ABD, soykırımı finanse etmeye devam ederken, canavarın karnında ABD’nin İsrail’e yardımına karşı muhalefet de devam ediyor.
Brown Üniversitesi’nin Costs of War projesi tarafından yayınlanan bir rapora göre, ABD 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’e 17,9 milyar dolar askeri yardım gönderdi. Bu, İsrail’e tek bir yıl içinde verilen en büyük askeri fon miktarını oluşturuyor.
Rapor, İsrail’in önce Gazze’ye, şimdi de işgal altındaki toprakların geri kalanına ve Lübnan gibi komşu ülkelere karşı soykırımcı bir saldırı gerçekleştirdiği 7 Ekim 2023’ten 30 Eylül 2024’e kadar ABD’nin İsrail’e sağladığı askeri fonları ele alıyor.
İsrail’in soykırımı, ABD’nin finansmanı, tedariki ve siyasi desteği olmadan mümkün olamazdı. Ülkedeki insanların büyük çoğunluğu İsrail’e silah ambargosu uygulanmasını desteklerken, ABD siyasi sınıfı İsrail’e askeri yardım akışını durdurma konusunda hiçbir işaret göstermiyor.
İsrail’in Lübnan’a yönelik son saldırısı, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı ve Beyrut’taki sivilleri öldürmek için kullanılan 2,000 kiloluk sığınak bombalarını tedarik eden ABD olmadan mümkün olamazdı.
Başkan Yardımcısı Kamala Harris, “Hepimiz 7 Ekim’de yaşanan dehşetin bir daha yaşanmamasını sağlamalıyız. Hamas’ın oluşturduğu tehdidin ortadan kaldırılması, Gazze’yi bir daha asla yönetememesi, İsrail’i yok etme misyonunda başarısız olması ve Gazze halkının Hamas’ın pençesinden kurtulması için elimden gelen her şeyi yapacağım”, şeklinde geçtiğimiz günlerde bir açıklamada bulundu.
Harris, ABD’nin de çok istediğini iddia ettiği ateşkes anlaşmasında Hamas’ın baş müzakereci olmasına rağmen, ABD hükümetinin Hamas’ın bölgedeki gücünü ortadan kaldırma konusundaki kararlılığını bir kez daha taahhüt ediyor.
“İsrail’in İran’a ve Hamas gibi İran destekli teröristlere karşı kendisini savunmak için ihtiyaç duyduğu şeylere sahip olmasını her zaman sağlayacağım. İsrail’in güvenliğine olan bağlılığım sarsılmaz” diyen Harris, seçmenlerinin çoğunluğunun talep ettiği silah ambargosuna ABD’nin daha fazla yaklaşmamasını böylece güvence altına almaya çalışmaktadır.
İsrail soykırımını ya da yurtdışındaki diğer emperyalist savaşları finanse etmekte asla tereddüt etmeyen Kongre, kasırga sezonu öncesinde iflas eden afet yardım kuruluşlarına kasırga yardım fonu tahsis etmemiş ve Helene Kasırgası mağdurlarını mahsur bırakmıştır.
Öte yandan, Filistin Gençlik Hareketi aktivisti ve Amerika İletişim İşçileri Sendikası’nın lideri Taher Dahleh, 5 Ekim’de New York’ta düzenlenen Filistin yanlısı bir mitingde Peoples Dispatch’e verdiği demeçte, ABD’de silah ambargosu çağrısına öncülük eden işçi hareketinin bakış açısından, “Amerikalılar sendikalarında, ABD egemen sınıfının soykırım planlarının bize hiçbir şekilde hizmet etmediğini açıkça ortaya koydular. Ölüme giden bizim çocuklarımız, işimize, sağlığımıza, refahımıza yatırılabilecek para, Gazze’nin tamamının yok edilmesini finanse etmeye yönlendiriliyor”, diyerek ABD’nin soykırımcı yüzünü ifade etmeye çalışmıştır.
**
ABD-İsrail Orta Doğu’da silahlı çatışmayı tırmandırıyor**
15 Ekim’de ABD, sözde İran’dan gelebilecek olası bir saldırıya karşı hazırlık amacıyla İsrail’e Terminal Yüksek İrtifa Alan Savunma (THAAD) sistemleri ve 100 Amerikan askeri göndereceğini açıkladı.
ABD Başkanı Joseph Biden’ın bu hamlesi, ikiyüzlü bir şekilde “gerilimi düşürme” ya da İsrail’in Lübnan’daki saldırganlığı ve Gazze’de devam eden soykırımından kaynaklanan bölgedeki gerilimi azaltmaktan bahsettiği bir dönemde gerçekleşiyor.
ABD, İsrail’e sağladığı silahlarla Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’da giderek artan korkunç savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlara neden oldu. En son vahşetleri arasında 14 Ekim’de Gazze Şeridi’nin merkezindeki Deir al Bahar’da bir mülteci çadır kentinin bombalanması yer alıyor.
En az dört hasta, İsrail’in daha önce yakındaki bir hastaneyi bombalaması sebebiyle bölgeye nakledilen en az dört hasta, son bombalamalar sırasında diri diri yanarak öldürüldü. Saatler önce İsrail Gazze’nin kuzeyinde mültecilerin barındığı bir okulu bombalayarak 15’i çocuk 22 kişinin ölümüne neden oldu. İsrail, Jaballah’ta un yardımı için kuyruğa giren Filistinlileri bombaladı ve 10 kişiyi öldürdü.
İsrail halihazırda Gazze’de 42.603, Batı Şeria’da 700 ve Lübnan’da 2.309 kişiyi öldürmüştür. Lübnan’da işlediği en ciddi suçlardan biri 27 Eylül’de Beyrut’ta 80 evin bombalanması ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesiydi. Altı bina yıkıldı ve 33 kişi daha öldürüldü. Bombalama dalgası 400.000’i çocuk olmak üzere 1 milyon kişiyi yerinden etti. 1 Ekim’de İsrail birlikleri Lübnan’ın güney kesimini işgal etti ve burada Hizbullah savaşçılarının direnişiyle karşılaştı.
İsrail birlikleri diğerlerinin yanı sıra Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü (UNIFIL) kampına da defalarca ve kasıtlı olarak saldırdı. İsrail yasaklı misket bombaları ve beyaz fosfor kullanarak sivillere büyük ve acımasız zararlar verdi.
Bu arada Hizbullah güçleri de egemenliklerini ve halklarını savunmaya yoğunlaşmış durumda. Yüzlerce savaşçısı, İsrail’in 30 Eylül’den itibariyle Güney Lübnan’ı işgal etmek için kullandığı 70,000 İsrail askeri, tankı ve bombardıman uçaklarına karşı koyuyor.
Hizbullah ilerleyen İsrail birliklerine ve İsrail’in çeşitli bölgelerindeki askeri kamp ve mevzilere ağır kayıplar verdirdi. Filistin’deki Filistinli savaşçılar gibi Hizbullah da ABD-İsrail işgal güçlerine karşı uzun ve kanlı bir yıpratma savaşına hazırlanıyor.
Lübnan ordusunun hazırladığı bir rapora göre 1 Ekim’den bu yana ülkeye girmeye çalışan en az yedi İsrail tankı havaya uçuruldu. Elli beş İsrail askeri öldürüldü ve 500’den fazla asker yaralandı. İki Hermes 450 model insansız hava aracı da Lübnan’a doğru uçarken vuruldu.
Hizbullah, İsrail’in tamamıyla ABD tarafından finanse edilen füze savunma sistemi Demir Kubbe’yi devre dışı bırakmak için her gün ve neredeyse her saat İsrail askeri kamplarını ve mevzilerini hedef alan roket dalgaları fırlatıyor. Hizbullah’ın roketlerinin çoğu hedeflerini vurdu. 13 Ekim’de bir insansız hava aracı saldırısı Hayfa’daki bir askeri kampı başarıyla vurarak dört İsrail askerinin ölümüne ve 67’sinin yaralanmasına neden oldu.
Bu saldırılar 1 Ekim’de Tel Aviv’in merkezindeki Mossad karargahını vuran Irak füze saldırılarına benzemektedir. İsrail’in aksine Lübnan ve İran saldırılarını sadece meşru askeri hedeflere odaklıyor.
**
İsrail çoktan kaybetti***
‘İsrail’ Filistin üzerindeki askeri kontrolünü kaybetmiştir ve artık tamamen Amerika’ya bağımlıdır.
Amerika’nın desteği olmadan bir günde çökeceklerdir ve dolayısıyla bağımsız bir varlıkları da yoktur. Var olmayan bir varlık, var olmayan bir varlıktır. Artık hakkında konuşmaya bile değmez. Direniş Ekseni ‘İsrail’i çoktan yendi ve şimdi emperyalizmin son patronu Amerika ile savaşıyor.
Hasan Nasrallah, El Aksa Tufanı’ndan hemen sonra bunu belirtmiştir. O, 7 Ekim isyanının “İsrail’in zayıflığını, güçsüzlüğünü ve tüm kırılganlığını ortaya çıkardığını, bir örümcek ağından bile daha kırılgan.” Olduğunu söylemiştir. Nasrallah şöyle devam ediyor;
“ABD’nin İsrail’i desteklemek ve arkasında durmak için verdiği hızlı tepki, İsrail’in nasıl başarısız olduğunu kanıtlamıştır. Tamamen kuşatılmış bir Gazze Şeridi’ne karşı yürütülen El Aksa Tufanı Operasyonu’nun ilk günlerinden itibaren İsrail hükümeti, askeri ve psikolojik destek için Akdeniz’e açılacak ABD filolarına şiddetle ihtiyaç duymuştur. Filonuz nerede? Savaş uçaklarınız nerede? Bölgenin en güçlüsü olan İsrail’in yenilmez ordusu nerede? Bütün bunlar nerede?
