Suriye’de çatışan tarafları aynı masa etrafında toplayarak “siyasi bir çözüm” bulmak iddiasıyla başlayan ve üçüncüsü düzenlenen Cenevre görüşmeleri 30 Ocak’ta başladı.
Neredeyse başlamadan bitmiş sayılabilecek görüşmeler, zevahiri kurtarmak adına masada sadece Esad rejimi olmasına rağmen başladı. Esad rejimi, Suriye muhalefeti adı verilen cihatçı çeteler ile “ılımlı” diye tarif edilen aynı çizgideki oluşumlarla aynı masada oturmayacağını ilan ederken karşı cephe, Suriye hükümetinden, tutukluların salıverilmesi, kuşatmaların kaldırılması gibi adımların atılması gerektiği şartını öne sürdü.
Görüşmelerin başlamasından sonra, Suudi Arabistan destekli ve IŞİD, El Nusra, Ahrar-ur Şam gibi cihatçı çeteler dışında kalan ancak benzer bir çizgideki ılımlı muhalefeti temsil eden Yüksek Müzakere Komisyonu, Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura ile görüşebileceklerini duyurdu.
Bu açıklamayla Cenevre III’ün itibari şimdilik kurtarılmış gibi görünse de genel kanı görüşmelerden dikkate alınır bir sonucun çıkmayacağı yönünde. Bunun başlıca nedenlerinden biri PYD’nin Cenevre görüşmelerine çağrılmaması.
BM’nin bu tutumu üzerine Suriye Demokratik Meclisi Eşbaşkanları olarak Kürt kanadından TEV-DEM Yönetim Kurulu üyesi İlham Ahmed ile Arap muhalefetin temsilcilerinden Heysem Menna’ya “PYD davet edilmediği sürece biz de Cenevre’ye gitmeyeceğiz” restini çekti.
Diğer yandan BM özel temsilcisi Mistura’nın PYD ile yaptığı gizli toplantıda, görüşmelerin ikinci etabına katılacağı sözünü verdiği basına yansıdı. Söz konusu görüşmede, PYD’nin toplantıya çağrılmasını istemeyenin sadece TC değil, Rusya ve ABD olduğunu da dile getirilmiş.
Öyle anlaşılıyor ki PYD’nin masaya çağrılması ve uluslararası bir muhatap olarak kabul edilmesi konusunda gerek ABD gerekse de Rusya tarafından bir blokaj var. Bu durum ABD ile Rusya’nın Suriye’nin geleceği konusunda en son Viyana’da genel çerçevesi çizilen mutabakata son hali vermediğini ve pazarlıkların devam ettiğini gösteriyor.
Bir taraftan ABD diğer yandan Rusya gelinen aşamada Suriye Kürdistanı’ndaki en örgütlü yapı olan PYD ile çeşitli görüşmeler yapıyor ve yardım gönderiyor. Ortaya çıkan tablo, bu iki emperyalist gücün PYD başlığında ikiyüzlü bir tutum sergilediğini ve sürece kendi çıkarları ekseninde yön vermeye çalıştığını gösteriyor.
Suriye’de değişen dengeler
Gelinen aşamada Rusya’nın 30 Eylül 2015’ten bu yana Suriye’ye yönelik açık askeri müdahalesiyle tablo ciddi biçimde değişti. Rusya’nın Suriye’de savaşın açıktan bir tarafı olmasıyla birlikte Esad rejimi 2015 başından itibaren kontrolünü kaybettiği toprağın, yüzde 18 oranındaki bir bölümünü geri almış durumda.
Suriye’de bugün, Arap halkının yüzde 75’i, rejimin elindeki topraklarda yaşıyor. Rojava’da da Suriye nüfusunun yüzde 10 dolayındaki bölümü yaşıyor. TC’nin artık desteği herkesçe malum olan cihatçı çetelerin elinde geniş bir alan var ancak bu bölgelerde nüfus son derece az ve dağınık. Toplam nüfusa kıyaslandığında yüzde 5-10 arası bir rakamdan söz etmek mümkün.
