi bir internet kullanımıeşlik etti.
Zapatistalar neoliberalizme ve Meksika’nın yerli halklarının sosyal ve kültürel soykırımına karşı ayaklandılar. “Ya Basta!” veya “Artık Yeter!”, Lacandon Ormanı’nda ilan edilen İlk Deklarasyon’dadendiği gibi, “500 yıllık ezilmenin ürünü” olan bu ayaklanmanın çığlığı oldu. Zapatistalar, küresel sermaye tam da tarihin sonunu kutlarken ve toplumsal devrim fikri mazide kalmış romantik bir anakronizm gibi görülmeye başlamışken başkaldırdı. Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN), federal ordu ile on iki gün süren yoğun çarpışmaların ardından şehirlerden çekilmek zorunda kaldı. Fakat yerli topluluklarının derin yatay örgütlenmesinin hiçbir devlet terörü veya askeri kampanya yoluyla ortadan kaldırılamayacağı görülecekti.
İsyancı ordunun maskeli sözcüsü Subcomandante Marcos, tarihsel öncülük misyonuna, devlet aygıtını ele geçirmeyi değil yıkmayı amaçlayan bir toplumsal mücadele formu olan “aşağıdan devrim” fikri ile karşı çıktı. Özerkliğe ve doğrudan demokrasiye dair bu kavramsallaştırma, daha sonra Seattle ve Cenova protestolarındanSyntagma,Puetra del SolveZuccotti Parkişgallerine dek birçok kitlesel antikapitalist hareketin merkezi haline geldi.
Benzer bir tarihsel seyir
Rojava’da demokratik özerklik mücadelesinin kökleri, 1978’de kurulmasından bu yana Kürt özgürlük hareketinin merkezinde olan Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) tarihinde bulunabilir. PKK, Kürt milliyetçiliğinin bir formu ile toplumsal kurtuluş mücadelesini birleştiren Marksist-Leninist bir gerilla grubu olarak Kuzey Kürdistan’da (Güneydoğu Türkiye) kuruldu. Abdullah Öcalan liderliğinde büyüdü ve otuz yıllık süreçte 40 binden fazla insanın yaşamına mal olan bir çatışmada NATO’nun en büyük ikinci ordusunun saldırılarına karşı ayakta kalmayı başaran ciddi bir gerilla gücü haline geldi.
Türk devleti yüz binlerce insanı zorunlu göçe tabi tuttu ve sivil halka karşı işkenceler, yargısız infazlar ve tecavüzler gerçekleştirdi. Yine de Kürt direnişini kırmayı başaramadı. Başlangıcından bu yana, PKK hem Türkiye’de hem de Kürdistan’ın diğer parçalarında etkisini arttırdı. Rojava devriminin öne çıkan siyasi gücü olan Demokratik Birlik Partisi (PYD), ilki 1990’larda yasaklanınca Suriye’de PKK’nin kardeş örgütü olarak kuruldu. Şu anda iki örgüt, PKK’nin görüşlerini paylaşan çeşitli devrimci ve politik grupları kapsayan bir çatı örgütü olan Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) üzerinden bağlantılılar.
Farklı sivil ve devrimci grupları KCK içinde birleştiren ideolojiye ise demokratik konfederalizmadı veriliyor ve bu ideoloji, toplumsal ekoloji, özgürlükçü yerel yönetim ve doğrudan demokrasiye dayanan, hiyerarşik olmayan bir toplum modelini savunan ABD’li anarşist Murray Bookchin’in görüşlerini temel alıyor. Öcalan, 1999’da Türk devleti tarafından yakalanarak ömür boyu hapse mahkum edildikten sonra, PKK’nin Marksist-Leninist geçmişini inkar etti. Bunun yerineyüzünü Bookchin’e dönerekKürt toplulukları için yerel ve bölgesel bir özerkliğin en mümkün çözüm olduğunda karar kıldı.
Zapatistalar özerk özyönetimleri ve tarihsel öncülük nosyonunu reddetmeleri ile bilinirken, Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun kökeni de benzer şekilde Marksist-Leninist’tir. Tıpkı PKK gibi Zapatistaların özyönetim ve aşağıdan devrim görüşleri de uzun bir tarihsel evrimin ürünüdür.
