Her Cumartesi günü basın emekçileri açısından sabit adrestir Galatasaray… Saat 12.00’de Cumartesi Anneleri, 13.30’ta F Eylemi, 14.00’te ise TV10 Eylemi gerçekleştirilecektir. Ancak bu eylemler uzun zamandır “devlet kontrolünde”, aman yanlış anlaşılmasın(!), “devletin koruması” altında yapılmaktadır.
İlk olarak DAİŞ tarafından gerçekleştirilen canlı bomba saldırıları sonrası başlatılan ve eylem koyucuların rızası olmadan dayatılan “güvenlik koridorları” ile eylemler çembere alındı. OHAL sonrası ise koyulaştırılan bu uygulama ve türevleri aslında derdin eylem yapan bir grup insan hakları savunucularını güvene almak olmadığını çok açık ortaya koydu.
Ve alan daraltılıyor
İlk olarak ne anlama geldiği bile bilinmeyen bir demir yığının alana dikilmesi ile Galatasaray Meydanı sınırlandırılmıştı zaten. Daha sonra eylem alanı olarak tariflenen kısmın etrafına koyulan polis bariyerleri ve İstiklal Caddesi’nde aylar süren (ve de bitmek bilmeyen) inşaat çalışmaları ile alan kullanılmaz hale getirilmeye çalışıldı.
Ancak eylemciler yine yılmadı.
Her Cumartesi saat 12’yi vurduğu andan itibaren (kimi zaman basın emekçileri açısından yorucu olsa dahi) art arda burada eylemlerini gerçekleştirdiler.
Bu sırada “güvenlik” gerekçesiyle etrafı sarılan eylemcilere dönük tacize varan aramalar sıklaştırıldı. Zaten alana aranarak girmiş olanlar, 10 dakika sonra gerçekleşecek diğer eylem için beklerken alandan çıkarılıp bir kez daha aranarak canından bezdirildi.
Eylemin etrafı sivil ve resmi kıyafetli polislerce sarılarak eylemin ne ile ilgili olduğu adeta İstiklal Caddesi’nden geçenlerden gizlendi.
Ha gene de meraklılar vardı ve ne olduğunu anlamak için biraz daha bariyerlere yaklaştıklarında polisin “yassah kardeşim!” tepkileriyle geri çekilmek zorunda kaldılar. (Ah bu yasaklar! Yakında Galatasaray’da nefes dahi alamazsınız deseler şaşırmayın!)
Ancak bu Cumartesi biraz daha farklı bir atmosfer hakimdi Galatasaray’a…
“Yassahh dedik kardeşimm!”
Saat 12’den itibaren diğer Cumartesilerden farklı olarak daha yoğun bir polis ablukası oluşturuldu. Hareket halinde bekletilen TOMA ile “acaba bu eylemlere demi saldıracaklar” sorusu uyandı hemen herkesin aklında.
Polis bariyerine yakınlaşmak kimin haddine!
3 metre öteden “yassahhh!” diyen polis, örneğin Cumartesi Anneleri eyleminde 3 metreden daha fazla yakınlaşmaya çabalayan bir gence GBT yaptı. Muhtemelen üzerine giyince kendisini “küçük dağları yaratan” “küçük devlet” olarak gördüğü üniformasına rağmen bariyere yakınlaşmaktan alıkoyamadığı bir gencin bu cesareti nereden alabileceğini düşünerek ilk iş aklına GBT yapmak geldi.
Ardından Cumartesi Anneleri eyleminde açıklama yapan kişiyi, eylem sonrası gözaltına almak istediler. Gerekçe ise Efrîn! Yani savaşa karşı argümanlara yer vermek!
Cumartesi insanları gözaltı girişiminde polisin etrafından ayrılmayarak gözaltına izin vermedi. Polis açıklama yapan insan hakları savunucusuna GBT yapmakla sınırlandırdı kendisini, ancak “savaş karşıtı argümanların kullanılmaması” konulu yeni görevine diğer eylemlerle devam etti.
Tarihin defaatle kanıtladığı gerçek
Bu kez F eyleminde “Eyleminize bir şey demiyoruz. Ama kesinlikle savaşa karşı bir cümle kurmanıza izin vermeyeceğiz” diyerek tehdit etti. Eylem boyunca hareket halinde bekleyen TOMA, “çok yetkili” oldukları belli olan sivil polis ekibinin gruplaşma ve fısır fısır haldeki bekleyişleri, kitle üzerinde “aman haa! Sakın Efrîn’e, sakın savaş konusuna girmeyin, yoksa bakın hazırız ve saldırırız” türünde yarattıkları baskılanma…
Eh bu yaklaşımın bir sonucu ve baskılanma neticesinde hiçbir eylemde “savaş karşıtlığı” işlenmedi. Bu konuda “başarılı” oldukları söylenebilir.
Ancak sorun ne yazık ki sadece Efrîn değil! Cumartesi alanında yapılan eylemlere dönük bugün iyice olağanüstü bir durum alan bu polis baskısının bir sonraki aşaması bu eylemlerin de yasaklanması anlamına geliyor.
Bugün ülkenin hiçbir tarafından sokakta eylem yapılamaz hale gelinip, faşizm korku ve kaygı iklimi ile halkın üzerine ölü toprağı serpmeye çalışırken bunu delen çok nadir eylemlerdir bu Cumartesi eylemleri…
Bunun farkındalar ve tüm sesleri susturmak istiyorlar. Cumartesi Anneleri’nin kayıpları için yerlerde sürüklenerek, coplanarak, gözaltına alınarak, tutuklanmayı göze alarak verdikleri mücadele sonucu kazandıkları Galatasaray Meydanı, OHAL ve savaş gölgesinde geri alınmak isteniyor aslında.
Halka karşı bir savaş yürütüyor egemenler ve bu yüzden bariyerlerini her geçen gün daha fazla sınırlarımızı ihlal ederek bizi sıkıştırmaya ve ablukaya almaya çalışıyorlar. Bugünkü İstiklal Caddesi’ndeki olağanüstülük, tam da bu sebeple sadece Efrîn süreciyle açıklanamaz.
Kimse “yok daha neler! Cumartesi Anneleri’ne de saldırmazlar herhalde” diye düşünmesin! Halk düşmanları birbirlerinden hızlıca ve çok şey öğreniyorlar. Hatırlatırız daha haftası dolmadı; Arjantin’de kayıp ailelerinin dernekleri polis tarafından basıldı ve derneğe el koymaya çalıştılar.
TC faşizmi elbette bunu da yapabilir.
Ancak nasıl Arjantin’de anneler, dernek binasını canhıraş savunarak bu saldırıyı geri püskürttüyse; burada da kayıp yakınları, devrimciler, yurtseverler ve tüm kesimlerden insan hakları savunucularının bu eylemleri sahiplenmesi ile saldırıları geri püskürtmek mümkün!
Efrîn’e tek kelime dokunmamak ya da “savaş-barış” kelimelerinden uzak durmanın, yani özetle sadece fiziksel olarak polis bariyerlerine değil zihinsel olarak da faşizmin bariyerleri arasına sıkışmanın ve sürekli ger adım atmanın kimseye bir faydası yoktur ve olmayacaktır!
Tarih bunu defaatle kanıtladı.
Bir Özgür Gelecek okuru