İnsanın kendini arayışının var oluşundan bu yana süregelen ve halen devam eden, devam edecek uzun bir yürüyüş olduğu aşikardır. Fakat her kendini arayış, yasadığı toplumsal olgular ve onun etkileri üzerinden ne kadar ilerlediğini belirler. Bu etkiler bireylerin olgulara, olaylara, hayata, yaşama, insana, doğaya nasıl bir pencereden baktığını belirginleştirir.
İsterseniz biraz penceremizi açalım… Ne dersiniz!
Mesela Katolik veya Hıristiyan inancına mensup birisi kendini bulma arayışında bir papaza gidip günah çıkartır, İslam’a inanan biri hocaya, imama. İnançların var olusundan beri bu böyle süregelmiş.
Ha bir de sosyalist devrimcilerimiz var. Onları da unutmamak lazım.
Onlarda kendini arayış ve sorunları MLM üzerinden çözümlemeye çalışır. MLM çoğu ekonomik, toplumsal, siyasal vs. meselelerde doğru bir yaklaşım sunmasına rağmen, bireylerin kendini tanımlamasında/bulmasında eksik veya yetersiz kalıyor. Çünkü insanın kendini bulması esasında psikolojik bir konu.
Her konuda kendi alanında uzmanlık ister. Uzman olmak da ciddi bir eğitim ve pratik süreç gerektirir. Ancak kendini bulmuş/tamamlamış bir uzman mesleğinde başarılı olur. Aksi bir kalp cerrahına beyin ameliyatı yapmasını istemek olur.
“Serseri BEN’lere aldanmayın”
Konu psikolojiden açılmışken okuduğum bir kitabı sizlerle paylaşmak isterim. Amerikalı 2 psikolog uzmanın teorisiyle ortaya çıkan ve son dönemde yaygınlaşan “kişinin kendini bulma arayışı” konusunda farklı bir yolculuk metodu sunan bu kitabın Türkçe tercüme edildiğinde ismi şu şekilde oluyor: “Ben içimdeki Ben’leri tanıyorum”
Evet asıl mesele de bu ya!
Kişinin içindeki farklı BEN’lerini keşfetmesi. Ama bu da yetmez. Devamında bu BEN’lerin ortaya çıkması ve içimizdeki BEN’lerin ortaya çıkış nedenlerinin “BİZ” tarafından nedenlerin bulunması gerekir.
Sonuç olarak da bu BEN’leri nasıl kontrol edeceğimizdir aslolan.
Şaşırmayın hemen öyle… Kontrol edeceğimiz evet!
Çünkü yok edilemezler. Kişinin parçasıdırlar. Hem onlarla yasamayı öğreneceğiz hem de kontrol etmeyi.
Daha iyi anlamamız için bir-iki örnek vermek anlaşılır olmasını sağlayacaktır sanırım. Bir otobüs içindesiniz ve otobüsün içi bir sürü BEN’le (yani sizle) dolu. BEN şoför ve diğer BEN’ler yolcu. Serseri BEN’ler bunlar ama ha! Öyle hemen aldanmayın. Ve hepsi aynı yöne gitmek istemiyor bu BEN’lerinizin.
Tüm BEN’ler size gitmek istediği yolu sürekli söyleyip duruyor. Mesela mükemmeliyetçi BEN otobüsü çok iyi kullanmanı söylüyor, neşeli BEN herkesin rahat etmesi gerektiğini, itici/dayatıcı BEN’se acele etmeni ve bir an önce gideceği yere varmak istediğini… Ve bu BEN’lerin hepsi sürekli sana komut vermeye çalışıyor. Otobüsün kontrolünü elinden almak istiyor.
İtici/Dayatıcı BEN bir an için alıyor senden kontrolü. O andan itibaren otobüs tempo yapıyor ve sürekli gaza basıyor. Çünkü onun senin hayatında yapacağı görev sadece bu.
Sen izin verdiğin sürece.
Daha da anlaşılır kılmak için bir pop şarkıcısı Merdith Brooks’un şarkısından örnek verelim. “Ben bir orospuyum / Ben bir sevgili / Ben bir çocuğum / Ben bir anneyim / Ben bir günahkar / Ben bir aziz.” Ne kadar BEN var değil mi kendisinde tanımladığı…
İçimizdeki BEN’lerin ne zaman çıkacağını SEN belirleyemediğin ve kontrol edemediğin sürece, BEN’ler bizde ortaya çıkacak, BEN’i belirleyip kontrol edecektir.
Ama hemen umutsuzluğa kapılmayalım. Yukarıdaki BEN’ler dedim ya serseri BEN’ler. Bunların bir de zıddı olan henüz keşfedemediğimiz gelişmiş BEN’ler var içimizde. Mesele bunları açığa çıkarmakta ustalaşmakta. Çünkü yukarıdaki (otobüsteki) serseri BEN’lerin tersine bu gelişmiş BEN’ler “zararsız”dır.
Serseri olan BEN’ler kişinin kendini koruma olgusundan beslenerek ortaya çıkarlar. Bu serseri BEN’lerin çıkış nedeni ta çocukluktan başlar. İçimizdeki çocuğun korkularından ortaya çıkan BEN’lerdir.
“Zararsız” BEN’lerse geliştiricidir. Sende olmadığını sandığın yeteneklerin aslında sende var olan BEN’leridir bunlar. Yapamam dediğin şeyleri aslında yapabilir kılacak BEN’lerdir bunlar. Onlardır bizi tamamlayıcı kılacak olan.
Sanırım bu kadar psikoloji yeterli oldu. Olmuştur umarım…
Evet nerde kalmıştık, ha evet papaz ve hocada.
İnsan her zaman kendini dinleyen ve anlayan birini arar. Ona ihtiyaç duyar. Aslında duyduğunu sanır desek daha doğru olur. Ama aslında o içindeki arayışçı BEN’dir. Ya da tatmin olmak isteyen BEN. İzin verdiğin için çıktılar çünkü ortaya.
“Çözüm içimizdeki gelişmiş BEN’i açığa çıkarmak”
Son olarak bir hikayeyle bitirmek isterim yazımı. Hepiniz duymuşsunuzdur ünlü “Marko Paşa” efsanesini. Ya da duymamışsınızdır.
Durun ben anlatayım.
Osmanlı sultanı Abdülaziz döneminde yaşamış. Hem sultanın başhekimi hem de Meclis-i Ayan üyesiymiş. Aslen Rum’muş. 1888 tarihinde eski Yunanlılara ait Burgaz Adası’nda ölmüş.
Onunla ilgili anlatılagelen hikaye, Marko Paşa’nın hastalarını uzun uzun sabırla dinleyip onlara manevi huzur ve rahatlık verdiği üzerinedir. Lakin gerçek öyle değilmiş. Aslında bu bizim Marko Paşa, hastalarını dinleyip “anlaşıldı” deyip çözüm üretemezmiş. Garibim dili yani Osmanlıca’yı iyi bilmiyormuş.
Bu hikayeden çıkan sonuç şudur: Aynı dili konuşamadığınız ve sizi anlamayan bir insandan zaten çözüm üretmesini beklemek abes olur kanaatimce. Siz siz olun papazdan, hocadan ve hele ki dilinizi bile bilmeyen Marko paşalardan umut ve çözüm beklemeyin.
Çözüm içimizdeki gelişmiş BEN’i açığa çıkarmaktır.
Sağlıcakla kalın… Yoldaşça kalın…
Bir Özgür Gelecek okuru