EZLN, 1983’te Çiapas’taki yerli halk arasında devrimci bir hücre kurma, askeri bir güç örgütleme ve nihayetinde gerilla savaşı ile devlet aygıtını ele geçirme kararı alan bir grup kent gerillası tarafından kuruldu. Kısa süre içinde öncülüğe dayalı ideolojik dogmalarının yerel toplulukların kültürel gerçekliğinde uygulanabilir olmadığını gördüler. Dolayısıyla Zapatismo, Batı Marksizmi ile, İspanyol devletine ve federal Meksika devletine karşı beş yüz yıldır direnen yerli Amerikalı nüfusunun deneyim ve bilgilerinin füzyonu sonucunda ortaya çıktı.
İki gerilla örgütünün bu paralel ideolojik seyri, devrim sürecine dair çağdaş anlayışların tarihsel dönüşümünü gösteriyor. Zapatista ayaklanması ve Çiapas’ta özerkliğin inşası, büyük oranda Küba Devrimi’nden ilham alanfokocugeleneksel stratejiden bir kopuşu işaret eder.Öncücülüğün reddi, Subcomandante Marcos’un Bask kurtuluş hareketi ETA’ya yazdığı veaçıkça şunu söylediğibir mektupta iyice belirgin hale gelir:“Bu gezegendeki tüm devrimci öncülere sıçayım.”
Çiapas’ta, halka öncülük edenler yok, halkın kendisi devrimi aşağıdan inşa ediyor ve o şekilde sürdürüyor. Şimdi PKK’nin Murray Bookchin’in etkisi altında “halk için hareket”ten “halk hareketi”ne dönüşümünü gösterir şekilde son on yıldır yaşadığı değişim bu.
Kantonlar ve Caracoles
Rojava ve Çiapas’taki devrimler arasındaki benzerliklerin belki de en önemlisi, her iki bölgede PKK ve EZLN’nin özgürlükçü sosyalist dünya görüşü temelinde gerçekleşmekte olan toplumsal ve politik reorganizasyon.
Zapatistaların özerklik mücadelesi, Meksika hükümeti ile 1994 ayaklanması ardından yürütülen barış görüşmelerinin başarısızlığından kaynak alıyor. Bu barış görüşmeleri sırasında isyancılar, hükümetin, yerli halka toprakları ve yerel kaynakları üzerinde komünal denetimin yanı sıra eğitim, adalet ve siyasal örgütlenme konusunda kendi geleneklerine dayalı olarak daha fazla self-determinasyon hakkı verenSan Andres mutabakatınauymasını talep etti.
Bu mutabakat hükümet tarafından asla uygulanmadı ve 2001’de Başkan Fox, Kongre’den geçirilen düzeltilmiş ancak Zapatistaların ve diğer yerli direniş gruplarının taleplerini karşılamayan bir versiyonu destekledi. İki yıl sonra EZLN, şimdi idari merkezler vazifesi gören beş isyan bölgesi veyaCaracoles(Türkçesi “sümüklü böcekler”) oluşturdu. Caracoles adı Zapatistaların kendine has devrimci geçiciliğini temsil ediyordu:“Kendi başımıza yapıyoruz, süreç içinde öğreniyoruz ve ilerliyoruz.Yavaşçaama ilerliyoruz.”
Caracoles üç özerk yönetim seviyesiiçeriyor: Topluluk, belediye ve İyi Hükümet Konseyi. İlk ikisi tabandaki meclislere dayalı; İyi Hükümet Konseyleri ise seçiliyor ancak rotasyona dayalı olarak yıllar içinde mümkün olduğunca çok insanın konseylere katılmasını hedefliyor. Caracoles’lerin diğer şeylerle birlikte kahve yetiştiren, el işi üretimi ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapan kooperatiflerin yanında kendi eğitim, sağlık ve adalet sistemleri var.
Bazı açılardan, Rojava’daki kantonlar, Caracoles’leri andırıyor. Kantonlar Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) tarafından 2014’te ilan edildiler ve yeni kurulan halk meclisleri ve Halk Konseyleri üzerinden işliyorlar. Kadınlar karar alma süreçlerine eşit şekilde katılıyorlar ve daima bir erkek ve bir kadın tarafından paylaşılan tüm seçilmiş pozisyonlarda eşit şekilde temsil ediliyorlar.
