CHP’nin, esasen iktidarı güçlendirme yönelimiyle ortaya koyduğu “muhalefet”in göstermelik kararlarından biri olan “Beştepe’ye gitmeme” tavrı, Ankara’nın CHP’li Yenimahalle Belediyesi Başkanı Fethi Yaşar tarafından geçtiğimiz günlerde delindi. Partisi tarafından alınan bu kararın milletvekilleri için geçerli olduğunu iddia eden Yaşar, halkın canı, kanı ve alınteri üzerine inşa edilen (Kaç)Ak Saray hakkındaki konuşmalarında, Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın dilini kullanarak, burayı “külliye” olarak tanımladı. Başbakan olmasına rağmen konuşmalarında “siyaset yapmayacağına” dair teminat veren Binali Yıldırım tavrına bürünen Yaşar “Görüşmemizde asla siyaset gündeme gelmedi” diyerek gönülleri “ferahlattı”!
Yaşar, bu görüşmeyi Beştepe’yi de içine alan bir belediyenin ve Anadolu Belediyeler Birliği’nin başkanı olarak yaptığını belirterek, Erdoğan ile Yenimahalle’nin üç ana sorunu üzerine konuştuklarını söyledi: “Görüşmelerimiz olumlu geçti. Yenimahalle’nin başka ilçelerde olmayan eksikliği var. Kaymakamlık binamız, hükümet konağımız bunların tamamının toplanacağı planı yapılan konağının bu sene yatırım programına alınması için kendisinden destek istedim. Bana ‘Gerekli talimatı vereceğim’ dedi. Tepekule ile düşüncelerimizi aktardık hatta balkona çıktık ve Tepekule’yi gördük. Bu kirliliğin kalkması gerektiğini, oranın halka sunulması gerektiğini söyledim. Karşıyaka Mezarlığı’nda namaza durduğumuzda karşıda gözüken gecekonduların kentsel dönüşüm kapsamına girmesi talebinde de bulundum.” (Sözcü, 16 Haziran)
“Külliye”nin balkonundan halka dönük yeni talan saldırılarını planlayan bu CHP’li belediye başkanı, CHP’nin Erdoğan ve AKP karşısındaki duruşunun somut bir halidir ve gerektiğinde “külliye” balkonlarından halk düşmanlığını birlikte organize edeceklerini kanıtlayan bir pratik ortaya sermiştir. Hoş, “taşeronu kaldıracağız” vaadiyle seçim süreçlerini geçiren bir parti olarak sadece İstanbul’da belediyeyi aldığı her ilçede (Kadıköy, Sarıyer, Beşiktaş, Bakırköy, Avcılar) taşeron işçileri işten çıkaran ve direnişlerini baltalamaya çalışan pratikleri AKP’den geri kalır hiçbir yanları olmadığını göstermişti. Ramazan ayı vesilesiyle “mezarlıkta namaza durduğunda gözüken gecekondulara” olan vurguyla, o da, “din simsarlığına” soyunmuş ve sınıfsal duruşunu netleştirmiş, yaranmak istediği ile düşman olduğu sınıfları belli etmiştir.
