Açıklama: Hindistanlı tarihçi Vijay Prashad’ın, İsrail’in Gazze başta olmak üzere Filistin’e yönelik yürüttüğü soykırım savaşının bölgesel etkilerini yazdığı bu yazı People’s Democracy isimli internet sitesinde 28.01.2024 tarihinde yayımlandı.
İSRAİL’in soykırım savaşı -Uluslararası Adalet Divanı’nda açılan davaya rağmen- hız kesmeden devam ediyor. Her gün çoğu çocuk yüzlerce Filistinli öldürülüyor. İsrail, etnik temizlik yapmak istediği İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın bir bölgesi olan Gazze’nin geleceğini belirlerken, üniversiteler ve hastaneler de dahil olmak üzere kilit altyapı bombalanıyor ve yıkılıyor (İsrail’in 2017’den beri sığınmacıları sınır dışı etmek için uyguladığı bir politikayı izleyerek Filistinlileri Ruanda’ya sürme planı dahi mevcut).
Gazze’de 25.000’den fazla Filistinli öldürüldü, 2 milyondan fazla Filistinli yerinden edildi (toplam nüfusun yüzde 87’sinden fazlası) ve Gazze’deki Filistinlilerin tamamı açlık sınırında. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, 20 Ocak’ta yaptığı açıklamada hükümetinin Gazze üzerinde “tam İsrail kontrolünden taviz vermeyeceğini” ve savaşı “tam zafere” kadar sürdüreceğini söyledi.
Bölgesel istikrarsızlık
Netanyahu Tel Aviv’de bu açıklamaları yaptığında Sana’daki Yemen Parlamentosu İsrail, ABD ve İngiltere’yi terör listesine almak için oylama yaptı. Bu, ABD’nin Yemen’e yönelik saldırılarına ve küresel kuzeyin Yemen donanmasına ve sahil güvenliğine saldırma tehdidine karşı bir meydan okumaydı. Yemen’in açık sözlülüğü, İsrail’e Filistin’deki işgalini sürdürmesi için daha geniş bir alan tanıyan önceki uzlaşıya karşı daha geniş bir meydan okumanın parçasıdır.
İsrail, Irak ve Suriye’de ve elbette Lübnan’daki önemli bir siyasi parti olan Hizbullah’ın Lübnan-İsrail Mavi Hattı (birbirini tanımayan bu iki ülkenin topraklarını sınırlayan hat) boyunca İsrail güçleriyle çatışmaya girdiği Lübnan’da huzursuz unsurlarla karşı karşıya. Irak ve Suriye’de ABD üslerine küçük çaplı saldırılar oldu ve Irak başbakanı Davos’ta bir kez daha ABD güçlerinin Irak’tan tamamen çıkarılması çağrısında bulundu; bu arada İran, İsrail’in Kuzey Irak’taki casus üsleri olarak adlandırdığı yerleri vurdu.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken 11 Ocak’ta Kahire’de (Mısır) düzenlediği basın toplantısında bölgede “hiç kimsenin gerginlik görmek istemediğini” ve özellikle de Kızıldeniz’de “gerginlikten kaçınmak istediklerini” söyledi. Bunlar ABD dış politikasının ikiyüzlülüğünü gösteren ilginç ifadelerdir. İsrail’in Filistin’i işgaline askeri ve diplomatik desteği de dahil olmak üzere ABD’nin kışkırtıcı askeri varlığı olmadan bölgede “tırmanma” olmazdı. ABD’nin Orta Doğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda kontrol etme ve yönetme girişimi, 2003 yılında Irak’a karşı başlatılan ve bir dizi çatışmaya dönüşen yasadışı savaşla baltalanmıştır (2006 yılında İsrail’in Lübnan’a karşı başlattığı savaş bu bölgesel istikrarsızlaşmanın bir göstergesidir).
