15 Haziran’da Ankara-Güvenpark’tan başlayan “Adalet” yürüyüşü, 24 günün ardından 9 Temmuz günü İstanbul-Maltepe’de yapılan ve 1.5 milyon kişinin katıldığı bir mitingle sona erdi. “Gandi” Kemal’in önderlik ettiği bu “uzun yürüyüş”, birçok yönüyle tartışılmaya muhtaçtır. Keza yankıları yürüyüş ve mitingle sınırlı olmayacağı bilinen bu yürüyüş ve “adalet” talebinin önümüzdeki dönemde de ülkedeki siyaseti derinden etkileyeceği görünüyor.
CHP’nin, lideri Kemal Kılıçdaroğlu önderliğinde başlattığı yürüyüş CHP açısından çok yönlü bir mecburiyete dayanıyordu. Faşist Kemalist diktatörlüğün kurucu partisi olan, Osmanlı devleti ile İttihat Terakki’den devraldığı devlet geleneğini CHP olarak 90 yıldır sürdüren bir partinin, kurucusu olduğu –göstermelik de olsa- parlamenter sisteme sırt dönmesi geçiştirilebilinir bir durum değildir. Keza AKP’nin “adalet yürüyüşü”ne dönük tahammülsüzlüğünü her fırsatta en kibar haliyle “Kılıçdaroğlu’nu parlamentoya ve siyasete saygılı olmaya davet ediyorum.” “Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının bilmesi gerekir ki, eğer siz 100 bin kişiye yaslanarak 25 milyon insanın sandıkta verdiği oyunu yok sayıyorsanız, bunun adı faşizmdir.” (AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüşü Mahir Ünal’ın “adalet yürüyüşü” değerlendirmesinden…) şeklinde açıklamaları CHP’ye “misyonu”unu hatırlatarak, CHP’nin bu atağını boşa düşürme çabalarıdır.
Ortada faşist Kemalist diktatörlük aygıtlarının yaşadığı ciddi bir tıkanıklık söz konusudur. Emperyalist-kapitalist sistemin çıkmazları, bitmeyen krizleri, pazar kavgaları, dünya halklarına düşen savaş, çatışma, göç, yoksulluk ve bittabi isyanlar yaşanırken bunun Türkiye’deki yansımaları sistemi sarsmış, artçı depremlerle ekonomik ve siyasi kriz, sistemi tıkamıştır. Bu tıkanıklığı aşma kaygısıyla hareket eden neo-Kemalist AKP, sergilediği “ana muhalefet” yeteneğiyle kendisinin iktidarını pekiştiren CHP’yi bile devreden çıkaran bir gözü dönmüşlükle “başkanlık”a koşmuş; bu koşusu sırasında 15 Temmuz Darbe Girişimi “allahın lütfu” olmuş, OHAL bir bütün ülkeyi sarmıştır.
CHP, “halk kuyrukçuluğu” yapmak zorunda kaldı!
Darbe ve sonrası hayata geçirilen OHAL uygulamalarının, işten atmaların, KHK’lerle ülke yönetilmesinin, Türkiye Kürdistanı’nda katliam ve yıkımların, Rojava’da devrimin ablukaya alınmaya çalışılmasının yarattığı öfke ile derinden dalgalarla sarsılan ülkede, devrimci ve yurtsever güçler OHAL ile ablukaya alınsa da sokaktaki mücadeleyi ısrarla sürdürme çabasındalar. Buna karşın yer yer kendiliğinden hareketlerin de baş gösterdiği ülkede devrimci ve yurtsever güçlerin karşılık veremediği bir muhalefet mevcuttur.
Son yıllarda AKP’ye yedeklenen “muhalefet”iyle aslında yok olma eşiğine gelen CHP’nin bu halk muhalefeti gücüyle yeniden “parlamaya” ihtiyacı vardır. Bu yüzden aslında CHP, halkın kendiliğinden muhalefetine ve öfkesine yedeklenmeyi tek çıkış olarak görmektedir. Elbette CHP’nin “parlatılarak” Erdoğan ve AKP’ye ince ayar verildiği, Kılıçdaroğlu’ndan bir Ecevit, bir Gandi, bir “halk önderi” yaratılıp Kılıçdaroğlu’nun yeni döneme hazırlandığı, halk muhalefetinin deyim yerindeyse “gazının alınmaya” çalışıldığı ihtimalleri ve hedefleri gözardı edilmemelidir, ancak CHP’nin, “kitle kuyrukçuluğu” yapmak zorunda kaldığı gerçekliğini de kabul etmek gerekir. Çünkü 16 Nisan’da referandumda milyonlarca oyun çalınarak HAYIR’ın etkisiz bırakılmasına karşı “Böyle bi şey olabilir mi ya?” deyip arkasını dönen bir Kılıçdaroğlu’na “Adalet teslim alınmışsa adalet arayışımızın tek yeri sokaktır” dedirten OHAL sürecinde toplumsal muhalefetin sokakta olma ısrarıdır. Gezi İsyanı’nda sokağa çıkanların evlerine dönmeme kararlılığıdır. Kobanê’nin yarattığı rüzgardır, Nuriye ve Semih’tir, hala Yüksel’de direnişe devam eden emekçilerin direnişidir. Yani ağırlıkta olan CHP’nin muhalefeti kendisine yedekleme çabasının yanı sıra kendisinin kitle muhalefetine yedeklenmek zorunda kaldığı bir durum söz konusudur.
