“Kendini çok huzurlu hissetti: belki biraz kederli ama hiç bir biçimde acı çekecek kadar mutsuz değildi. Gerçi bu kez temelli olarak ayrıldıklarını ve eğer yeniden karşılaşırlarsa bunun iki tanıdığın karşılaşması olacağını biliyordu. Elbette gelecekte bir gün politik çalışmanın onları bir araya getirmesi mümkündü. Bunca yıldır yüreğini çarpıtan, hiç bitmeyecek sandığı o büyük aşk ebediyen sona ermişti. Ölmüştü, sönmüştü ve hiçbir şey ne sevecenlik ne yakarış. Hatta anlayış bile onu yeniden canlandıramazdı. Artık çok geçti.”
Şimdi bu sözleri okuyanlardan bazıları “Büyük bir aşk bitiyor ve kadın ağlamıyor, sızlamıyor, yakınmıyor. Öyle mi! diyecek.” Devamla şunlar gelecek belki aklınıza: “Büyük bir aşk değildir!”
“Bu kadar basit mi?”
“Demek ki emek vermemiş. Emek verse, hele ki gerçekten âşıklarsa muhakkak yürütebilirlerdi. Demek ki o kadar derin değilmiş vs vs…”
Ama size “hayır” diyeceğim. “Büyük aşklarda biter, emek harcadığımız halde” diyeceğim! “Büyük aşklar da biter. Çünkü …” Bunun açıklaması için biraz daha içine girmemiz gerekecek hikâyenin. Hatta daha da iyisi bu tanıtımdan sonra tüm kadınların ister büyük bir aşkı olsun ister olmasın; Kollontai’nin kitabını okumaları. Alexandra Kollantai’nin yazdığı “Bir Büyük Aşk” kitabında bir büyük aşk, 32 sayfa, tartışma olmak üzere 3 hikâye var.
Tanıtımını yapacağım kitaba da ismini veren “Bir Büyük Aşk” isimli hikâye, 1905 devrimini izleyen yıllarda Rusya’da geçmektedir. Devrimci olan Nataşa ve Senyonoviç’in duygusal ilişkisini anlatan, bir büyük aşk’ı okumaya başladığınızda 1905’lerden günümüze duygusal ilişkilerde erkeklerin yüzeysel bakışını kadınlarınsa geleneksel özelliklerinin bakiliğini görerek, benim gibi sarsılacağınızı düşünüyorum. Toplumsal rolleri ancak cins bilincini kuşanarak “bu ilişkide ben de özneyim” demeyi ve pratikte etkin adımlar atmayı başardığımız zaman alaşağı edeceğimiz gerçekliği ile yüzleşiyoruz tekrardan.
Nataşa’nın, ilişkiye dair iç hesaplaşması ve en sonunda özgürleşerek kendisinin farkına varması, bende bu hikayeye tanıtılmalı ve tüm kadınlar özellikle de devrimci kadınlar okumalı duygusunu geliştirdi.
Nataşa, Bolşevik Parti Merkez Komitesi’nde devrimci bir kadındır. Partinin tüm işlerini başarılı bir şekilde yapmaktadır. Yayınevlerinde yazıları yayınlanmaktadır. Kendisine güvenen, sorunlar ile baş etmeyi bilen güçlü bir karakterdir.
Sanyonoviç’de Bolşevik Partisi’nde lider konumunda teori üreten, araştıran, partinin tüm çalışmalarına belirleyici olan biridir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Nataşa ve Sanyonoviç’in ilişkisi gizli bir şekilde Sanyonoviç’in evliliği devam etmekteyken yıllarca sürer. Nataşa ilk günden son güne kadar kendisini var edemediği bu ilişkinin sorgulamasını yapacaktır. Her buluşmalarında yaptığı hayal kırıklıkları ile aldığı yara gün geçtikçe güçlenmesine yol açarken, erişilmez olarak gördüğü Sanyonoviç’in de ne kadar güçsüz olduğunu anlamasını sağlayacaktır. Nataşa ilişkilerinin tüm ayrıntılarını düşünmek zorunda olandır. İlişki boyunca omuzlaması gereken yük ağırdır. Çünkü Sanyo evliliğinde mutlu olmadığını, Anyuta’nın hayatı ona zehir ettiğini ona söyleyip durmaktadır. Tabi bir de bitip tükenmeyen parti işleri vardır. Sanyo’ya göre nefes aldığı, mutlu olduğu yer Nataşa’nın yanıdır. İlişkilerinin sakin olması Nataşa’nın da tüm sorumluluğu alması gerekmektedir. Bu duyguyu Nataşa’ya öyle vermiş olmalı ki Nataşa çoğu zaman Sanyonoviç’in yerine de üzülebilmektedir. Sanyonoviç’e yer yer acıyacak onu koruyacaktır.
