Gündelik Yaşamda Devrimciliğin Yeniden ve Yeniden Üretimi Üzerine
“‘Devrimci’ tumturaklı sözlere karşı Lenin genellikle basit ve her günlük görevleri ileri sürerdi ve böylelikle ‘devrimci’ proje kotarıcılığın gerçek Leninizmin ruhuna ve hem de lafzına ters düştüğünü vurgulardı.” (Stalin, Eserler, İnter Yay., Cilt 6, s. 176).
Faaliyetçilerimizin yaşam tarzının daha köklü bir değişime uğraması önemli bir noktadır. Bir yanımızla örgütlü yaşıyoruz öte taraftan örgütlü bir yaşamın gereklerini kavrayamıyoruz. Bir yandan örgütleniyoruz ama öte yandan küçük burjuva yaşam tarzımızla da köklü bir kopuşu sergileyemiyoruz.
Bir açıdan bakıldığında pratik birçok görevi yapıyoruz, büyük küçük demeden birçok iş hallediyoruz, farklı bir açıdan görev ve sorumluluklarımızın bütününü kavramıyoruz.
Komünist ideolojinin, gündelik yaşamda tekrar üretilmesi meselesi üzerinde önemli bir şekilde durmamız gerekiyor. Aklı işinde olmayanın ideolojik netliğinden bahsetmek mümkün değildir. Görev ve sorumlulukların kavranış düzeyi, ideolojik netliğimizin ve devrimci coşkumuzun düzeyini belirler. Misyonunu kavrayamayan bir faaliyetçinin yaşam tarzı da daha küçük burjuva özellikler taşıyacaktır. Ama burada neşteri misyonunu kavramamaya vurmanın bir faydası olmayacağını belirtelim.
Çünkü misyonunu kavramak dediğimiz şeyin yaşamda karşımıza çıkan sorunların çözümü, kolektifin verdiği görev ve sorumlulukların yaşam bulması olduğunun altını çizelim. Öyleyse misyonunu kavramak dediğimizde sabit bir şeyden değil, zamana ve sürece göre değişen bir şeyden bahsediyoruz.
Öyleyse ideolojik netliği ve misyonunu kavramayı teorik düzlemden militanlarımızın yaşam düzeyine indirgediğimizde durum daha da netleşmiş olur. En azından şu anki tablonun bir tesadüf olmadığını görürüz.
Peki faaliyetçilerimizin yaşamını incelediğimizde neyi görüyoruz? Sadece pratik işlerin kotarılmaya çalışıldığı bir düzeyde devrimcilik görüyoruz. Böylesi bir devrimciliğin geri düzeyde bir bilinç yaratması sürpriz değildir. Dahası kendine güvensizliği beslemesi ve devrimci coşkuyu öldürmesi anlamında bir sonuç vermesi de tamamen mantıklıdır. Plansız, günübirlik bir yaşam, ciddi yetmezler oluşturacaktır.
Devrimci bir yaşam tarzı devrimci bir düşünce tarzını meydana getirecektir. Bu da faaliyetçilerimizin misyonunu kavrama konusunu gündeme getiriyor. Bu da en nihayetinde görev ve sorumlulukların yaşama geçirilmesi meselesini gündeme getiriyor. Görev ve sorumluluklarımızın ne kadarını yaşama geçiriyoruz, dahası yaşama geçirirken ne kadar yoğunlaşıyoruz.
Görev ve sorumluluklarımızı rutin bir şekilde, üstüne yoğunlaşmadan yaşama geçirdiğimizde ileri hamle yapmamız mümkün değildir.
“Alancılık ve Adamcılık”
Ortak bir kültür yaratmak, faaliyetimizin en önemli halkalarından birisidir. Aynı tepkileri veren, aynı hedefe kilitlenmiş, uyumlu çalışan alan ve komiteler olmaksızın başarıya ulaşmamız mümkün değildir. Mevcut gerçekliğimizde bu konuda da önemli zaafiyetler olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Faaliyetlerin birbirinden kopuk bir çalışma tarzına sahip olması, beraberinde yabancılaşmayı da getirmiştir. Bu yabancılaşma, aynı şemsiye altında toplanmış bizler için anlaşılamayacak bir durumdur. Ancak yabancılaşmanın geriye doğru giden serüveni, bu konunun kemikleşmesini de beraberinde getirmiştir. Hatta bu yabancılaşma öyle noktalara varmıştır ki yabancılaşmayla beraber gelen tepkisellik örnekleri yaşanmaktadır. Kendinden çok başkaları ile uğraşan, kitleleri örgütlemekten çok dedikodu yapmakla meşgul, habire kıyasıya bir başkasını mahkûm eden, eksiklikleri eleştirinin değil mahkûmiyetin ve dedikodunun konusu haline getiren bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
Bu özel subjektivizmi irdelediğimizde sınıf mücadelesine genel perspektiften bakamama durumuyla karşılaşmaktayız. Bu pasif düşmanlığın alanlar arasında alanları savunma, alanların içerisinde ise “adam”ları savunma-tutma üzerine kurulu olması, klasik alancılık-adamcılık hastalığının en doğal sonucudur.
Aslında sorun bellidir. Keza çözüm de ortadadır. Ortak bir kültür yaratmak için genelden-politikadan-güncel olandan bakabilmek, ortak düşman algısını oluşturabilmek önemli bir gereklilik olarak karşımızda durmaktadır. Alancılık, subjektivizmin sonucudur ve çok bilindik bir küçük-burjuva zaaftır. Bu anlamıyla bu sorunu çözmek bizlerin elindedir.
Yazı boyunca temel bazı alanlardan hareketle çalışma tarzımıza eğilmeye çalıştık. Sorunlarımıza sadece sorunlarımızı çözmek amacıyla yaklaşarak çözemeyeceğimiz açıktır. Pratik faaliyetin içerisinde sorunlarımıza eğilmemiz gerekmektedir ve bu konuda ne kadar çabalı ve de ne kadar sabırlı olursak o derecede başarılı olacağımız da açıktır. Daha işimizin çok olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Ancak sorunun çözümü bizdedir.
Tüm bu çerçeve içerisinde en büyük silahımız, sahip olduğumuz doğru ideoloji ve deneyimimizdir. Aşkın Günel yoldaşın üyelik başvurusunda ifade ettiği şu düşünceler yolumuzu çizmektedir; “Yıllardır mücadelenin içindeyim. İlk önce kıyısından köşesinden, sonrasında biraz daha ortalara doğru girerek ve sonrasında bu sorunlar bizim, biz çözeceğiz diyerek partinin, sorunlarının olumlu ve olumsuz yanlarıyla içine girmek. Partinin, mücadelenin sorunlarını paylaşmak istiyorum. Dışarıdan partiyi eleştirmek işin kaçamak ve kolay olan yanı. İçine girmekse sorumluluk üstlenmekle, kendini yetiştirmeyle mümkün.”
Bu düşünceler genç bir yoldaşın, henüz 20 yaşında olan bir komünistin, özellikle halk geçliğine çağrısı ve aynı zamanda vasiyeti olarak algılanmalıdır. (Bitti)