Duydunuz mu? Devrimcileri katlettiler. Otuz bir yüreği, otuz bir canı, Urfa’nın Suruç ilçesinde bir basın açıklaması yaparken paramparça ettiler. Devrimcilere yönelik saldırılar, katliamlar ilk değil, son da olmayacak biliyoruz! Daha önceden de birer, onar, otuzar katledildik! Ama ilk defa bu kadar pervasız, bu kadar göz göre katlettiler.
“Tanırız iyi çocuklar”dır, “öfkeli insan topluluğu”dur diyerek yol verdiler, iz verdiler, gösterdiler ve hadi git yap, yap dediler! Üstelik de bunu büyük bir pişkinlikle yaptılar! Faşizmin fıtratında, katliamlar, işkenceler, gözaltılar ve tutuklamalar her daim vardı. Ama ilk defa bunlar kadar pişkinine, bunlar kadar yalancısına, bunlar kadar halen mağdurları oynayanlarına rastlıyoruz! Dostluğun da düşmanlığın da bu kadar ayağa düşürüldüğüne tanık oluyoruz!
Her ölümde olduğu gibi bu ölümler de bizi sarstı, halka bağlılığımızı ve devrimciliğimizi yeniden sorgulattı! Artık sadece birer birer değil ikişer, onar, otuzar katlediliyoruz! Ve ardından birer insan müsveddeleri olanlar, kendisine siyasal İslamcısından Kemalist diyenine kadar, niye daha çok ölmediğimizi, niye orada milletvekillerinin olmadığını, niye orada şu olduğunu, bu olduğunu açıklıyorlar! Gazetelerinde kusmuk kusuyorlar, ağızlarından salyalar akıtıyorlar! Kudurmuş birer köpek gibi halka, devrimcilere ve yurtseverlere saldırıyorlar!
Devrimciler tıpkı daha önceden Kobanê direnişinde Kürt halkıyla yanyana, omuz omuza olup savaştıkları ve zaferi kazandıklarında olduğu gibi; o gün de Kobanê’nin yeniden inşasında yer almak ve çalışmak için oraya gittiklerini beyan ettiler! Bunu gizlemeden, açıktan yaptılar. Devrimciler sadece ve sadece çalışma arkadaşlarını, yardım aldıkları insanları gizlerler, amaçlarını, hedeflerini, yapacaklarını gizlemezler. Katledildiklerinde de bunu yapıyorlardı! Çünkü utanılacak bir şeyleri yoktur! Saklayacak dünyalıkları, sıfırlayacak paraları yoktur. Öbür dünya diye diye, bu dünyada her türlü pisliği yapanlardan değildirler. Onlara gelecek günler için “gökten ayet inmemiştir.” Onlar bugünü kendileri var etmek için çalışmaktadırlar!
Onlar da tıpkı daha önce düşenlerimizde olduğu gibi, en kıymetlilerimizdendi! En değerlilerimizi elimizden aldılar. Onlar her şeyden önce devrimciydiler. Onları oraya götüren, Kürt halkının acısıyla hemhal olmalarını sağlayan devrimci düşünceleridir. Tam da bu nedenle onların hatıraları üzerinden, “kütüphane ve çocuk parkı kurma”, “oyuncak”, “insani yardım” edebiyatı yapılmamalıdır. Otuz bir kişi devrimci oldukları, Kobanê ve Kürt halkıyla enternasyonal dayanışmada bulunma amacında oldukları için hedef seçildiler.
Hedeflenen devrimci dayanışma ruhudur!
Hedeflenen yeni bir dünya umududur!
Hedeflenen devrim ve sosyalizm düşüdür!
İşte tam da bu nedenle katliamın arkasından yazılanlar, çizilenler eksik kalmaktadır. Örneğin bizler “o çocuklara” değil, o devrimcilere borçluyuz! Onların çocuk ya da genç olarak tanımlanıp, şirinleştirilmesi boşuna bir çabadır! Onlar genç oldukları için değil, devrimci oldukları için katledildiler. Bu topraklarda devlet dersinde öğrendiğimiz ve her gün bir kez daha tecrübe ettiğimiz tarihsel gerçekler bunu göstermeye devam etmektedir.
