Atlatılamayan ekonomik kriz, Ortadoğu’daki bölgesel paylaşım savaşı, emperyalistlerin birbirini çevreleme, alan tutma dalaşı, krizle birlikte artırılan milliyetçilik ezilen halklar üzerindeki emperyalist saldırganlığın da artırıldığı bir dönem yaşanıyor. Bu dönem aynı zamanda karanlığın zifiriye, zifirinin de ışımaya evrildiği dönemdir.
Yoğun sömürü ve sefalet içindeki yaşama karşı enternasyonal proletarya emekten gelen gücünü dünya sokaklarında gösteriyor. Kapitalist sömürünün yaşam hakkına uzandığı noktada Peru’da yargı çalışanlarının sendikayı beklemeden grev kararı alması gibi artık kendileri direniş kararı alıyor ve direnişe geçiyor. ABD’de seçim tartışmalarının yanında 1000 kadar ulaşım işçisi eylemlilik halinde. Brezilya’da 8 sendika federasyonu esnek çalıştırmaya karşı direniyor. Bangladeş’te tekstil işçileri, Hindistan’da çocuk bakım işçileri, Zimbabwe’de tekstil, Güney Amerika’da temizlik çalışanları, Yeni Zelanda’da sağlık çalışanları, Fransa’da kadın emekçiler, İngiltere’de otomotiv işçileri, Kuzey İrlanda’da eğitim çalışanları, Ukrayna’da kömür madeni işçileri kapitalist sermayenin yoğun sömürüsüne karşı grev, iş bırakma, iş yavaşlatma gibi değişik biçimlerde tepkilerini gösteriyor, direniş örgütlüyor. Ezen sınıf burjuvaziye karşı ezilen sınıf proletaryanın öfkesi her geçen gün daha da büyüyor.
Enternasyonal proletaryanın bileşeni olan Türkiye proletaryası üzerinde Türk hakim sınıflarının saldırıları bir lütuf olarak “darbe girişimi “ ile yoğunlaştı. Ekonomik krizin peyderpey etkilerinin görüldüğü, siyasi krizle birlikte emperyalist sermayenin kaçtığı (Trump’ın seçilmesiyle ilk haftada kaçan sermaye miktarı 6.1 milyar dolar oldu) sanayi başta olmak üzere üretici sektörlerin hemen hepsinde çarkların dönmediği, buna rağmen uzun vadeli hedeflerin “dev şirketler” kurmanın planladığı yarı-sömürge ekonomide hakim sınıflarca düze çıkmanın tek garantisi işçi sınıfı ve tüm çalışanlar üzerindeki sömürünün artırılması olarak görülüyor. “Allah’ın bir lütfu” edebiyatının ekonomik ayağı her ne kadar görülmese de kanun hükmündeki kararnamelerin önemli bir bölümü çalışma hayatına, iş sahalarına yönelik çıkartıldı. Güvencesiz, esnek ve taşeron çalıştırma daha da yaygınlaşıyor. Grev erteleme, kamu çalışanlarını “darbeci” diye açığa alma, emekten gelen gücün kullanılmasına karşı açıktan bir gözdağı vermedir. Tüm bu sömürü ve baskı saldırılarına karşı ezilen emekçiler emekten gelen gücünü kullanmaktan vazgeçmiyor, korkmuyor. Üretim alanlarında ücretleri düşürme ve ödememe, işten atma-uzaklaştırma, sosyal hakların kısıtlanması, toplu sözleşme yapmama, güvencesiz, esnek ve taşeron çalıştırma gibi saldırılara karşı ezilen emekçiler direniyor, mücadele ediyor. OHAL’le, KHK’larla yaratılan baskı ortamında emekçiler ülkenin dört bir yanında birçok üretim alanında emekten gelen gücünü kullanıyor.
Kapitalist emperyalist sömürü ve talana karşı enternasyonal proletaryanın yükselen sesinin daha da yükseltilmesi gerektiği hepimizin gördüğü bir gerçekliktir. Bu sesi yükseltecek ola her ülkenin proletaryasının, ezilenlerin tabi ki devrimci hareketlerinin etkin, örgütlü mücadelesidir. Türkiye özgülünde emekten gelen gücü örgütlü güce dönüştürüp salt ekonomik talepler-haklar için değil aynı zamanda iktidar mücadelesine dönüştürecek olan sınıf bilinçli işçilerin yoğun çabası olacaktır. (Bitti)