Şehri olmayan belediye başkanı…
Aynı günlerde bir başka belediye başkanı da gazetelere röportaj veriyordu. DBP’li Şirnex Belediye Başkanı Serhat Kadırhan şöyle diyordu: “Şırnak’ın nüfusu 65 bin. Şu an itibarıyla 40-45 bin insan evsiz kaldı. Şırnak’ın 12 mahallesinin 9’u yıkıldı. (…) Şehri olmayan bir belediye başkanıyım. (…) Talan da var. Mesela sanayide bir park yapmıştık, açamamıştık ama kurulumu tamamlanmıştı. Orada ne var ne yoksa JÖH, PÖH ve korucular söküp götürmüşler. Geriye hiçbir şey kalmamış.” (Cumhuriyet, 17 Haziran)
14 Mart’ta başlatılan ve 3 Haziran’da sonlandığı iddia edilen devlet operasyonu sonrası bölgede hala sokağa çıkma yasağı kaldırılmış değil. Ancak kentte direnişi bitiremeyen devlet, en iyi bildiği şeyi yaparak, kentte yıkıma gitti. Kentin yüzde 70’ini yerle bir eden devlet güçleri, on binlerce insanın evsiz kalmasına ve yerinden yurdundan olmasına neden olmuş durumda. Şirnex’te Kürt halkının “duygusal bir kopuş” yaşadığı ve “artık kardeşlikten söz etmeyin” dediği bir gerçeklikte herkes safını ve dünyayı-ülkeyi-sokağı nereden “seyredeceğini” belirleme telaşında. Cumhurbaşkanlığı “Külliyesi”nin yani (Kaç)Ak Saray’ın balkonundan seyretmek de, buradan “dev projelere” imza atmak da bir ihtimal… Yoksul Kürt kentlerinin harabeye çevrilen yaşam alanlarını ayağa dikmek için mücadele etmek, dayanışmak ve buranın her bir noktasında 27 Mayıs’tan bu yana haber alınamayan DBP Şirnex il yöneticisi Hurşit Külter’i aramak da bir ihtimal… Ve tamamen sınıfsal duruşun yarattığı bilinçli bir “tercih”!
“Biz devrimciyiz. Boyun eğmedik, eğmeyiz de!”
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 46. yıldönümünü geride bıraktığımız şu günlerde herkesin sınıf reflekslerini büründüğü ve bürünmek zorunda olduğu bir süreçte olunduğu açıktır. İşçi ve emekçilere kölece yaşama koşulların dayatıldığı, mültecilerin denizlerde boğularak ve çöllerde susuzluktan ölüme terk edildiği, emperyalist-kapitalist sistemin krizlerle sarsıldığı, yönetememe krizinin başta emperyalist ABD olmak üzere birçok ülkede seçimler sürecindeki gerilimi tırmandırdığı, İngiltere’nin AB’den çıkış için seçime gitmesiyle emperyalist AB projesinin de aslında çöküşe gittiği… görülüyor. Sosyal emperyalist Rusya’nın çöküşünden bu yana burjuvazinin “mutlak zaferini” ilan edenler, “sınıflar mücadelesinin iflas ettiğini” iddia edenler bu kez Fransa’da iş yasası tasarısına karşı çıkan bir milyon işçinin protestosu karşısında yalanlanmış durumdalar.
Sınıf mücadelesi tarihe yön vermektedir ve yön vermeye devam edecektir. Bu mücadelede emperyalizm karşısında dünya halklarının, burjuvazi karşısında işçi sınıfı ve tüm halk kesimlerinin galip gelmesi, öncü güçlerin devrime liyakatlerinin sağlamlığı ile mümkün olabilmektedir. Bu uzun ve çetin bir mücadeledir. Bu mücadelede Paramaz ve 20 yoldaşı olup Beyazıt Meydanı’nda idam edilmek de vardır, Cengiz-Hakan-Özgüç ya da Haydar-Murat olup silah elde dövüşerek ölümsüzleşmek de…
Ama bu yolda teslim olmak yoktur! Ekonomik ve siyasi krizlerini faşizmi tırmandırarak, devrimcilere dönük düşmanlıkla TC ile işbirliği yaparak tutukladığı ATİK’li tutsakların “Biz devrimciyiz. Boyun eğmedik, eğmeyiz de! Emperyalizmin işbirlikçilerinin mahkemelerini tanımıyoruz” sözlerinde vurguladıkları gibi dik durmak, düşmanın zincirlerine direnmek vardır. Devrimci iradeyi gerçek düşmana karşı kuşanarak, devrimci atılım ve akılcılıkla yola düşmek vardır.
Bundan gayrısına yer yoktur!