Farklı konseylerde ve kanton kurumlarında tüm etnik gruplar temsil ediliyorlar. Sağlık ve eğitim, demokratik konfederalizm sisteminde teminat altında. Yakın zamanda ilk Rojava üniversitesi olanMezopotamya Sosyal Bilimler Akademisifarklı bir öğrenim yaklaşımı sunma ve eğitimin hiyerarşik yapısına meydan okuma planıylakapılarını açtı.
Aynen Zapatistalar’da olduğu gibi, Rojava devrimi de kendisini tüm ülkenin ve bütün olarak bölgenin sorunlarına mümkün bir çözüm olarak tasarlıyor. Bu hareket sadece ayrılıkçı eğilimlerin bir ifadesi değil. Yakın zamanda Rojava’yı ziyaret etmiş olan Avrupa ve Kuzey Amerika’dan bir akademisyenler delegasyonunun belirttiği üzere, bu özgün demokratik sistem, Ortadoğu için farklı bir geleceğe işaret ediyor; halk katılımına, kadınların özgürleşmesine ve farklı etnik gruplar arasında adil bir barışa dayalı bir gelecek.
Bir kadın devrimi
Cinsiyet meselesi, Zapatista devriminin daima merkezinde yer aldı. Otonom örgütlenme formlarının yaygınlaşması ve kadınların kurtuluşunun mücadelenin merkezi olarak benimsenmesi öncesinde, kadınların konumu sömürü, marjinalleşme, zorla evlendirme, fiziksel şiddet ve ayrımcılıkla tanımlıydı.
Bu sebeple Subcomandante Marcos ayaklanmanın 1994’te değil bir yıl önce, yani 1993’te Kadınların Devrimci Yasası’nın kabulü ile zaten başladığını söyler. Bu yasa isyancı bölgelerdeki kadınların kişisel bağımsızlık hakkını, özgürlüğünü ve saygınlığını garanti altına alarak cinsiyet eşitliği ve adaleti için çerçeve oluşturmaktadır. Bugün kadınlar hükümete her düzeyde katılım gösteriyorlar ve ekonomik bağımsızlıklarını garanti altına almak için kendi kooperatiflerini ve ekonomik yapılarını işletiyorlar.
Zapatista gerilla gücü saflarının büyük bir kısmını halen kadınlar oluşturuyor ve askeri komuta kademesinde yüksek konumlarda bulunuyorlar. 1994’te EZLN’nin ele geçirdiği en önemli şehir olan San Cristobal de las Casas’ın alınmasına, hükümetle müzakerelerde hareketi temsil etmek için Meksika şehrine gönderilen ilk Zapatista olan Comandante Ramona komuta etti.
Yerli kadınların Zapatistaların siyasi projesine kitlesel katılımları, kadınların Kobane’nin savunmasına ve daha genel olarak Kadın Savunma Birlikleri’ne (YPJ) katılımları ile kolayca karşılaştırılabilir. Kürt kadınlarının IŞİD’e karşı mücadeledeki cesaret ve kararlılıkları, kadınların Kürdistan’ın toplumsal kurtuluşu için silahlı mücadeleye katılım konusundaki uzun geleneğinin bir ürünü. Kadınlar PKK’de önemli bir role sahipler ve cinsiyet özgürlüğü Kürt mücadelesinde uzun süredir merkezi bir konumda.
Rojava devrimi, toplumun bir bütün olarak özgürlüğü için kadınların özgürlüğünün vazgeçilmez olduğuna güçlü bir şekilde vurgu yapıyor. Partiarkanın ortadan kaldırılmasını mücadelenin merkezine alan teorik çerçeveye “jineoloji” adı veriyor (jîn Kürtçe’de kadın demek). Bu konseptin hayata geçirilmesi kadınlar açısından benzeri görülmemiş bir güçlenme ile sonuçlanmış. Bu yalnızca Ortadoğu bağlamında değil, Batı liberal feminizmi ile karşılaştırıldığında da kaydadeğer bir kazanım.
Kadın meclisleri, kooperatif yapılar ve kadın milisleri, kapitalist toplumun temelindeki partiarkal yapıları yıkmadığı sürece tamamlanmamış sayılacak olan Rojava devriminin kalbi. Janet Biehl’in yakın tarihte Rojava’ya yaptığı ziyaret sonrasıyazdığıgibi,(erkek) proletaryanın 20. yüzyıl devrimlerinde yerine getirdiği rolü Rojava devriminde kadınlar yerine getiriyor.