Hangi sınıfsal temelden doğru okunursa okunsun şöyle bir gerçek var, orta yerde duran: Bu yürüyüş ve miting ülkedeki siyasi tarihinin önemli bir kilometre taşı olmuştur. “Adalet” gibi önemli ve oldukça yakıcı, kapsayıcı bir talebin 24 günlük bir sokak eylemliliğiyle ve sonrasında kitlesel bir mitingle dillendirilmesinin halk kitleleri üzerinde yaratacağı bir etki mevcuttur. Aynı zamanda Gezi İsyanı’nda tartışılan kitlelerin kendine güveninin gelişmesi konusunda ve belki de daha önemlisi OHAL’in acımasızca sokakları esir almaya çalıştığı bir dönemde kendi adalet taleplerini daha güçlü duyurma fırsatı bulan toplumsal muhalefetin art arda gelen OHAL saldırıları karşısında kendini güçlü hissetmesi… küçük şeyler değil, aksine toplumsal muhalefetin ileride güçlenirken üzerine basacağı bir basamak olarak görülebilinir.
CHP’nin işçiden, Kürtten, kadın-LGBTİ’den arınmış adaleti!
Mitinge katılan kitle içerisinde yer yer örgütlü güçler tarafından “Herkes için adalet” talebinin yükselmesi, bu yürüyüşte hem CHP’nin teşhirini içeren hem de “adalet” talebinin gerçek sahiplerinin halk kitleleri olduğunu gösteren önemli bir yön oldu. Ancak tüm bu yanlarına karşın “adalet” yürüyüş ve mitinginin sınırlarının Maltepe ve Kürt ulusuna dönük adaletsizliklere karşı da adalet taleplerinden arındırılmış olması, bunlara dokunmaktan ateşten kaçar gibi kaçılması CHP’nin “adalet” talebinin niteliğini ortaya sermektedir. Bu yönüyle teşhir edilmeyen bir CHP ile yürümek ve mitingde yer almak oldukça sakat sonuçlara yol açacaktır.
Unutmamak gerekir ki, CHP’nin kendisini toplumsal muhalefetin enerjisi, beyni ve yüreğiyle tazelemesi zalim Dehak’ın gençlerin beyni ve yüreğini yiyerek beslenmesi misalidir. Büyüyüp semirdikçe, siyaset sahnesinde yeniden “parladıkça”; “adalet” maskesini ve üzerindeki “kuzu” postunu atarak Sivas katliamında gözünü kapatarak katliama ortak olan, hapishanelere dönük “Hayata Dönüş” operasyonlarını planlayan; iktidara gelince de Dersim, Ağrı, Şeyh Sait vd. isyanlarını kanla bastırmaktan çekinmeyen bir sistem partisine dönüşmekten bir an bile geri durmayacaktır. İşte o vakit Kılıçdaroğlu’nun Gandi’ligi ve de Aleviliği’nin yerinde yeller esecektir!
Bu yüzden kendisini halkın mücadelesine adayan öznelerin “CHP’ye kefil olmaya” varan pratiklere girerek halk kitlelerinin manipüle edilmesine hizmet etme hakkı yoktur. Şu günlerde CHP hayranlığına kapılanların unutmaması gereken bir şey vardır ki o da CHP asla ve asla değişebilir, ilerici misyon yüklenen bir noktaya evrilebilir bir parti değildir! “Adalet” talebinin sahiplenilmesi, CHP ve Kılıçdaroğlu’na olmadık misyonlar yüklenmesi ve böylelikle işçi-emekçiden, Kürt’ten, kadın-LGBTİ’den arındırılmış bir “adalet” talebinin parlatılmasını getirmez, getirmemelidir. Kürt illerinin yakılıp yıkılmasını, Kürt siyasetçilerine dönük siyasi soykırım uygulanmasını, yoksul Kürtlerin göçe zorlanmasını, Kürdistan coğrafyasının talana açılmasını, cenazesi buzdolabında saklanmak zorunda bırakılan Cemile’yi, cenazesi günlerce sokakta kalan Taybet Ana’yı, diri diri insanların yakıldığı Cizre bodrumlarını ağzına dahi alamayan bir “adalet”in dönüp dolaşıp AKP’nin A’sına dönüşerek zalimliğe kılıf olacağı unutulmamalıdır.
Keza CHP’nin kendisi herkese çağrı yapmasına karşın Kürt siyasetinin yürüyüşte yer alma konusunda adım attığı andan itibaren kilometrelerce uzunluktaki Türk bayrakları ile yürüyüşü Kürt halk açısından katılınmaz kılmış, bu konuda egemen olan AKP’den çok da farklı olmayaçağını göstermiş oldu.
Gerçek adaleti getirecek olanlar…
Ortada OHAL’in baskısı altında iyiden iyiye derinleşen devrimci ve yurtsever örgütlü öznelerin ciddi bir boşluğu mevcuttur. Sokakların gücünü bilen ve buradan beslenme hedefiyle hareket eden devrimci öznelerin politikasızlığı, ya CHP’ye entegre olmayı ya da bir bütün “adalet” talebi ile yaşanan hareketliliği mahkum etmesini getirmektedir. Kimi devrimci ve yurtsever güçler de sınırlı bir şekilde de olsa “ama”larını ve “adalet” tanımlamalarını belirterek burada yer aldılar. Tüm bu parçalı tablo çok açık ki bir boşluğu ifade etmektedir. Bu boşluğu dolduracak olan ise “iç”te bütünlüğünü asgari oranda yakalamış ve “dış”ta ise birleşik ve dayanışma içerisinde bir mücadelede yerini alan devrimci ve yurtsever öznelerle mümkündür.