Onu üzmemek için duygularını, kanayan yaralarını gizleyecek ve ilişkisi boyunca Sanyon’u iyi taraflarını görmeye çalışacaktır. Ancak iç savaşı fırtına misali ilişkide ki yedek halinin hesabını soracaktır. Sanyonoviç’in üstün zekâsı, parti içerisindeki vazgeçilmezliği; Nataşa’nın onun üretimde bulunabilmesi için fedakarlıklar yapmak zorunda olduğu düşüncesini oluşturuyordu. Sanyonoviç’de bunu sonuna kadar kullanıyordu. Fakat Nataşa’nın yaşamak istediği ilişki bu değildir. Üreten, militan bir kadın olarak ilişkide kendini var etmek istedikçe, Sanyo’nun onu böyle görmediğini daha iyi anlıyordu. Gün geçtikçe biriktirdiği acılar dayanılmaz olmuştu. Sanyo onu sadece bir kadın olarak görüyordu. Cinsel arzularını giderdikten sonra duygusuz ve kör oluşu, Nataşa’da aşağılanmış ve kullanılmış hissinin oluşmasına dönüşecekti. O aslında Nataşa’yı hiç tanımıyordu. Ne istediğine dair fikri yoktu. Öncesinde büyüleyici gelen anların anlamı, Sanyonoviç’in Nataşa’yı sadece belli özellikleri ile görmesi nedeniyle sönümleniyordu.
Bunları düşündükçe Sanyonoviç’in kendisini tanımak için çaba göstermemesi onda kırılmalara yol açacaktı. Cevaplayamadığı sorular kafasında her geçen gün büyüyecekti. Bu aşkın ikisi içinde aynı değerde olmadığını görecekti. Detaylı düşünmek, kırmamak, dökmemek bu ilişkide yok olmak Nataşa’ya düşüyordu. Sevginin karşılıklı olarak birbirine verilen emekle büyüyeceğini, sevgide bencil olunamayacağını Senyonoviç anlayamamıştı.
Nataşa ona ait değildi. Onu kabaca kırıp, dökerken, hoyratça sevişirken ne kadar aşağıladığını hesap etmeliydi. Vazgeçilmez olduğunu düşünmesi Sanyonoviç’e Nataşa’yı bir kalıba sokarak küçümseme hakkı veriyordu. Sanyonoviç kendisinin şekillendirdiği, yön verdiği ilişkinin içerisine Nataşa’nın istediği özelliklerini alıyor diğer özelliklerini görmemezlikten geliyordu. Nataşa’nın parti çalışmalarını, ona olan ihtiyacı kaba cümleler ile yok sayıyordu. “Nataşa’nın önceliği Sanyo’yu mutlu etmekti.” Ne de olsa o önce bir kadındı. Nataşa’nın duygusunu, düşüncesini, partideki konumunu hiçleştiriyordu.
Nataşa içten içe biriktiriyor, özgürce hareket etmediği bir ilişkinin onun kadın kimliğini yok edeceğini biliyordu. Onu düşündükçe yüzünde gülümseme yerine artık acı görülüyordu.
Nataşa uzun bir süreç boyunca yaşadığı çelişkileri ilmek ilmek bir sonuca ulaştıracaktı. Başlarda ona çok acı veren kabullenemediği tüm davranışları çözümlemişti. Coşkuyla başlayan ve yavaş yavaş yerini acıya bırakan bu büyük aşkı, kendisini daha fazla yiyip bitirmeden sonlandırmıştı.
“Şimdi bütün varlığıyla işine aitti. Uzun çok uzun zaman önce büyük bir aşk yaşamıştı. Ama bu aşk gücünü yitirip bitmişti. Semyon Semyonoviç özensizliği, erkek budalalığı ile bu aşkı yok etmişti.”
Evet, işte bir büyük aşk böyle bitmişti. Kadın erkeğin iktidarı ve kendi bağımlılığına da meydan okumuş ve aşkını öldürerek özgürlüğüne sahip çıkmıştı.
Kollantai’nin kitabı, erkeklik ve kadınlık hallerine dair, bu yazıda anlatılanların çok fazlasını veriyor. Her üç hikâyenin de farklı açılardan cins bilinci ve kadının pratik duruşu konusunda söyleyeceği çok şey var: Kesinlikle bir kadın kitabı olarak okunması gerekiyor…
İyi okumalar. (Bakırköy Kadın Kapalı Hapishane’den bir Tutsak Partizan)