Özerkliğe giden yol
Ecology of FreedomBookchin’in eserleri arasında belki de en önemli olanı ve bu kitapta geliştirilen toplumsal ekoloji kavramı Rojava’daki devrimciler tarafından etkin şekilde benimseniyor. Bookchin “doğanın insan tarafından egemenlik altına alınması nosyonunun, insanın insan üzerindeki egemenliğinden kaynak aldığından” emindi. Bookchin, kapitalizm, partiarka ve çevresel yıkımı birbirine bağlayarak, bunların birlikte yıkılmasının adil bir topluma giden tek yol olduğunu belirledi.
Benzer bir bütünselci yaklaşım Zapatistalar tarafından da savunuldu ve uygulandı. Sürdürülebilirlik, Çiapas’ta önemli bir referans noktası olageldi, özellikle de 2003’te Caracoles’lerin kuruluşundan bu yana. Özerk hükümet, sürdürülebilir toprak kullanımı konusunda eski kuşakların bilgeliğini bugüne geri kazanmaya ve bunu daha yeni tarımsal-ekolojik pratiklerle birleştirmeye çalışıyor. Bu mantık yalnızca toplulukların yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve tarım kimyasalların kullanımından kaçınılması ile ilgili değil, aynı zamanda büyük ölçekli ihracata yönelik endüstriyel tarımın, toprağı işleyen yerli halkın “ilkel” yöntemlerine üstün olduğu fikrinin de reddi anlamına geliyor.
Batı Kürdistan’da geliştirilmekte olan demokratik konfederalizm sistemi ile Çiapas’ta inşa edilmekte olan özerklik arasındaki benzerlikler, bu makalede vurguladığım birkaç noktanın epey ötesinde. “Artık yeter!” gibi sloganlardan (Kürtçesiêdî bes e!) tabandan demokrasinin gelişimine, komünal ekonomik yapılara ve kadınların katılımına kadar, Kürt hareketi ile Zapatistalar’ın benzer seyri, Marksizm-Leninizm’inöncücünosyonundan nihai bir kopuşmanın ve devrime – aşağıdan başlayan ve toplumun toptan özgürleştirilmesini ve hiyerarşik olmayan bir yönde reorganizasyonunu hedefleyen – yeni bir yaklaşımın göstergesi.
İki hareket de solun daha sekter unsurlarındansert eleştirileralmasına rağmen, devrimci toplumsal değişimin yegane esaslı ve başarılı deneyimlerinin Batılı olmayan, marjinalleştirilmiş ve sömürgeleştirilmiş gruplardan çıktığı gerçeği, küresel Kuzey’in, kendi ülkelerindeki baskıya meydan okumayı bile zor beceren ama buna rağmen devrimin neye benzediğine kendisinin karar vereceğine inanan beyaz ve ayrıcalıklı dogmatik “devrimcilerinin” yüzüne atılmış bir tokat olarak değerlendirilmeli.
Gerçekten de, Rojava ve Çiapas’taki mücadeleler, dünya için tabandan örgütlenen özörgütlenmelerin muazzam potansiyelini ve komünal bağların kapitalizmin yarattığı toplumsal atomizasyonu yenmedeki önemini gösteren güçlü örnekler. Dahası, Batı solunda birçoklarını – kimi anarşistler de dahil – kendi sömürgeci zihniyetlerini ve ideolojik dogmatizmlerini sorgulamaya zorluyor.
Kapitalizm, hiyerarşi, tahakküm ve çevresel yıkımın olmadığı bir dünya – veya Zapatistaların ifade ettiği şekliyle,birçok dünyanın mümkün olabildiği bir dünya– sık sık ütopya ve gerçek dışı olarak değerlendirildi. Yine de bu dünya bize kitaplarda görünen bir serap değil: Halihazırda Zapatistalar ve Kürtler tarafından inşa edilmekte. Bu örnekler bize radikal toplumsal değişimin neye benzediğini yeniden tahayyül etme imkanı sunuyor ve kendi topraklarımızda kendi mücadelelerimiz için olası bir model sağlıyor. Çiapas ve Rojava’nın üzerinde parlayan kızıl yıldız, kurtuluş yolunda ışık saçıyor. Bu iki mücadeleyi bir araya getiren şeyi tek kelime ile özetlemek gerekirse, bu kesinlikle özerklik olacaktır.
Petar Stanchev
17 Şubat
Kaynak: dunyadanceviri.wordpress.com