TC devleti, R. T. Erdoğan ve AKP önderliğinde “yeniden seçim” çalışmalarını tüm hızıyla sürdürüyor. Seçim çalışmasının hedefinde Kürt halkı, HDP ve devrimci ve demokratik güçler vardır. Bilineceği üzere Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan ve AKP, 7 Haziran seçimlerinde tek başına hükümet kurma yeter sayısına ulaşamayınca, “yeniden seçim” kararı aldılar. Bu kararın hemen ardından da, tek başına hükümet kuramamanın en büyük nedeni olarak gördükleri Kürt Hareketine ve onun legal siyaset yapan partisi HDP’ye yönelik saldırı konseptini devreye soktular. Denilebilir ki, R. T. Erdoğan ve AKP, kendilerine oy getirir hesabıyla soyundukları Kürt sorununda çözüm yalanından dönüş yapmış ve özlerine dönmüşlerdir. Amaçlanan, 1 Kasım seçimlerinde her türlü yol ve yöntemi devreye sokarak HDP’yi baraj altında bırakmaktır.
R. T. Erdoğan ve AKP bu hamlelerinde hiç de zorlanmamışlardır. Çünkü TC devletinin fıtratında halk düşmanlığı vardır. 7 Haziran seçimlerinden önce “milli irade” lafını dillerinden düşürmeyenler, seçim sonuçlarının ortaya koyduğu “milli iradeyi” yok saymışlar ve yeniden kendi “milli iradelerini” hayata geçirmek için, halka saldırı konseptini devreye sokmuşlardır. Kobanê ve Suruç Katliamı ardından yürürlüğe konulan savaş konsepti ile faşizm, T. Kürdistanı’nda yüzlerce bölgeyi “Özel Güvenlik Bölgesi” ilan etti. Faşist saldırılar sonucunda yüzden fazla insan katledildi, binlerce kişi gözaltı ve tutuklama saldırısına uğradı.
TC devleti, Kürt Ulusal Hareketi karşısında askeri üstünlüğünü sağlayamadığı ve hatta son süreçte yaşadığı askeri kayıplar nedeniyle, bölgede iniyasitifini kaybettiği içindir ki, her zaman yaptığını yapmış, kara propaganda eşliğinde saldırılarının dozajını daha da artırmıştır. Devlet en iyi bildiği şeyi yapmakta ve kontrgerilla taktiklerini devreye sokmaktadır. Yaşanan faşist saldırganlığın 6-7 Eylül 1955 Pogromu’na denk gelmesi bir tesadüf değil, elbette “devlette devamlılığın” bir göstergesidir. 6-7 Eylül Pogromu’nun olduğu sırada Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül Pogromu hakkında “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” demesinde olduğu gibi; son yaşanan faşist saldırganlıkta devletin doğrudan rolü olduğu kuşku götürmezdir. “Osmanlı Ocakları” adı verilen örgütlenme, bu saldırılarda başrol oynamıştır. Bu açıdan son yaşananlar öyle iddia edildiği gibi “Kürt-Türk” savaşı veya çatışması değil, “terörle mücadele” hiç değil, devlet terörünün kontrgerilla ve bindirilmiş kıtalarla desteklenen sivil görünümlü biçimidir ki, faşizmin has temsilcilerinden MHP dahi bu oyunun farkına varmıştır.
Faşizm sokakta çakallarını harekete geçirip başta HDP binaları olmak üzere, Kürt halkına ait işyerlerine, Kürt mevsimlik işçilerine linç saldırıları gündeme getirildi. Aralarında genel merkez de olmak üzere 400 civarında HDP binası saldırıya maruz kaldı. Onlarca Kürt yurtseveri, devrimci ve demokrat tutuklandı. Sokakta sırf Kürtçe konuştuğu için bir genç öldürüldü. İbrahim Çay adındaki bir Kürt, Peşmerge kıyafeti giyip sosyal paylaşım sitesinde paylaştığı için Muğla’da ırkçı saldırıya uğradı ve zorla Atatürk büstü öptürüldükten sonra linç edilmek istendi. Bu saldırıda Jandarma Karakol Komutanı’nın rolü olduğunun ortaya çıkması, düzenlenen saldırıların doğrudan devlet organizasyonu olduğunun kanıtı olarak da görülmelidir.
Devletin uygulamaya koyduğu saldırı konseptinde son olarak ön plana çıkan ise Kürt halkının özyönetimini ilan ettiği bölgeler oldu. Cizre, bu saldırganlığın en son ve en kanlı örneğiydi. Cizre’de faşizmin uyguladığı abluka ve uygulamaya koyduğu sokağa çıkma yasağıyla birlikte, başta keskin nişancılar olmak üzere polisin saldırıları sonucunda, son açıklanan rakamlara göre 23 sivilin öldüğü ifade edilmektedir. Tam bir faşist saldırganlık ve katliam söz konusudur. Tüm bunlar yaşanırken bu ülkenin başbakanı “sivil ölümlerin olmadığı” yönlü açıklama yapabilmekte ve hatta son yapılan anketlerde oylarının artırdığını dahi söyleyebilmektedir.
