Makaleler

BOĞULUYORUM…

Mutfakta bir şeyler yiyordum. Ekmeği kopartıp ağzıma attığımda ekmek boğazıma takıldı. Bir an nefes alamadım. Bir yudum su içtim. Oturma odasında televizyon açıktı ve annem koltukta oturmuş televizyon izliyordu. Ben mutfakta yemek yerken içeriden annemin ağlamaklı  “oy yavrum” deyişini duydum. Panikle masadan kalktım ve annemin yanına gittim. Annemin yanına gittiğimde gözleri dolu dolu televizyona bakıyordu. “Ne oluyor?” diye sorduğumda “boğuluyorum” dedi. Elinde yediği herhangi bir şey yoktu, ne bir öksürük ne de bir belirti. Ben biraz şaşkınlık biraz da panikle “nasıl yani?” dedim; “Televizyona bak” dedi. Sahilde bir çocuk bedeni… O an hepimiz boğuluyorduk. Haber programını sunan spikerin sesi muğlak bir şekilde geliyordu kulağıma. Kulağımda yankılanan ve net olarak algıladığım tek bir ses vardı: Annemin sesi… “Boğuluyorum”

Ben Bayburt’ta küçük bir dağ köyünden yazıyorum bunları. Burada internet olmadığı ve cep telefonları çekmediği için, haberlerle ilgili bildiğim tek şey, sahile vurmuş bir çocuk bedeni ve daha iyi bir yaşam için binlerce göçmenin kaderiyle ortaklaşan hayatlar. Dışarı çıktım, gökyüzüne baktım. Gökyüzü masmaviydi. Tekrar derin bir nefes aldım. Dışarıda çocuklar toplanmış oyun oynuyorlardı. Aylan geldi gözümün önüne. “Hadi kalk” dedim. “Hadi gel ben bakarım sana, top da alırım oyuncak da. Hatta istersen beraber araba bile süreriz. Sana yemin ediyorum çocuk, silah sesi duymayacaksın bir daha. Artık bomba sesleri yüzünden ağlamayacaksın. Hadi kalk lütfen. Kalk ki nefes alayım, boğuluyorum.”

Akşam haberlerini bekliyordum sabırsızlıkla. Şehir merkezi çok uzak olmasa bir şekilde ayrıntılı bilgi almak için yürümeyi bile göze alırdım. Nihayet akşam olmuştu, ben biraz sinirli ama ne yalan söyleyeyim daha çok hüzünlü oturdum televizyonun karşısına. Sadece ben boğulmamışım meğer binlerce insan benim gibi nefes alamaz olmuş, insanlık boğulmuş. Kobanêli’ymiş Âlan. DAİŞ’in zulmünden kaçan bir ailenin çocuğuymuş… Anne ve iki çocuğu denizde boğulurken baba tesadüfen kurtulabilmiş. “Çocuklarım ellerimin arasından kayıp gitti” diyor baba. Ev kalabalıktı, kimse olmasaydı hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Bir baba, yüzü kireç gibi bembeyaz “Elimden kayıp gittiler” diyor.  Ben zor tutuyorum kendimi. Yutkunamadım. Nefesim boğazımda düğümleniyor, nefes alamıyorum, boğuluyorum.

Sonra dünya liderleri çıkıyor tek tek sahneye. İğrenç timsah gözyaşlarını döküyorlar. Türkiye sahilinde yaşanmamış olsa belki de konuşma gereği bile duymayacak olan cumhurbaşkanı alıyor mikrofonu eline. “Ailece izledik, çok üzüldük” diyor utanmadan. Bu arada annem onu görünce söylenmeye başlıyor. Herkesin ağzında bir mırıldanma, kimse net cümle kuramıyor çünkü herkes boğuluyor.

Kobanê’de ölen her çocuğun kanında TC’nin parmağı varken; DAİŞ’e insani yardım adı altında tırlarla silah veriliyorken; daha düne kadar “çocuk-kadın demeden gerekeni yapın” emri verilmişken; 14 yaşındaki Berkin Elvan katledilmişken; Roboski’ de ölen çocuklar “terörist” ilan edilmişken, nasıl oluyor da kürsüde böyle konuşuyorlar anlamak “mümkün” değil!

Bu yazıyı yazarken uzun uzun TC’nin Ortadoğu ve özellikle Suriye politikasından, DAİŞ ile olan ilişkisinden, Kürt ulusuna yönelik imha-inkar politikalarından bahsetmeyi düşünmedim. Bunlardan bahsetmeye ve bu konuları tartışmaya tabii ki ihtiyaç var.

Bu yazıyı yazma amacım, okuyucuyu etkilemek-duygulandırmak değil. Birazcık nefes alabileceğimi düşündüm ama yanılmışım. Her kelimede daha da çok boğulduğumu hissediyorum şimdi. Ama nefes almak için direneceğim- direnmeliyiz. Bizleri nefessiz bırakanların nefesine kesmek için, bu zulme dur demek için direnmeliyiz.

Yazıya ara verip dışarı çıktım. Derin bir nefes aldım. Çocuklar hala dışarıda oynuyorlardı. Âlan Kûrdi de vardı içlerinde. Gülüyordu. O gülüyordu, ben o güldükçe boğuluyordum. (Bir ÖG okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu