TC’nin 24 Ağustos günü “Fırat Kalkanı” adını verdiği bir operasyonla Suriye topraklarını işgali gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Bazı muhalif, ilerici, demokrat ve yurtsever yayın organı ve TV’ler dışında söz birliği eden neredeyse tüm egemen sınıf basını operasyonun büyük bir başarı ile sürdüğünü duyuruyor.
TC’nin Cerablus’a yönelik söz konusu operasyonla uzun süredir büyük bir iştahla hazırladığı planlarını yaşama geçirmeye başladığına inandığı anlaşılıyor. Şimdiye kadar durumun esas olarak TC’nin istediği yönde geliştiği de söylenebilir. TC, kısa sürede bir oldu-bitti ile Cerablus’u “ele geçirerek”, Suriye topraklarına DAİŞ’e karşı mücadele adı altında girmiş ve desteklediği, besleyip, büyüttüğü ÖSO çetelerinin arkasını tutarak söz konusu grupların Suriye Demokratik Güçlerinin(SGD) elinde bulunan bölgelere doğru ilerlemesini sağlıyor. Ne var ki gidişatın böyle devam etmeyeceği ve TC’nin Suriye topraklarında ilerlemesi ve bu sırada yaptığı açıklamalarla gerçek niyetini ortaya koydukça işlerin sarpa sarması da çok uzak bir ihtimal gibi durmuyor.
R.T. Erdoğan’ın son olarak 29 Ağustos’taki “Operasyonlar YPG tehdit olmaktan çıkana kadar sürecek” açıklamasıyla, baştan itibaren aslında YPG’yi hedefine koyduğunu açık etmesi TC’nin boyundan büyük işlere kalkışmaya çalıştığını ve son hızla büyük bir karmaşa ve kaosun içine sürüklendiğini gösteriyor.
Hele de uluslararası kamuoyunda DAİŞ’e karşı savaş söylemi ile bir meşruluk sağlamaya çalışan TC’nin işgal ettiği bölgelerdeki tutumu dikkat çekici. TC, DAİŞ’in Dîlok’un karşısındaki Cerablus’un batısında El Rai yakınlarına kadar aynı şekilde Kilis’in karşısında El Rai’nin batısında Türkiye sınırlarına birkaç kilometre uzaktan aşağıya doğru El Bab’a kadar uzanan bölgeyi de elinde tutmasına rağmen bu bölgelere dokunmadan YPG ve SGD güçlerinin bulunduğu bölgelere doğru ilerliyor. Gelinen aşamada YPG/SDG Secur nehrine çekilmiş durumda.
TC’nin ilerleyişinin devam etmesi durumunda bu bölgede şiddetli çatışmaların yaşanması kaçınılmaz görünüyor. Böyle bir ihtimal TC’nin üzerinde yükseldiği zemini de aynı zamanda yok etmesi anlamına gelecektir. 15 Temmuz darbe girişimini engelleyerek içerde gücünü pekiştiren ve CHP ve MHP ile kurduğu mutabakatla da bu gücü pekiştiren AKP, öyle anlaşılıyor ki bu pozisyonun nimetlerinden son sınıra kadar faydalanmaya çalışacak.
Kürt ulusal sorununda yeni konsept
Suriye’de 2011’den itibaren Rojava Kürtlerinin her kazanımına düşmanca tutum alan ve söz konusu kazanımları gasp etmek, yok etmek için çetelerle her türlü ilişkiyi geliştirmekten çekinmeyen TC’nin “Fırat Kalkanı” operasyonunun gerçek niyeti de YPG/PYD’nin bölgede giderek büyüyen etkisini sınırlandırmak, kontrol altında tutmak ve yok etmek. Zaten Erdoğan da bu gerçeği özellikle de iç kamuoyunda açıklamaktan çekinmiyor. TC/AKP’nin 15 Temmuzla birlikte arkasına aldığı rüzgâr ve kitle desteği ile içeride ve dışarıda Kürt sorununda yeni bir konsepti yaşama geçirmeye çalışacağı anlaşılıyor. Dışarıda Suriye topraklarını işgal ederek Rojava kantonlarının birleşmesine mani olmak adına doğrudan askerini ileri süren TC, içeride de Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi derinleştirmeyi; özgür basın üzerindeki baskılar, yoğun gözaltı ve tutuklamalar ve buna paralel belediyelere kayyum atanması vb. saldırıların dozajını OHAL altında yükseltmeyi planlıyor.
Bu açıdan TC’nin Suriye topraklarına yönelik işgal hamlesini, Kürt sorununu merkezine alan bütünlüklü bir saldırı planının ayaklarından biri olarak görmek yanlış olmaz.
Planların özellikle Suriye ayağında TC’nin hesaplarının tutması ise zor gözüküyor.
Zira daha işgalin üzerinden birkaç gün geçmeden TC’nin yaptığı açıklamaları ve tutumu karşısında ABD emperyalizminden gelen demeçler, söz konusu harekâttan her gücün farklı beklentiler içinde olduğunu gösteriyor. ABD emperyalizminin bölgede giderek gelişen PYD/YPG etkisini sınırlandırmak ve kazanımlarını törpülemek aynı zamanda bir denge kurmak amacıyla TC’nin operasyonuna üstü örtülü bir şekilde evet dediği ya da sessiz kaldığını paranteze almadan geçmeyelim. Bu denge kurma politikasında TC’nin ise sınırlarını zorladığı anlaşılıyor.
Sözgelimi TC’nin doğrudan SGD güçleriyle bir çatışması, ABD’nin denge yaklaşımı ve SGD ile ilişkilerinde olumsuz sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Pentagon Sözcüsü Peter Cook’un “Türk silahlı kuvvetleri, bazı muhalif gruplar ile Suriye Demokratik Güçleri arasındaki çatışmaları izliyoruz. Şunu açıkça ifade edebilirim ki bu çatışmaları kabul edilemez buluyoruz.” sözleri bu kaygının bir yansıması olarakta okunabilir. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter’ın, “Türkiye’den IŞİD’le savaşa odaklanmasını ve SDG’yle sıcak bir temasa girmemesini istedik” demeçleri de bu rahatsızlığın bir başka dile gelişi. Diğer yandan ABD’de ilk günlerde değişik ağızlardan, TC’nin Cerablus işgaline yönelik farklı açıklamaları da bu konuda içerde tartışmaların yaşandığını da gösteriyor.
TC YPG’nin ilerleyişini engellemeye çalışıyor
TC anlaşılan o ki ilerleyebildiği oranda Suriye’de derinlere doğru gitmek niyetinde. TC’nin tampon bölge planı da bunun üzerine oturuyor. Ancak ele geçirilecek bölgenin ÖSO güçleri tarafından tutulması zor bir ihtimal. Bunun sağlanması için TC’nin burada kalıcı olması gerekiyor. Böyle bir durum işgalin sürekliliği anlamına gelecek ve TC’nin başını daha fazla ağrıtacaktır. TC bir yandan Suriye ordusunun diğer yandan YPG’nin ilerleyişi ile ikmal yolları kesilen ve ciddi anlamda sıkışan çetelere nefes aldırmayı ve cephe gerisini tutmayı amaçlamkta, esas olarak da Cerablus’un güvenliğini ilk elden kendisi alarak YPG’nin ilerleyişini ÖSO ve DAİŞ eliyle kesmeyi hedeflemektedir.
Bu denklem içinde YPG’nin tutumu da önemli bir yerde duruyor. Şu ana kadar YPG’nin Cerablus Askeri Meclisi’nin işgale karşı verdiği direnişi örgütlediği, devamında Secur nehrine çekildiği, mevcut kazanımları korumaya odaklandığı anlaşılıyor. Ne var ki TC’nin Rojava kantonlarına yönelik saldırısının devam etmesi durumunda buna uzun süre sessiz kalmayacağı da bir gerçek. KCK yönetiminden de buna ilişkin çok sayıda uyarı yapılıyor. Yurtsever hareket, Kürtler açısından tarihi önemdeki söz konusu kazanımları korumakta kararlı. Kürt sorununda bugün “sınırın” diğer yakasında yaşanan gerilimin kısa sürede “içerdeki” ile birleşerek daha büyük bir çatışma sürecine evrilmesi uzak ihtimal değil!