Hatırlatmak gerekir ki; devletin Cizre’ye yönelik bu abluka ve saldırganlığı sadece Cizre’ye özgü değildir. Kürt Ulusal Hareketi’nin güçlü olduğu bütün kasaba ve şehirler bu türden faşist abluka ve saldırı tehdidi altındadır. Son yapılan Milli Güvenlik Toplantısı’nda alınan kararlar hayata geçirilmektedir. Dolayısıyla denilebilir ki, bu saldırılar artarak devam edecektir. Faşizm “yeniden seçim” çalışmasını, “terörle mücadele” adı altında, başta askeri saldırılar olmak üzere her türlü yol ve yöntemi kullanarak devam ettirecektir.
Yaşanan saldırılar sonucunda kimi kendinden menkul burjuva “liberal aydın”lar bile Almanya örneğini vererek faşizm tahlillerinde bulunmaya başladılar. Bir kısım çevre ise zaten Gezi İsyanı’ndan beridir “AK faşizm” kavramını kullanıyorlardı. Bu tür değerlendirmeler Türk devlet gerçekliğinin tarihsel sürecinden uzaktır ve bilimsel değildir. Türkiye’de faşizm yeni bir olgu değildir. AKP ile hiç başlamamıştır. TC devleti, kurulduğu andan itibaren faşizmle yönetilmektedir. Son yaşanan faşist saldırganlık faşizmin kendini başta Kürt halkı olmak üzere, devrimci, demokrat ve yurtseverler nezdinde yeniden temize çekmesi anlamına gelmektedir.
Sokakları çakallara bırakmayacağız!
Yaşanan faşist saldırganlığın hedefinde sadece Kürt ulusu yoktur. Kürt ulusuyla dayanışma içinde olan bütün güçler vardır. Çünkü faşizm kendisinden olmayan, kendisine biat etmeyen herkese düşmandır. Bu açıdan her alanda Kürt ulusuyla dayanışmak, faşist saldırganlığa karşı durmak her zamankinden daha fazla gerekli olduğu kadar, kendi varlığına kasteden düşmana karşı durmak anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle bugün Kürt ulusunun yanında olmamak demek, yarın sıranın kendisine geleceğini görememektir. Kaldı ki günümüz Türkiye’sinde devrimciliğin, demokratlığın en temel kriterlerinden biri Kürt ulusuyla dayanışmaktır. Başta Kürt ulusunun Özgürce Ayrılma Hakkı’nın tavizsiz biçimde savunulması olmak üzere, ona yönelen faşist saldırganlığın her türlüsüne karşı durmak devrimciliğin gereğidir.
Faşizm dağları kaybetmiştir. Şimdi de şehirleri, sokakları kaybetme korkusunu yaşamaktadır. Onun sokakları kaybetme korkusu, Gezi İsyanı’yla başlamış, Kobanê Serhildanı’yla daha da artmıştır. Bunun için Kürt halkının kendi kendisini yönetme isteğinin somut örneklerinden biri olan özyönetim pratiklerine saldırmaktadır. Bu faşist saldırganlığın sadece T. Kürdistanı’na yönelik olduğu yanılgısı içine de düşülmemelidir. Bu kafa yarın, terör bahanesiyle, Gezi’den sonra ortaya çıkan “forum”lara, “dayanışmalara” da saldıracaktır. Çünkü buralarda devlet yoktur, halkın iradesi vardır. Bu nedenle bu örgütlenmeler faşizm için her daim potansiyel tehdit, ezilmesi gereken nifak tohumlarıdır!
Bu açıdan Gezi İsyanı’yla Kobanê Serhildanı’nın birlikte hareket etmesi, sıradan ve naif bir istek değil, Türkiye halkının geleceği açısından zorunluluktur. Türkiye koşullarında demokrasi ve barış ancak ve ancak faşizmin yerle bir edilmesiyle gerçekleşebilecektir. Bunun dışındaki değerlendirmeler iyi niyetli tahminler olmaktan öteye gidemez. Faşist saldırganlığa anladığı dilden yanıt olmak gereklidir ve hatta bu anın görevidir. Kuşkusuz ki; faşizmin “terör” bahanesiyle halk kitlelerine yönelik zerk ettiği şovenizm zehrinin panzehiri olarak “barış siyasetinde” ısrarcı olmak doğrudur ancak temel mesele “silahların eleştirici gücünün” devrede tutulmasıdır! Bu siyasette ısrarcı olmaktır. Nihayet bu olduğu içindir ki, faşist saldırganlık gemlenebilmektedir. Ancak ne yazık ki bugün faşist saldırganlık karşısında “silahların eleştirisel gücünü” başarıyla kullanan Kürt Hareketi’nin en zayıf karnı da burasıdır! Silah ve silahlı mücadelenin devrinin bittiği ilan edilmekte ve sürekli demokratik siyasete vurgu yapılmaktadır. Ancak gerçekler her defasında bu tezleri olumsuzlamaktadır.
Dağları ve elbette ki sokakları faşizmin çakallarına bırakmayacağız! Cizre sadece faşist saldırganlığın değil aynı zamanda direnişin de nasıl olması gerektiğini bizlere göstermiştir. Yine Tuzluçayır’da olduğu gibi kararlı bir direniş, bu faşist çakal sürülerini çil yavrusu gibi dağıtmaya yetmektedir. Hiçbir faşist saldırganlık, halkın haklı ve meşru direnişinin karşısında kazanamaz. Kaybetmeye mahkumdur, kaybedecektir! Bu bakımdan son söz yerine olsun: “Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar. Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır. Safları sıklaştırın çocuklar, bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.” (Nazım Hikmet Ran’ın Hürriyet şiirinden)