Yaşamını yitiren yoldaşları anlatmak zor hepimiz için. Ama aynı zamanda da bir görev. Onları anlatmanın, onları yaşatmakla ilgisi var kesinlikle. Ardlarında kalanlar olarak bu görevi tam olarak yerine getirdiğimizi söylememiz mümkün değil.
Sohbetlerde, anmalarda, aile ziyaretlerinde tanıdığımız şehitlerden bahsediyor, özlüyor, hüzünleniyoruz. Ama bu anlattıklarımızı yazmıyor, yayınlarımıza taşıyarak daha geniş kesimlere ulaşmasını sağlamak noktasında adım atmıyoruz.
Daha iyimser olursak yeterince adım atmıyoruz. Böyle olunca bütünlüklü çalışmalara (kitap vb.) imza atmamız iyice zorlaşıyor. Başka kurumlar tarafından çıkartılan materyalleri gördüğümüzde “ne de güzel yaptıklarından” bahsediyor; sahiplenmenin, anlatmanın, şehitlerden öğrenmenin, yeni insanlara-yeni yoldaşlara aktarmanın öneminden dem vuruyoruz.
Ancak yine de benzer bir pratiği ortaya koyabileceğimizi, dahası koymamız gerektiğini pek düşünmüyoruz. Ya zamanımız olmuyor ya yeteneğimiz… (Oysa bu ikisinin de yaratılabilir ve geliştirilebilir olduğunu hepimiz biliyoruz.)
Bir Dağ Ezgisi isimli kitap bize Yetiş yoldaşın örnek alınası pratiklerinin dışında bir şeyi daha gösteriyor; o da şu; kolektif bir emek harcanırsa yapılamayacak bir şey değil şehitlerimizi kitaplaştırmak.
Bireysel çalışmanın zorlukları olduğu gibi elbette bu tür kolektif planlamalarda da kendine özgü zorluklar ortaya çıkabilir. Tek başımıza kalemi elimize aldığımızda ya da klavye başına oturduğumuzda daha pratik hareket edebilir, daha kolay karar alabilir, planlama yaparak daha hızlı olabiliriz. Kolektif hareket ettiğimizde dışımızdaki kişi ya da kişilerle fikir alışverişi yapmak, farklılıkları ortaklaştırmak, dengelemek gibi ilk bakışta yavaşlatan etkenler ortaya çıkabilir.
Ancak tüm bunlar çalışmamızı zenginleştiren etkenler aslında. Bir şehidimizi yazdığımızı düşünürsek mesela, onu tanıyan bir kişinin anlattıklarının iki ya da üç ya da daha fazla yoldaş tarafından detaylandırılarak anlatılması çalışmayı zenginleştirir mutlaka.
Bir Dağ Ezgisi isimli kitabı okumaya başladığımda beni ilk etkileyen bir yoldaşı anlatmak için birden çok yoldaşın harekete geçişi oldu. Devamında, kitabı okudukça Yetiş’i Yetiş yapan yönleri keşfettikçe “onu anlatmanın en güzel yolu bu olmuş” diye düşündüm. Çünkü bence Yetiş’in örnek özelliklerinden biri de kolektif hareket etmesi ve her durumda kolektifi harekete geçirmeye çalışması.
Bunu Avrupa’daki müzik grubu çalışmalarında, Dersim’de gerilla yaşamı pratiğinde ve kaleme aldığı yazılarda ya da yoldaşlarıyla yaptığı sohbetlerde görmek mümkün.
Müzik grubu çalışmalarına ilk etapta yeteneğe çok takılmadan planlama yapan ve bir yandan pratik süreci işletirken diğer yandan yoldaşların yeteneklerini keşfeden yanı etkileyici gerçekten. Zira birçoğumuz bir işe, faaliyete başlarken mükemmelliyetçi yaklaşabiliyor, en iyi-en doğru-en güzeli olsun diye aslında imkansızlaştırıyoruz elimizdeki işi.
Oysa –elbette asgari bir birikimle– işe, faaliyete başlamak, gözlemlemek, yeniden planlamak, vazgeçmemek, yeni özellikler ya da ilgi alanları ortaya çıktığında yeni planlamalar yapmaktan çekinmemek gerekli. Hiçbir süreç bizim ta en başından planladığımız gibi yol almayabilir.
Öyleyse gidişata göre faaliyetimize yön vermek, kendimizi ve yoldaşları bu gidişe göre konumlandırmak önemli.
Mesela kitabın 52. sayfasında “Müzik grubuna dernekteki birkaç genci daha dahil etmişti. Fakat Yoldaş’la bu konuda çatışıyorlardı. Yoldaş, gruba alımlarda, grubun ihtiyaçlarına göre hareket edilmesini istiyordu. Yetiş’e göreyse gençlerin çok yetenekli olmaları gerekmiyordu. Gruba uyup uymamaları da çok önemli değildi onun için. Maksadı gençleri hem kültür-sanat çalışmalarına hem de devrimciliğe, derneğe ve YDG faaliyetlerine yakınlaştırmaktı. Bir gençte müziğe ve sanata dair en ufak bir ilgi-alaka gördüğünde, hemen onunla özel olarak ilgileniyor, motive ediyordu. Sadece bunları yapmakla da kalmıyordu. Enstrüman çalamayan gençlerle bir koro grubu kurmuştu ve onları düzenli olarak çalıştırıyordu” deniliyor. Anlatmak istediğim bu tam da.
Benzer yaklaşım söz yazma pratiğinde de var Yetiş’in. Hem söz yazıyor hem de birden fazla yoldaşı bu sürece katıyor. Örneğin çalışmalar sorasında bir gün “kendi bestemizi yapalım” önerisini sunuyor. Birçoğu Fransa’da doğmuş, Türkçesi iyi olmayan ve hayatlarında ilk defa bir müzik grubu çalışmasına dahil olmuş gençler şaşkın şaşkın Yetiş’e bakıyorlar. Ama Yetiş’in formülü açık! Kalemi-kağıdı elimize almak ve işe başlamak!
“Çok basit, hiç zorlanmayacağız. Bir Kürt kızının hikayesini anlatacağız. Şimdi herkes eline kağıt kalem alsın. Kürt kızı deyince aklına ne geliyorsa yazsın” diyor. Gerçekten de herkes bir şeyler yazıyor ve Yetiş bu ürünleri toparlayıp, düzenleyerek “Dilara”yı ortaya çıkarıyor. Bazılarımız “bu kadar da olmaz, yeteneği-eğitimi olmayan bir grup yoldaşı biraraya getirip böyle bir çalışma yapılır mı?” desek de Yetiş’in tarzı bu ve kazanıcı olduğu da ortada.
Bu yöntem Yetiş’in sadece müzik çalışmalarında ya da kısa süreli pratiklerinde değil bütün devrimci yaşamında baskın. Kitapta bu yönlü o kadar çok örnek var ki! Az önce dediğim gibi gerilla yaşamında da eğitim-tartışma ve faaliyet süreçlerinde Yetiş, tüm yoldaşları olabildiği kadar başından sonuna kadar tüm süreçlere katmaya çalışıyor.
Kitapta bence Yetiş açısından öne çıkan özelliklerden biri de mütevazı duruşu. Kitabın bir yerinde “Mütevazı olmaya çalışmıyordu; alçakgönüllülük, sadelik zaten kodlarında mevcuttu” deniliyor. Bu abartı değil. Yetiş’i biraz tanıyorsanız, onunla bir faaliyetiniz varsa bunu gözlemlemeniz zor değil. İnsanlarla ilişkilerinde bu özelliği rahatlıkla hissediliyordu. Üstelik iş yaptıkça, örgütlendikçe daha mütevazı oluyordu. Ne örgütlülük çerçevesinde yaptığı işler, ne hapishaneye girip çıkması, ne müzik çalışmaları onu olumsuz anlamda değiştiriyordu.
Bazılarımız iş yaptıkça, özellikle başarılı işler yaptıkça, öne çıkan çalışmalarda yer aldıkça, “isim yaptıkça” kimi olumlu özelliklerimizi kaybedebiliyoruz. Yani örneğin daha az mütevazı olmaya başlıyoruz ama Yetiş tam tersiydi.
Bunu gerillada parti isminin belirlenmesi tartışmasında da görmek mümkün. Eylem’le (Sefagül Kesgin) yaptıkları sohbette parti isminin Naci olmasını istemiş ve şöyle açıklamış Yetiş; “ben ismi çok bilinmeyen Osman Naci Güven yoldaşın ismini almak istedim.”
Şu ya da bu sebeple çok bilinmeyen, arkada kalan, unutulmuş, öne çıkmamış-çıkartılamamış, “sorun” yaşayan, adapte olamayan vb. yoldaşlarla ilişkisi de örnek. Gerillaya yeni katılan ya da alanda sorun yaşayan yoldaşlarla kurduğu ilişki beni çok etkiledi. Yenilerle ilgilenmek değil ama bazen hangi alan olursa olsun sorun yaşayan, uyum sağlayamayan yoldaşlarla ilgilenmek bir yük gibi algılanabiliyor. Ya da harcadığımız emeği yeterli görüp “yorulma, vazgeçme hakkı”nı kendimize tanıyabiliyoruz.
Yeteri kadar emek harcadığımıza kanaat getirerek tepkisel davranabiliyoruz. Bu konuda Yetiş’in gerilladaki tüm yoldaşlarla ama kitapta da özel yer ayrılan Hakan yoldaşla ilişkisini aklımızdan çıkarmamalıyız bence. Hakan, alandaki “özgün” yoldaşlardan biri. Alana alışmakta zorluk çeken, farklılıkları olan bir yoldaş. Ahmet bıkmadan usanmadan onunla tartışıyor, önerilerde bulunuyor.
Üstelik bunu görev gereği değil içtenlikle yerine getiriyor. Güvenlik, sanatsal çalışmalar, gerilla faaliyeti, alandaki sorunlar vb. tüm konularda yoldaşların eleştirilerine içtenlikle, anlamaya ve anlatmaya çalışarak, öylesine değil derinlikle yanıt olmaya çalışıyor. Bu arada tüm yoldaşlardan öğrenmeye de devam ediyor.
Kitabın 151. sayfasındaki anlatım şöyle; “Israrla ‘Yoldaşları yalnız bırakmamalıyız. Birinin kafasına bir şey takıldığında onu aşması için yardımcı olmalıyız. Bu da emek gerektirir elbette. Zira ‘söyledik, önerdik, yardım ettik’ gibi düşüncenin yetmediğini görüyorsak orada bir sorgulamaya gitmek gerekir. Soru şu: Neden ikna edemedik? Sorunun aranacağı ve çözüme ulaşmak için yoğunluk kazanacağı yer ise: en başta kendimizdir’ diyordu. Ayrıca ‘Her yoldaşın hatası, partimizde baş gösteren bir hatadır ve ‘birlik-eleştiri-daha üst düzeyde birlik’ ilkesine uygun olarak ele alınmalıdır. Zira o durumda, yoldaşların hatası bizim yetmezliklerimizdir’ vurgusu da sorunun kaynağına işaret ederek bakış açısını özetliyordu.”
Dinlemek… Dinlemek gerçekten çok önemli. İnsanın gerçekten dinlendiğini hissetmesi kadar güzel bir şey yok… Yoldaşlarımızla ilişkimizde yeterince dinlemeden (hatta bazen hiç dinlemeden) “nasıl olsa şöyledir-böyledir” diyerek hazır bir reçete ile gittiğimiz çoktur. Karşıdaki ne derse desin bizim reçete hazırdır.
Oysa Yetiş’te durum bu değil. O gerçekten her bir yoldaşını dinleyen, anlamaya çalışan ve anladığı şeye yanıt olmaya çalışan bir tarza sahip. Öylesine, kaba, savunmacı verilmiş yanıtlar değil onunkiler.
Tartışmalarda, yoldaşlarla ilişkilenirken karşı karşıya kaldığımız sorularda yoldaşların –kim olursa olsun– konuşma, eleştirme hakkı olduğunu aklımızdan çıkarmamak ve oku doğru noktaya yöneltmelerine yardımcı olmak kadar çözüm yöntemini ortaya koymak, saklamadan-gizlemeden yanıt olmaya çalışmak, hiçbir kişiyi ya da kurumu hedef haline getirmeden ama kayırmadan ele almak önemli.