İsrail ilk günden itibaren on milyar dolar talep etti. İddia edildiği gibi güçlü bir devlet, yenilmez bir ordu mu? Bu denli ABD ve Batı desteğine ihtiyaç duyan bir devlet mi?
7 Ekim’den önce ‘İsrail’ sadece kendini savunmakla kalmayıp bölgedeki herkesi rahatsız edebilen gerçek bir ülke gibi davranabiliyordu. Şimdi ise terörist saldırılar ve suikastlar düzenlemeye indirgenmiş durumda. ‘İsrail’ sadece Amerikan uçaklarından Amerikan bombaları atabilir ve kaçıp Amerika’nın eteğinin altına saklanabilir.
Bir ‘İsrailli’ hava kuvvetleri yetkilisinin ‘İsrailli’ haber ajansına söylediği gibi, “Amerikalılar İsrail Savunma Kuvvetleri’ne, özellikle de hava kuvvetlerine silah sağlamasaydı, İsrail savaşını birkaç aydan fazla sürdürmekte zorlanırdı.”
Haaretz (haber ajansı) hala bir Nazi paçavrasıdır ve zamanımızın Nazilerine karşı aşırı cömerttir. ‘İsrail’ Amerika olmadan birkaç günden fazla dayanamazdı, bırakın ayları. Ama o zaman şu soru akla geliyor: ‘İsrail’ hiç hayatta kaldı mı? Eğer ‘İsrail’ Amerika olmadan var olamıyorsa, mantıken Amerika’nın içinde var olamaz mı?
ABD’nin müttefik olarak adlandırdığı tüm ülkeler aslında sadece birer tebaadır. Emperyalizm gerçek olmayan ülkelerle dolu; Ukrayna, İsrail ve Tayvan, Amerikan çıkarları için kurban edilmeden önce boy gösteren gerçek dışı ülkelerdir. Amerika kendi gayri resmi ilişkisini tanımıyor bile, Amerika Ukrayna’yı NATO’ya almıyor, İsrail ile hiçbir ittifak anlaşması yok ve Tayvan’ı bir ülke olarak kabul etmiyor.
Bu zavallı yapılar kendilerini değerli görüyor oysa gerçekte sadece katliam için besleniyorlar. Bu ‘ulusların’ hepsi Amerikan askeri sanayi yapılanması için para aklama projeleridir. Bu ülkelerin komşularını kışkırtmakta doğal bir çıkarları yoktur. Onlar aracılığıyla hareket eden ve onları yapay varlıklar olarak destekleyen ABD’nin ta kendisidir.
Mao’nun 1965’te söylediği gibi, “Emperyalizm Çin’den ve Araplardan korkuyor. İsrail ve Formosa (Tayvan) emperyalizmin Asya’daki üsleridir. Siz büyük kıtanın kapısısınız, biz ise arka tarafıyız. İsrail’i sizin için, Tayvan’ı da bizim için yarattılar. Amaçları aynıdır.”
Bu listeye 2014’te darbe yapılan ve şimdi Amerikan çıkarları için perişan edilen Ukrayna’yı da ekleyin. Bu piyon devletler arasında ‘İsrail’ en gerçek dışı olanıdır.
Bugün ‘İsrail’, havadan sürekli silah sevkiyatı, ABD ve İngiliz birliklerinin doğrudan katılımı ve ABD kredileri olmasaydı, var olamazdı. Bu size bağımsız bir ülke gibi geliyor mu? Kulağa Vietnam ya da Afganistan’daki kukla hükümetler gibi geliyor; bunlar sadece çıplak emperyal gücün üzerindeki incir yapraklarıydı ve çok geçmeden tarihi rüzgarlar tarafından uçuruldular. ‘İsrail’ gerçekten bir örümcek ağı kadar zayıftır, bağımsızlığına dair tüm yanılsamalar El Aksa Tufanı’nda uçup gitmiştir.
Direniş Ekseni’nin birleşik güçleri ‘İsrail’i çoktan mağlup etmiştir. Soykırım ve suikastlar askeri zaferler değildir. Askeri zaferler konusunda İsrail’in hiçbir zaferi yoktur. Hamas onları Gazze’de askeri olarak mağlup etti (bir gerilla ordusu kaybetmeyerek kazanır), Hizbullah kuzeydeki yerleşim yerlerini sömürgesizleştirdi ve Yemen güneye denizden erişimi kesti.
Füze kalkanlarının etkisiz kalmasıyla İsrail liderliği, sınırlı miktarda kritik altyapıya sahip küçük ve izole bir ülkeyi yönettikleri gerçeğiyle yüzleşiyor.
Aslında ‘İsrail liderliği’ diye bir şey yoktur, ‘İsrail’ sadece Amerika’nın istediği kadar başına buyruktur, kuyruğunu ABD istediği kadar sallar. Amerika ‘İsrail’i yönetiyor ve direniş şu anda onunla savaşıyor. Son patron. ‘İsrail’ çoktan kaybetti.
* Peoples Dispatch
** Ang Bayan
*** Indi.ca