Türkiye’de devrimci olmak bedel ister. Böyle “sakat düşünceleri” olanların bu topraklarda karşılığı bellidir. Katledilme, işkence, tutuklama… Devletin sahiplerinin her daim refleksi bu olmuştur. O nedenle faili başka yerde değil tam da halk ayaklanmalarının göbeğinde yer alanları, başka halkların dertleriyle hemhal olanları, yoksulluğu, yolsuzluğu bilcümle insanın başına bela ettiği sorunları dert edinenleri katletmeye kodlanmış Devlet-i Âli’de aramak gerekir.
Fail, meçhul değildir!
Biz katilin kim olduğunu çok iyi biliyoruz…
Katiller bellidir! Şimdi bir borç meselemiz vardır! Borcumuz borçtur ve faiziyle iade edilmesi gerekir! Devrimciler borçlarına sadıktırlar. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın!
Daha Ne Kadar Duracaksın Ey Zahit!
Biz durdukça durduğumuz yerde devrimci pratiği sınırladığımızda katledilmeye devam edeceğiz! Kuşkusuz ki devrim için yapılan her şey değerlidir. Kıymetlidir… Ama vahşetin, faşizmin saldırganlığı karşısında yetmemektedir. Yetmeyecektir de! Çünkü düşman ne kadar vahşi ve katliamcı olursa olsun sadece karşımızda değil, düşman aynı zamanda kendi içimizde! Özel mülkiyet dünyasının bize yüklediği her şey ayaklarımızda pranga olmaya devam etmektedir! Bizi kendimizle esir etmektedir! Sonra da uygun zaman ve yeri kollayıp katletmektedir! Pusular içimize kurulmuştur!
Daha ne kadar duracaksın ey zahit! Artık yeni türküler söyleme zamanı gelmedi mi hala? Özel mülkiyet din(ler)ine ne kadar hizmet edeceksin! Görmüyor, duymuyor, işitmiyor musun? Öbür dünya diye diye kandırıyor, bu dünya da cehennemi yaşatıyorlar! Yetmiyor, bedenlerimizi parçalara ayırıyorlar!
Devrimciliğin sana sunacağı maddi pek bir şey yok! Bir hırka, bir lokma ey zahit! Bir de gidenlerin geride bıraktıkları, omuz başlarından gözlerimize mimledikleri gülen bakışları var! Bir de dost sarılışları!
Devrimciliğin sana vereceği çok fazla bir şey yok zahit! Bir de dağ başlarında ya da şehrin bir kenar mahalle semtinde düşmanla çatışma, zindanlarında ölüm!
Sana bu dünyada bunlar vaat ediliyor sana ey zahit bunu bil!
Gidenler… Otuzlar… İşte şimdi bize en büyük kötülüğü yaptılar. Yaşamak ağrısını astılar boynumuza ve öylece gittiler.
İşte o nedenle üzgün değiliz! Öfkeliyiz!
Bir kez daha bu öfkeyi örgütlemek ve insanın bilinçli eylemine yol vermekle karşı karşıyayız. Bir kez daha sözün bittiği, eylemin geçer akçe olduğu zamanlardayız. Bir kez daha hesap sormanın kendini hiç bu kadar dayatmadığı anlardayız.
Evet, ezcümle bu kan içici vampirlerden, riyakarlardan, din tüccarlarından, İslamcısından, ülkücü Kemalist faşistine kadar hesap sormalıyız. Ancak hesabı sadece sokaklarda ödetmek yetmez. Hesap dağlarladır. Umut dağlarla! Dağlara dayanmayan bir hesap sorma pratiği nihai başarıya ulaşamaz! Borç ödenmez! Yüreğimizdeki yangını söndüremez! Bize bırakılan borcu ancak böyle öderiz!