Makaleler

Bir saldırı politikası olarak tecrit!

Tecrit denildiğinde ilk akla gelen hapishaneler, özelde de F tipi hapishaneler olsa da tecrit genel olarak; toplumları, grupları, kişileri bireyi vb. herkesten ayırmak, ayrı bir tarafta tutmak, birbirinden soyutlamak, yalıtmak anlamına gelmektedir. Özel olarak tecrit ise insanın duygusal algılarının uyarıcılarından dış dünyadan –yada grubun- kimliğinin, kişiliğinin, düşüncelerinin yok edilmesi ve yerine yeni istenilen norm ve değerlerin empoze edilmesi olarak ifade edinilebilinir. Yine tecrit, kişinin, grubun veya toplumun geçmişini yok etmek, onları birbirlerine, kendilerine yabancılaştırarak ve bireyselleştirerek aralarında güvensizliğin yaratılmasını sağlamaktır.

Tecrit sadece “tehlikeli” görülen insana, gruba vs. yönelik bir saldırı değil, tüm topluma yönelik bir saldırı politikasıdır. Egemen sistem var olan düzenini korumak, sürdürmek ve yeniden üretebilmek için genel ve özel tüm saldırı politikalarını farklı biçimlerde yaşama geçirmeye çalışır. Tecritte bu saldırı politikalarından birisidir sadece. Toplumu birbirinden ayrıştırabilmek iletişimlerini dayanışmalarını engelleyebilmek için kolektif  yaşamın olduğu fabrika, okul, yurt, hastane, askeriye vb. gibi her alanda insanları kendi ihtiyaçlarına paralel gruplayarak, bölümlere, kollara ayırarak birbirinden yalıtır.

Sistem gelişen bilim ve teknolojinin de yardımıyla tüm toplumu abluka altına almaya çalışır. Her yere, sokaklardan okullara, hastanelere işyerlerine hatta evlere kadar yerleştirilen kamera kayıt sistemlerinden gelişen çeşitli iletişim ve bilgisayar, bilgi kayıt sistemlerini yaşamın her alana yerleştirilerek topluma sürekli izlendiği ve dinlendiği, kontrol altında tutulduğu, sistemin “gözlerinin” üzerlerinde olduğu mesajı verilmeye çalışılır. Böylece onlarda bir korku, kaygı birbirlerine ve kendilerine karşı güvensizlik yaratılmaya ve yalnızlaştırılmaya ve kendi içlerinde tecrit edilmeye çalışılır. Hem de devletin, sistemin güçlü, yenilmez olduğu mesajı verilmeye çalışılır, kendilerine biat etmeleri istenir.

Bunun için yine hakim sınıftan, ulustan, cinsten olmayan diğer milliyet, kültür, inanç ve mezheplerden olan halkları, farklı etnik grupları, farklı kimlikleri, kadınları, LGBTİ’leri yani tüm kesimleri ötekileştirerek birbirinden koparıp yabancılaştırmaya çalışır. Irkçılığı, milliyetçiliği, cinsiyetçiliği ve militarizm zehrini yayarak saldırı politikalarını yaşama geçirmeyi ve yönetme durumunun sürdürebilirliğini sağlamayı amaçlar. Bunu başaramadığında tıpkı Roboski , Suruç, Ankara katliamlarında olduğu gibi katliam, imha ve inkar politikasını devreye sokar.

Egemenler kendisi için “tehdit”, “tehlike” gördüklerini salt katledip yok etmezler. Onları tutuklayıp, toplumdan, ait olduğu çevreden, örgütünden, yoldaşlarından da koparıp zamana ve mekana yayılmış bir işkence aracına dönüştürdüğü hapishanelere de koyar. Böylece hapishaneleri de toplumun üzerinde bir tehdit ve baskı aracı olarak kullanır.

Hapishaneler tecritin en yoğunlaştırılmış ve sistemleştirilmiş mekanlarıdır. Buralarda dış dünyadan fiili olan eylemlerinden ve örgütlü ortamından yani mücadelenin aktif alanlarından koparılan tutsak, düşünce, inanç, değer ve kimliğinden arındırılarak sisteme uyumlu bireyler haline getirilmek istenir. Mekana ve zamana yayılmış bir işkence olan tecrit ve tretman uygulamalarıyla tutsak ıslah edilemeye çalışılır.

Bu amaçla devlet tutsağı toplumdan yalıtıp tecrit mekanına hapsederken, mekanı da küçük parçalara-hücrelere bölüp tutsakları birbirinden ayırır, iletişim kurmalarını engeller. Kurulabilecek sınırlı iletişimi de tretmana bağlar. Tutsağın bedeninin dışında zamanına da el koyar, tüm denetimi ele almak ister. Tutsağın iradesinin dışında zamanını da günlere, haftalara, saatlere böler ve bunları tutsağın üzerinde yaptırım aracına dönüştürmeye, tutsağın yaşamını mekanikleştirerek kontrol altına almaya çalışır.