İsrail’in soykırıma varan savaşının boyutları Fas’tan Irak’a Arap halklarını öfkelendirmiş ve İsrail ile her türlü “normalleşme” iştahını tersine çevirmiştir. Mısır (1979) ve Ürdün (1994) tarafından imzalanan barış anlaşmaları hiçbir zaman bozulma tehlikesiyle karşı karşıya değildi ancak her iki ülkede de ortaya çıkan tutumlar nedeniyle kesinlikle tehdit altındaydılar; Mısır’ın devlet destekli protestoları (Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi tarafından itibarını güçlendirmek için kullanılıyor) ve Filistinlilerin çoğunlukta olduğu Ürdün’deki gerçekten kitlesel gösteriler bu iki ülkedeki iktidar kesimlerini sarstı.
Fas Kralı’ndan Körfez’deki Emirlere kadar bölgenin diğer yerlerindeki iktidarlara, dünyanın diğer yerlerindeki halklar gibi Arap halklarının da böylesine soykırımcı bir savaş yürüten apartheid İsrail Devleti ile “normalleşmeye” sessizce izin vermeyeceğini göstermektedir.
Bu yöneticilerin güçlü açıklamaları memnuniyetle karşılanmaktadır ancak bu açıklamalar bölge halklarının öfkesini tatmin etmemiştir. İsrail’in saldırısı karşısındaki ilk çaresizlik duyguları şimdi daha radikal taleplere dönüşmeye başladı: Birincisi, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı açtığı davaya katılmak, ikincisi İsrail’e karşı boykotu derinleştirmek ve üçüncüsü Filistinlilere maddi destek sağlamak. Bu soykırım saldırısı devam ettikçe, bu radikal talepler bölgede giderek daha yaygın hale gelecektir.
İsrail’in sorunları ve Suudi zeytin dalı
20 Ocak’ta binlerce İsrailli Netanyahu’yu protesto etmek ve seçim çağrısında bulunmak üzere Tel Aviv’in merkez meydanında toplandı. Kardeşi asker olan ve Gazze yakınlarında öldürülen Noam Alon “Hükümetin artık gitmesi gerekiyor” dedi. Bu protestolar, 2023 yılında İsrail’de sokaklarda olan ve o dönemde yüksek mahkemelerin Netanyahu’nun yürütme organına tabi kılma girişiminden korunması çağrısında bulunan insanları bir araya getirdi. “Bushah, bushah, bushah” (Utan –ÇN) diye bağıran kalabalık, öfkelerini Filistinlilere karşı yürütülen soykırım savaşına değil, doğrudan Netanyahu’ya yöneltti. Aslında birçok anket İsraillilerin Filistinlilere yönelik şiddetin ayrıntılarını okumak istemediğini ve İsrail ordusu tarafından öldürülen 25.000 Filistinlinin bireysel hikayelerini bilmek istemediğini göstermiştir.
İsrail şiddetinin ilk haftasında, İsrail’deki duyarlılık muhalefete alan bırakmadı (özellikle de İsrail’in 1948 sınırları içinde yaşayan Filistinlilerin Filistin için herhangi bir protesto yapmasına izin verilmedi, bu yasak Filistinlilerin sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklanmasını da içeriyor). İsrail Knesset’inin (parlamento) tamamı Arap olan dört eski üyesi Kasım ayında Filistin için düzenlenen bir nöbete giderken tutuklandı…
İsrail içinde protestolar, rehinelerin ailelerinin toplanmaya ve serbest bırakılmalarını talep etmeye başladığı ve İsrail içinde yapılan anketlerin Netanyahu’nun istifa etmesi gerektiğine inananların çoğunlukta olduğunu gösterdiği Kasım ayından itibaren başlamıştı. Bu ilk protestolar ve Ocak ayındaki protesto yanlış anlaşılmamalıdır. Bunlar soykırım savaşına karşı değil, İsrail içinde son derece kutuplaştırıcı bir figür olan Netanyahu’ya karşı ve Hamas’ın elindeki İsraillilerin serbest bırakılmasını sağlayacak müzakereler için yapılan protestolardır. Bu protestocuların yarasına tuz basmak için Netanyahu 21 Ocak’ta Hamas’ın rehinelerin serbest bırakılması için masaya koyduğu bir anlaşmayı reddetti. Netanyahu’nun Likud Partisi 7 Ekim’den bu yana seçmen desteğinin üçte birini kaybetti.