Kitabın özellikle yoldaşları ile ilişkilerinde ve kitleyle ilişkilerinde Yetiş bölümünü tekrar tekrar okudum, herkes defalarca okumalı bence. Mutlaka ama mutlaka kendimizi bulacağımız cümleler var bu bölümlerde.
Benzer şekilde kolektifimizin yaşadığı sorunlara yaklaşımının anlatıldığı örnekler de defalarca kez okunmalı. Kendini hiçbir konunun dışında tutmadan kültür sanat çalışmalarından yurtdışı ve enternasyonal çalışmaya kadar bir dizi konuda eleştiri ve önerilerini dile getiriyor ve de bunların bazılarında görev almaya hazır olduğunun da altını çiziyor.
Yine beni en çok etkileyen Yetiş’in kendisi ile savaşımı oldu. “Kendine dönme”, “kendine bakma” vb. üzerine her birimiz konuşur yazar çizeriz. Ama iş pratiğe gelince, konu kendimiz olunca her zaman objektif olamayız. Hafifletici sebepler bulur, “ama”larla açıklamaya çalışırız durumu. Yetiş’in hapishane yaşamının yanında gerilla faaliyeti boyunca kendisi ile ilgili değerlendirmeleri, kendisine yoğunlaşması hepimize örnek. İnsanın kendine dönmesi ve kendini gerçekten masaya yatırması cesaret işi.
Devamında da çıkardığı sonuçlarla kendi hamurunu yeniden yoğurması… Çünkü kendimizle savaşmadan devrim yapamayız. “Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız, önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?” demiş Nietzsche. Güzel demiş. Oysa kendimizi olduğu gibi görmek ve göstermek, eleştiriye açmak ve öz eleştiri vermek kolay değil. “Gözünü budaktan sakınmamak”, “kavgadan kaçmamak”, “savaşmaktan korkmamak” vb. hepsi cesaret ölçüsü sayılabilir, doğrudur.
Ama cesaretin büyüğü insanın kendi iç malzemesini, hamurunu tekrar tekrar gözden geçirmesi, sonuçları devrimci bir yoruma tabi tutması ve elbette değişmesidir. En büyük devrim, insanın kendini devirmesidir. Tamamlanmış, olmuş-bitmiş insan (devrimci) yoktur. Kendimizi oldurmak, geliştirmek; kişisel malzememizi gözden geçirmek, her fırsatta kendimizle, gerçeklerle ve hayatla yüzleşebilmek gerekir. Devrimci yaşamda yol alırken çeşitli dönemeçlerdeki zorlu yüzleşmelerde bizi koruyacak, sağlamlaştıracak, gerekli “iç gücü” kazandıracak olan şey bu yüzleşmedir.
Kitabın 153. sayfasında Yetiş’in bu konudaki tavrını görüyoruz; “Valla yoldaş, haklısın her zaman kendimize objektif olamıyoruz. Ama olmalıyız, devrimciyiz nihayetinde. Beni sorarsan, bir çabamın olduğunu düşünüyorum. Yetersizliklerime, anlamadığım ve kavramadıklarıma rağmen daha iyisini yapmak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Bana verilen görevleri anladığım kadarıyla en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyorum. Öğrendiğimi, doğruluğuna inanarak bildiklerimi de öğretmeye çalıştığımı söyleyebilirim. Ama yapmam gereken daha çok iş, atmam gereken daha güçlü adımların olduğunun da farkındayım. Ha ayrıca unutmadan ekleyeyim. Nedir ki halkımızı daha fazla tanımam gerektiği açık. Her yıl, gerek yaşam tarzlarına ilişkin olsun, gerekse kendilerine ve bize dönük bakış açılarına ilişkin olsun yeni şeyler öğreniyorum. Bir yanıyla bu doğal ancak yapmam gereken bu öğrenme durumunu basitçe işletmektense daha inceleyici olmaktır benim açımdan.”
Sonuç olarak, dediğim gibi Yetiş yoldaş zaten örnek alınası, yaşamından öğrenilmesi gereken yoldaşlarımızdan biri. Ama bunun yanında kitabı kolektif bir şekilde hazırlayan tüm yoldaşların da bu pratiği kesinlikle örnek.
Emeği geçen tüm yoldaşlara saygıyla…
(Bir ÖG okuru)