Bu tablo tüm yatırımlarını başından itibaren Esad’ın gitmesi üzerine yapan ve bunun içinde cihatçı çetelere her türlü olanağı gerek doğrudan gerekse de işbirlikçi, uşakları, taşeronları aracılığıyla vermekten çekinmeyen ABD açısından yeni bir durum anlamına geliyor. IŞİD’i bombaladığını ilan ederek görüntüyü kurtarmaya çalışan ABD emperyalizminin yalanları Rusya’nın Suriye’ye yönelik etkili müdahalesiyle ortaya çıkmış oldu. Viyana toplantısı, Esad’ın cihatçı çeteler eliyle koltuğundan edilemeyeceği konusunda ABD’nin bir kabulüne şahitlik etmişti. Ancak söz konusu emperyalist emeller olduğundan ABD’nin umudu hiç bitmiyor.
Özetle, Suriye sahasında gerçek oyun kurucuların ABD ve Rus emperyalistleri olduğu ortada. Bu iki güç Suriye halkının geleceğini kendi hegemonyaları ve çıkarlarına hizmet edecek bir şekilde tesis etmek istiyor. Bunu yaparken Suriye halkının ne kadar zarar göreceğini, kaç insanın öleceğini veyahut bölgenin yerle bir olmasının bir önemi yoktur.
TC’nin renkten renge giren kırmızı çizgileri
Bu durum, yürüttüğü diplomasi ve boykot çıkışı ile PYD’nin Cenevre’ye katılmasını engellediğini zanneden TC’nin kendini fena halde aldattığını gösteriyor.
TC, Ortadoğu politikası sarpa sardıkça kırmızı çizgi sıfatıyla duyurulan tehdit ve şantajların ivmesi de yükseliyor. Hele de söz konusu Kürtler olunca kırmızı çizgiler kalınlaşıyor. TC, Suriye politikasını, 2012 yılında Rojava’da Suriyeli Kürtlerin özerklik ilanlarından bu yana Kürtlerin kazanımlarının yok edilmesi üzerine inşa etti. Dışişleri ve MİT aracılığıyla TC, Ankara ve İstanbul’da birkaç kez görüştüğü PYD’nin önüne iki seçenek koydu: “Rejimle ilişkileri kes ve muhalif cephede savaşa katıl.”
Oysa Kürtler bu dayatmaları elinin tersiyle itip kendi gelecekleri için savaşmaya karar vererek silaha sarıldı. Böylece IŞİD başta olmak üzere cihatçı çetelere karşı verdikleri mücadele ve sergiledikleri direnişle Ortadoğu ve dünya kamuoyunda haklı bir prestij kazandılar.
Rojava’da, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın desteklediği cihatçı çeteler; Ermeni, Süryani ve Ezidilere; Alevilere ve kendileri gibi düşünmeyen tüm inanç ve milliyetlere yönelik baskı, şiddet ve katliamlarla bir ortaçağ karanlığı vaad ederken Rojava’da farklı milliyet, inanç ve kimliklerin bir arada yaşayabileceği demokratik özerk bir model geliştirildi.
Sürecin gidişatı, TC’nin “Esad’la olmaz” politikasının bir travmaya dönüştüğü ve suya gömüldüğünü gösteriyor. Ne var ki TC, Suriye’de hala güçlü ve belirleyici bir pozisyonda olduğunu zannediyor.
TC’nin kırmızı çizgileri bir bir buhar oluyor. Önce “YPG, IŞİD’den daha tehlikelidir, silah verilemez” dedi, buna rağmen ABD’den YPG’ye silah yardımı yapıldı. Akabinde Tel Abyad IŞİD’den temizlenip sıra Cerablus’a geldiğinde “YPG Fırat’ın batısına geçemez” diye tutturdu. Ne var ki YPG’nin Teşrin barajına yönelik kuşatması ve operasyonuyla bu kırmızı çizgi de yerle bir oldu. TC’nin şimdiki kırmızı çizgisi ise Azez-Cerablus’un YPG’nin kontrolüne geçmesi. TC’nin bu uğurda şimdiden bölgede bulunan çetelerle hazırlıklar yaptığı, olası bir YPG operasyonuna karşı çetelere destek vermek amacıyla çeşitli önlemler aldığı biliniyor. 2012’den bu yana yaşananlar TC’nin tüm engelleme ve saldırılarına karşın Rojava Kürtlerinin demokratik temelde kendi kurumlarını inşa etmede emin adımlarla yol aldığını gösteriyor. TC ise kırmızı çizgileriyle boşa mazot yakıp patinaj yapıyor.