Bu çatlaklar, Netanyahu’nun savaş kabinesinde yer alan eski İsrail askeri şefi Gadi Eisenkot’u seçim çağrısında bulunma konusunda cesaretlendirdi. Eisenkot’un oğlu (25 yaşında) ve yeğeni (19 yaşında) Aralık ayında Gazze’de öldü. 7 Ekim’den sonra Eisenkot’un Ulusal Birlik Partisi Netanyahu’nun savaş kabinesine katılarak İsrail içinde herhangi bir muhalefet alanına kapıyı kapattı, ancak şimdi –asker ve şehit bir askerin babası olarak muazzam güvenilirliği ile- Eisenkot kendi seçim beklentileri için Netanyahu’ya karşı popüler duyguları inşa etmeye ve rehinelerin serbest bırakılması için Hamas ile müzakere alanı açmaya çalışıyor.
İsrail içinde bu zayıflıklar geliştikçe, İsrail ordusu Netanyahu’nun Hamas’a karşı “tam bir zafer” projesinin giderek daha az olası olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Ordunun 8 Ocak’tan bu yana 3. aşamaya geçmesinin nedeni budur.
Bu aşamada İsrail Silahlı Kuvvetleri (IDF), Filistinli silahlı birliklerin ciddi direnişiyle karşılaştığı Gazze’ye artık büyük birlikler göndermeyecek. Bunun yerine IDF artık “geniş çaplı manevralar yerine (Gazze’de) tek seferlik baskınlar” düzenleyeceğini açıkladı. Bu değerlendirme, Filistin direnişinin etkisi ve İsrail’in (İsrail’deki ekonomik gerilemeyi canlandırmak için ihtiyaç duyulan) askeri yedeklerinin tükenmesi nedeniyle yapılıyor. Lübnan Hizbullah’ı ile İsrail arasındaki gerilimin İsrail birliklerinin Gazze’den Mavi Hat’a doğru yavaş yavaş yeniden konuşlanmasına yol açtığı ise daha az biliniyor.
İsrail bu zayıf durumdayken Suudi Arabistan bir zeytin dalıyla ortaya çıktı. Çatışmanın ilk günlerinde, 11 Ekim’de Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’yi arayarak zaten dehşet verici olan bombardımanı görüştü. Suudi Arabistan, Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkileri zımnen normalleştirecek olan Hindistan-Ortadoğu Koridoru’nun masadan kalktığını ima eden jestler yapmaya başladı.
Ancak Davos’ta Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, ateşkes ve “bölgesel barış” karşılığında Riyad’ın İsrail ile “normalleşmeyi” düşünebileceğini söyledi. Netanyahu tarafından şimdiden burun kıvrılan böyle bir teklif İsrail’e bir çıkış yolu sağlayacaktır: Netanyahu pekala İsrail kamuoyuna dönüp Hamas’la görüştüğünü söyleyebilir, “tam zafer” zaten imkansız olduğu için çatışmayı azaltabilir ve ardından Suudi Arabistan’la “normalleşmeyi” ilan edebilir. Sanki Suudi Arabistan Filistinlilerin hayatını kurtarmak adına Filistinlileri nehrin aşağısına satmaya hazırmış gibi.
Mısır’ın desteğiyle Suudi Arabistan öncülüğünde varılacak bir anlaşma ne Filistin direnişini ne de Arap ayaklanmalarını kontrol altına alacaktır. Ocak ayı ortasında gazeteciler, Gazeteciler Sendikası ofisinin önünde planlanmamış bir gösteri düzenledi.
“Siyonistler bizi kontrol ediyor” dediler. “Korkağız, utanıyoruz, aşağılanıyoruz”. “Mısır”, dediler, “kuşatmanın ortağıdır”. Gazze ile Mısır arasındaki tel örgüde çocuklar Mısır askerlerini taciz ederek, “Mısır’ın dünyanın anası olduğunu söylüyorlar. Siz hiç çocuklarını yalnız bırakan bir anne gördünüz mü?”. Bunlar hem Cumhurbaşkanı Sisi’ye ve onun baş destekçisi Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a hem de Filistinlilere sırtlarını döndükleri takdirde ciddi siyasi bedellerle karşılaşacak olan bölgedeki diğer yöneticilere yönelik güçlü mesajlardır.