Tüm amaç, tutsağı kolektif  ve örgütlü ortamından uzaklaştırarak kimliğinden, diğerlerinden arındırıp sistem için “tehlikesiz” hale getirmektir. Bunu8n için de tutsakta kolektif ve örgütlü olma ruhunu öldürerek “ben” ve “birey” duygusunu geliştirmeye çalışır. Tecrit ve tretman uygulamaları tam da bunu hedefler.

Her daim söylüyoruz hapishanelerinde sınıf mücadelesinin bir mevzisi olduğunu. Bu mevzide de proletarya ile burjuvazi, proleter ideoloji ile burjuva ideolojisi arasındaki sınıf mücadelesi devam ediyor. Hatta en şiddetli yaşandığı mekanlardan birisi de hapishaneler diyebiliriz. Tecrit- tretman saldırısı da bu savaşın bir parçasıdır. Bu saldırıyı püskürtebilmenin yolu ise bilinçli, örgütlü direnişten geçiyor. Örgütlü bir yaşamın ve kolektivizmin bilincinin olmadığı yerde önce bireysel yaşam başlar, sonra bireycilik, bencillik devreye girer.

Tecrite karşı mücadele etmek, devrimci değerlerimizi ve kimliğimizi koruyabilmek için tutsağa düşen görevlerde sistemin saldırıya en önce başladığı yerden direnişi örmek olmalı. Sistem bizi önce örgütlü ortamımızdan koparıp örgütlülüklerimizi dağıtıyor, öyleyse biz de tek de olsak ayrı ayrı hücrelere atılıp birbirimizden koparılmaya da çalışılsak önce dağıtılan ya da dağıtılmak istenen örgütlülüklerimizi inşa edip, var olanları koruyup, geliştirerek işe başlamalıyız.

Yaşamımızı kontrol altına almak için dayatılan yaptırım, uygulama ve disiplini reddedip, dayatılan rutin olanı parçalayıp kendi devrimci yaşamımızı örgütlemeliyiz.

Sistem sosyal bir varlık olarak tutsağı tecritle dış dünyadan, canlı yaşamdan alıkoyup alıcılarını köreltmeye çalışırken, bilincini, ufkunu gelişimini de engelleyerek yıkıma uğratmak istemektedir. O halde bu saldırının önüne geçebilmek için tecritle daha fazla okuyup, araştırıp, üreterek daraltılmaya çalışılan ufkumuzu genişletmeli yaşamı yeniden üretebilmeliyiz.

Sistemin tecrit-tretmanla devreye soktuğu, ideolojik-politik fiili çok çeşitli olan “havuç-sopa” biçimindeki saldırılarına karşı biz de kendimizi ideolojik mücadeleyi elden bırakmadan, kendimize ve dışımıza karşı sürekli mücadele ederek, iç denetimi sağlayıp kendimizi disipline edebilir ve o oranda da dışımızla mücadelede daha güçlü olabiliriz. Aksi taktirde tecritin koşullarının da etkisiyle yerde burjuvazi yeşerir, o boşluğu doldurur. Bu da zamanla daha da güçlenerek tutsakta önce içe kapanmayı sonra adım adım gerilemeyi getirir. Devrimci düşünüş ve değerler zayıflamaya başladığında olaylara kendi merkezli bakarak, adım adım örgütlü yaşamdan, örgütlüğünden, kolektiften, kolektif düşünceden uzaklaşarak bireyi-beni yaşamın merkezine oturtmasını sağlar. Kendi ihtiyaçları, istek ve arzularını ön plana çıkararak, kendisi için yazan, kendisi için okuyan kolektif ve sınıf mücadelesinin ihtiyacını hiçe sayan bireyler haline getirir. Ben merkezci, çıkan sorunları kendi dışında görme/arama, kibirli, kariyerist vs. anlayışların gelişmesine parti, devrim ve halk gibi kavramların silikleşerek yerine kişisel istek, ihtiyaç ve özlemlerin alması kendine dair bir dünya yaratmasını getirir. Sistemin hedeflediği de budur.

Bir kez daha belirtmek gerekir ki bu savaşta tecrite karşı kazanılacak zaferin sonucunu belirleyecek olan bedenimizin tecrit olmamasıdır. Beynimize bilincimizde hücrelerin oluşturulmasına izin vermememiz var olanları parçalamamızdır.

Ancak unutmayalım ki tecrit saldırısı sadece tutsaklara, hapishanelere yönelik değil, tüm topluma dayatılan bir saldırıdır. İster içeride ister dışarıda olsun sistem kolektif ruhu parçalayabildiği oranda amacına ulaşabilir, kendini koruyup yeniden üretebilir. Buna izin vermemek bizim elimizdedir. Bunun için içeride, dışarıda mücadeleyi birleştirerek büyütebilir, güçlü kılabilir ve sistemin tecrit saldırılarını boşa çıkarıp parçalanabilinir. Sloganımız ve odağımız özetle hep ifade ettiğimiz gibi, içeride dışarıda hücreleri parçala!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu